Korkut Akın yazdı: Kederi Dağıtan Mavi
“On parmağında on marifet” diye tanımlanan insanlar vardır, sayıca az ama onlarca kişinin yükünü omuzlayan. Mahalleden, okuldan, fabrikadan da tanıdıktır onlar. Her zaman “Hızır” gibi yetişirler sıkıştığınızda. Hem dillerinden bal damlar hem de yol gösterirler, kendilerince…
Ressam, yazar, sanat tarihçisi, araştırmacı, eleştirmen, öğretim görevlisi Gürol Sözen, yılın son dönemine hem denemeleri hem de sergisiyle damgasını vuruyor.
Rüzgâr kanatlı atlar
Nazım Hikmet’in en çok bilinen dizelerinden birini almış ele Gürol Sözen bu sergisinde… Şöyle bir yukarıdan bakmak için ülkemize, toplumumuza, yaşananlara… özellikle de hepimizi yakan/yaralayan/vuran toplu saldırılara. Kolay değil kuşkusuz, onlarca uygarlığın gelip geçtiği kültürler mozaiği olan bu güzelim ülkede yılgınlığa düşmek. Bir şeyleri işaret etmek, göstermek, rengiyle, çizgisiyle, öyküleri ve insanlarıyla gelecek güzel günleri şimdiden yaşamak için yazmış ve boyamış Sözen.
Sahi tam 55 yıl olmuş, bu uğurda emek harcaması… Tam 55 yıldır tarihin derinliklerinden bulup çıkardıklarıyla, boyayıp güçlendirdikleriyle, söze döküp canlandırdıklarıyla önemli bir görevi sürdürüyor bıkmadan, yılmadan.
Hayallerin işsizliği…
Akıl hastalığı adı verilirmiş hayallerin işsizliğine… Gürol Sözen’in aktardığı bu güçlü saptamayla başlıyor “Kederi Dağıtan Mavi”. Ardından da hemen “Özgürlük, doğanın dengesi” ile devam ediyor.
Anadolu kitabı aslında tümüyle baktığımızda, İstanbul, hem de Bienal de var, “Tuzlu Su” temasıyla… Üç aşamalı bir uygarlıktan söz ediyor Sözen, Eflatun’dan el alıp; dağların tepesindeki ilkel ve kaba uygarlık, yamaçlarda oluşan –öyle ya, sudan kaçıp tepelere çıkmak gerek- ve ovalarda, korkularından arınan… Mutluluğun, daha açık söylemek gerekirse yaşamın temeli su. Buna da bağlı olarak üç tarafı tuzlu su ile çevrili İstanbul mutlulukla birlikte coşkunun da, sevincin de, giderek birbirinden ayrılmayacak denli iç içe girmiş acının da, hüznün de yurdu, yuvası. Yine bu çerçevede, Gürol Sözen’in kendine özgü, akışkan, sıcak, okuyanı sarıp sarmalayan, bilgilendiren, keyiflendiren anlatısı da İstanbul’la el ele…
Mektupların satır araları…
“Ölüm inadına mı tırpanlıyor kır çiçeklerini? Yoksa bu gökyüzü, bu bulut, bu tuzlu sular, serçeler, martılar ve mevsiminde önce çiçek açanlar mı fazla geldi? Kim bilebilir, kim tamamlayabilir yarım kalan şarkıları” (s. 107) diye soruyor Sözen, önce Suruç’ta, sonra Ankara’da katledilenleri de katarak… Belki daha eskileri de soruyordur… yüzyılların tozunu üfleyerek. O zaman yanıtsız kalmamalı bu sorular. Tabii, yanıt okurun satırlardan süzdüklerinde…
Sözcüklerin de, mimiklerin de, renklerin de, seslerin de zaman ve zemine uygun yüklendikleri anlamlar vardır… Sevgilinize yazdığınız mektupta bulunan sözcüklerle ebeveyninize yazdığınız sözcükler aynı harflerden oluşsa da aynı mıdır, aynı olabilir mi? Hiç sanmıyorum… İçindeki ışık, pırıltı hatta parıltı, vurgudaki ton bile çok, çoktan da çok farklı değil mi? Renkler de öyle… beyaz daha bir beyaz, mavi masmavi, yeşil yemyeşil, kırmızı da öyle. Siz söyleyin… Hayatın anlamı bu ayrıntılarda gizli değil mi? Güvercinler ulaştırmıyor mu sizin bu coşkunuzu aktardığınız mektuplarınızı, resimlerinizi, renklerinizi. Tam da hayallerin işi boyutunda.
Hüzün de yaşama dâhil…
Şu yaşananların etkisinde kalmamak mümkün mü? Ankara’da bir sombahar sabahı coşkularını, umutlarını, heyecanlarını ve yaşamlarını bizlere bırakıp gidenlerin ardından hüzün çökmedi mi omuzlarımıza?
Nazım Hikmet, karısına yazdığı mektupta “en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı” diyor… Eh, milenyumu aştık, bir ay bile sürmüyor artık o tarifsiz acılar… sürmemeli de. Yerini öfkeye değil de barışa bırakmalı. Serçelerin kanatlarında güneşin ışıklarını taşıdığı küçük ama güçlü sevinçlere taşımalı.
Gürol Sözen, en çok da bu coşkuyu taşımayı başarıyor, martıları, güvercinleri, rüzgâr kanatlı atlarıyla. Haydarpaşa Garı, buharlı lokomotifi, tuzlu suyun üstünde kayarcasına giden kayıkları, pul pul balıkları, pamuk pamuk bulutlarıyla yaşatıyor. Tarihin derinliklerinden çekip çıkararak, geleceğe ışık tutmasını sağlayarak hem de…
Dört bin yılın biriktirdikleri…
Bu coğrafyada sanatın uzun süren bir yalnızlık olduğunu söyleyen Gürol Sözen, 55 yıllık birikimle ürettiği resim, heykel, ikonlarını, “Dağlara, tepelere, yakamozlanan delice sulara, birbiri peşi sıra akan bulutlara ve gökyüzüne bakın” çağrısıyla sergiliyor 6 Ekim – 14 Kasım arasında Terakki Sanat Galerisinde.
Gürol Sözen’in mitolojiden coğrafyaya, sosyal yaşamdan sanata uzanan geniş yelpazedeki güzellikleri kovalayan kitabını mutlaka okuyun. Bu zorlu, bu kanlı günleri aşmanıza yardımcı olacağı gibi gelecek güzel güneşli günleri de yaklaştıracaktır… Önce sergiyi görmüşseniz her resim ve heykeli satırların arasında canlandıracaksınız. Yok, önce kitabı okumuşsanız her resim ve heykel göz kırpacak size sayfasını anımsatarak.
Kederi Dağıtan Mavi, Gürol Sözen, denemeler, Tarihçi Kitabevi, 2014, 279 s.
Çizgi ve Rengin Peşinde, Resim, Heykel ve İkon Sergisi, Terakki Sanat Vakfı Galerisi, 6 Ekim – 14 Kasım 2015