TUNCAY YILMAZ yazdı: “Aslında bir nevi ‘iktidarın hassasiyetleri’ni gözeterek siyaset yapma durumu bu: ‘Muhalefetin zafiyetleri’ne takılı kalarak siyaset yapma hali. Nasıl ki ‘iktidarın hassasiyetleri’ onun gibi olmaya çalışarak giderilemezse, ‘muhalefetin zafiyetlerini’ tekrar ederek de kitlelerin gözlerinin önündeki sis perdesi kaldırılamaz.”
TUNCAY YILMAZ
İrfan Aktan geçtiğimiz günlerde CHP’nin Adalet Kurultayı’na katılmamasının gerekçesi üzerine “CHP’nin Pekmezi”* başlıklı bir yazı yayımladı. Yazı aynı zamanda CHP’nin muhalefet anlayışının eleştirisiydi de. Özcesi “AKP’nin hassasiyetleri” gözetilerek başarılı muhalefet yapılamayacağını belirtiyor Aktan yazısında.
Aktan yazısını, her zamanki gibi, edebi bir lezzet katarak yazmış. Yüksekova ırgatlarının yan tarladakileri nasıl yarım ağız kahvaltıya çağırdığını anlatıyor. Yüksek sesle söylenen “Gelin, beraber kahvaltı yapalım”ın ardından belli belirsiz “pekmez de var” seslenişiyle aslında davetin ne kadar gönülsüz yapıldığını aktarırken, CHP’nin yüksek sesle “Gelin, ülkenin tüm meselelerini konuşalım” derken “Kürt meselesi hariç” pozisyonuna gönderme yapıyor.
Sonuna kadar haklı Aktan. Hatta “şehitlikte içki içtiler” zokasını yutan CHP’nin nasıl daha da içler acısı hale düştüğünü hep birlikte izledik.
Bu ülkede “Adalet Kurultayı” yapıp Kürt sorunundan bahsetmekten kaçınmak düpedüz “Adaletsizliktir”. Bunun aması fakatı, taktiği maktiği olamaz! Kimse de durumu öyle izah edip zevahiri kurtarabileceğini düşünmemeli.
Aktan’ın “pekmez” hikayesi buraya kadar olan durumu izah etmeye yetiyor da artıyor. Tabi anlayana… Ama bizler, durumu, dünyayı değiştirmeye hedefleyenler “izahla” yetinemeyeceğimizi çoktandır biliyoruz.
CHP’nin gönülsüz, eksikli “Adalet” çağrısı bilinmeyen bir durum değil. Hatta daha ilerisini söylemek lazım, CHP artık “mecbur kaldığı için” bu yola düşmüş durumda. CHP’nin bir “gece aymasıyla” birden bire tutarlı bir sosyal demokrasi çizgisine geçeceğini beklemek saflık olurdu. AKP/Erdoğan karşıtı öfkeyi gerçek bir demokrasi çizgisinde örgütleme potansiyeli olan HDK/HDP gerçekliği olmasaydı açıkçası Kılıçdaroğlu “Adalet Yürüyüşü”nün rüyasını dahi görmezdi.
Şayet CHP bir yıl içerisinde faşist “Yenikapı Ruhu”ndan kopup demokratik “sokak ruhu”na doğru yaklaşmak zorunda kaldıysa bu, ödediği tüm bedellere, yıpranmalara, zayıflamaya rağmen mücadele alanını terk etmeyen sol, sosyalist ve demokratların varlığı sayesinde olmuştur. Kürtler, Aleviler, kadınlar, LGBTİ’ler sokaklardan çekilmiş, muhalefetten vazgeçmiş olsaydı Erdoğan yeni faşist müesses nizamını tamamlayabilmiş, CHP de bu nizamda kendine ayrılmış daha küçük bir hamamda aynı tasla yıkanmaya devam ediyor olurdu. Ancak süreç böyle akmadı…
Meselemize dönersek, evet “CHP’nin pekmezi”ne laf edelim ve mütemadiyen bu zaaflı, eksikli durumu eleştirelim. Bundan hiç vaz geçmeyelim. Vaz geçmeyelim ki, CHP tabanını kaybetmemek, kitlesinin sola kayışını engellemek için kendini sürekli olarak gözden geçirmek, sola doğru kaykılmak zorunda kalsın. Ama bunu yaparken kendi “ayranımıza” da bakmayı ihmal etmeyelim.
Malumunuz, kimse kendi ayranına ekşi demez. Aktan da kendininkine ekşi demiyor tabiî ki. Ne var ne yoksa “hep bu CEHAPE zihniyeti yüzünden”e denk düşüyor izlemeyi tercih ettiği yol. Aslında bir nevi “İktidarın hassasiyetleri”ni gözeterek siyaset yapma durumu bu da: “Muhalefetin zafiyetleri”ne takılı kalarak siyaset yapma hali. Nasıl ki “İktidarın hassasiyetleri” onun gibi olmaya çalışarak giderilemezse, ha bire “muhalefetin zafiyetlerini” tekrar ederek de kitlelerin gözlerinin önündeki sis perdesi kaldırılamaz.
İktidarıyla, muhalefetiyle bütün düzen seçeneklerini, engellerini aşarak “Yeni Yaşam”ı kurma iddiasında olanların bu kadar politik/taktik tıkızlık yaşaması kabul edilemez. Hele ki Eşbaşkanları dahil 11 milletvekili, onlarca belediye başkanı, binlerce üye ve seçmeni esir alınarak HDP’nin marjinalleştirilip, kitlelerden kopartılarak, terörize edilerek kapısına kilit vurulmaya çalışıldığı böyle bir süreçte bu kadar “düz” politika yapmak çok da yaratıcı görünmüyor açıkçası.
CHP görevini yapıyor ve mevcut durumdan rahatsız kitleleri kendi çizgisi etrafında toparlayacak hamleler geliştiriyor. Çok istediğinden değil, mecbur olduğundan, başka türlüsünün inandırıcı olmaktan uzak kalacağını bildiğinden toplumsal muhalefet dinamiklerinin öncülüğünü yapan aydın, akademisyen ve devrimcileri kurmaya çalıştığı alana çağırmak zorunda kalıyor. Onların geldiklerinde “başka bir dünya” anlatacağını çok iyi bildiğinden gelmesinler diye “pekmez de var” diyerek çağırıyor.
Keşke Aktan da davet ettiği başlığı anlatmak üzere gitseydi ve sözünü hiç esirgemeden anlatsaydı halklarımızın bu karanlıktan nasıl çıkacağının yolunu. Ve ardından moderatör TCK’yı mı, TMK’yı mı, CHP iç tüzüğünü mü her neyi uyguluyorsa onu uygulayarak Aktan’ı atsaydı sunumdan… İki türlüsünde de kazanan biz olurduk şüphesiz.
Aktan 16 Nisan referandumunun hemen ardından yazdığı “Üsküdar’dan Sonra”** yazısında çok net tanımlıyordu aslında yapılması gerekeni: “O halde referandum sürecinde beş benzemezin oluşturduğu Hayır cephesinin varlığını sürdürmesi hayati önem taşıyor. Hem içeride bir çatışma ihtimalini bertaraf etmek hem de otoriterleşmeye karşı demokratik Türkiye’de ısrar edebilmek için. Hayır cephesinin varlığını sürdürmesinin birinci yolu başta Kürtler ve CHP tabanının yan yana gelmesinden geçiyor. Ama bu iş Kılıçdaroğlu gibi aktörlere bırakılırsa, sayfanın esas kapanışı 2019 olacağa benziyor.”
Peki, Aktan “CHP’nin pekmezi”ni teşhir ederken kendimiz(l)e konuşmak dışında ne öneriyor bizlere?
“CHP’nin pekmezi”ni anladık da Aktan’ın faşizmin dörtnala kurumsallaştığı bu süreçte “ayranım da ayranım” diye tutturmasını anlamak zor oluyor.
* http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/08/28/chpnin-pekmezi/
** http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/04/17/uskudardan-sonra/