Çeviri: Melda Şener
Türkler Neden Kürtlere Oy Vermeli
The Economist – 30 Mayıs 2015
Ülkenin otoriterliğe doğru kaymasını durdurmak için, bu en iyi çözüm olabilir
Son 12 senedir ve hala Türkiye siyasetini kontrol eden kişi, 7 Haziran’daki genel seçimlere katılmıyor. Ağustostan beri cumhurbaşkanlığı yapan Recep Tayyip Erdoğan’ın çekişmeler üstü bir noktada kalması gerekiyor. Yine de, hala seçimlerin tam odağında duruyor. Kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) için kampanya yürüterek, mecliste sandalye çoğunluğunu ve bu sayede tam başkanlık sistemini getirecek anayasa değişikliğini hedefliyor. Kendisinin bu konuda başarısız olması umut ediliyor.
11 seneden fazla zaman başbakanlık yapan Erdoğan, bu sürede pek çok başarıya erişti. Ülke ekonomisi ve büyüme 1990’lara göre daha sabit ilerledi. Darbeye eğilimli generaller ve agresif seküler altyapılarını kontrol altına aldı. Ekim 2005’te Avrupa Birliği’ne girme müzakerelerini garantiledi. Türkiye’yi Orta Doğu’da daha aktif bir dış siyasete yöneltti. Ve ülkedeki 15 milyon Kürt ile barışa kendinden öncekilerin asla yapamadığı kadar yaklaştı.
Ancak şimdi bu başarılar daha az etkileyici görünüyor. Büyüme keskin şekilde azaldı, Lira sürekli olarak baskı görüyor ve yatırımcılar gelecekteki bir kriz konusunda oldukça dertlenmiş haldeler, özellikle de Erdoğan bağımsız merkez bankasına saldırdıktan sonra. Erdoğan ekonomiyi liberalleştirmeyi başaramadı. Avrupa Birliği tartışmaları hiç bir yere varacak gibi görünmüyor. Kürt barış süreci durmuş durumda. Ve yere göğe sığdıramadığı dış siyaseti çökmüş durumda.
Erdoğan gittikçe daha tahammülsüz, milliyetçi ve despot görünüyor, özellikle de iki sene önce İstanbul Gezi Parkı’nda patlayan eylemlere yönelik sert baskılardan beri. Muhalifler huzursuz ediliyor. İnternet sansüre uğruyor. Gazeteciler ya susturuluyor ya da hapse atılıyor: Utanç verici şekilde Türkiye, basın özgürlüğü konusunda 180 ülke içinde 149. sırada. Erdoğan, 2013 sonunda polis ve savcılar bir dolandırıcılığı irdelemeye başlayınca – ki bunun ucu sadece bakanlara değil, Erdoğan’ın kendi ailesine de dokunmuştu – soruşturmayı yürütenleri kovarak ya da görev yerini değiştirerek cevap vermiş, yargı üzerinde daha fazla kontrol sağlamıştı. Türkiye’deki kurumlar henüz genç ve zayıf: güçlü bir başbakana (ya da varsayımsal bir cumhurbaşkanına) uygulanabilecek denetim ve denge araçları neredeyse yok.
Tüm bunlar ışığında, Fransa benzeri bir tam başkanlık sistemi kötü bir fikir gibi geliyor. Erdoğan’ın işin başında olmasıyla, bu sistem yavaşça otoriterliğe doğru kayabilir. Yolsuzlukların hesabını sormak gittikçe zorlaşabilir. Ve Avrupa Birliği, Türkiye’nin üyeliği konusundaki ilgisini tamamen yitirebilir.
Olası Putin Sorunu
Türkiye’nin bir Charles de Gaulle’e, hele de bir Vladimir Putin’e hiç ihtiyacı yok. Bunun yerine daha geniş çaplı bir güç devrine (seçilmiş eyalet valileri iyi bir başlangıç olabilir) ve çelişkili, agresif değil, karşılıklı anlaşmaya dayalı bir anayasa değişimi yaklaşımına ihtiyacı var. Yani, seçmenler AKP’ye bu güçlü çoğunluğu vermemeli, çünkü bu, değişimin sadece partinin kendi iyiliği için olmasına izin vermektir. Bunun yerine muhalefet partileri desteklenmelidir.
İki ana muhalefet partisi, sönük liderler ile zayıf görünüyor. En güçlü muhalefet figürü ise Kürt siyasetini destekleyen Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Selahattin Demirtaş. Parti, mecliste sandalye kazanmak için %10 seçim barajını aşmak için çalışıyor. Eğer meclise girebilirse, bunun çifte yararı olacak: siyaset matematiği işlediğinde Erdoğan tam başkanlık sisteminden vazgeçmek zorunda kalacak ve Kürt barış süreci tekrar ivme kazanarak güçlenecek. Türkler HDP’ye oy vermeli.