Bereket Kar yazdı
Cenevre I Konferansı, Suriye’yi içine alan bir yıllık silahlı çatışmaların ardından 30 Mart 2012’de, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi temsilcilerinin yanı sıra Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin katılımıyla toplanmış ve Konferans bileşenlerince Suriye temsilcilerinin yokluğunda ülkenin geleceğine dair bir yol haritası dayatılmıştı. “Siyasal çözüm önerileri” adıyla yayınlanan sonuç bildirisi, başta Esat yönetimi ve devrimci demokratik iç muhalefet tarafından olumlu karşılanırken, cihatçı silahlı güçler ve siyasi uzantıları durumundaki dış koalisyon güçlerince, Esat’ın geleceğinin belirsizliğini koruduğu gerekçesiyle reddedilmişti. Cenevre I’in ardından Suriye yönetimi, her ne kadar yasal/anayasal sınırlı aflar, maaş zamları ve genel seçimler gibi kendince reformlara yöneldiyse de, bu gelişmelerin BAAS yönetiminin öngörüleri ve kararlarınca hayata geçirilmesi, muhalefetin çoğu bileşeni (devrimci, İslami vs) açısından reddedilmesi için yeterli sebep sayıldı.
Esasen Cenevre I’in, Rusya’nın yoğun siyasi çözüm ısrarını yok saymak yerine, bu girişimin karşılığı olmayan bir çaba olduğunu göstermek ve bir nevi nabız yoklamak hedefiyle kabul gördüğü söylenebilir. Zira ABD ve AB ülkeleri, Konferans’a aksi yönde bir çözümde ısrar eden Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’ye yaptıkları çok yönlü yardımları, aktif bir şekilde sürdürdüler.
Şeriatçıların sisteme savurduğu kitleler
Suriye’de, ABD’ye, bölge ve AB ülkelerine bağlı olarak bir nevi vekalet savaşı sürdüren şeriatçı muhalif güçlerin Esat’ı yıkma ve şeriat kurma dışında bir planları yoktu. Suriye halkının geleceğine dair hiçbir ekonomik, sosyal, siyasal tasavvurlarının olmaması, hegemonya kurma ve iktidar temsiliyeti anlaşmazlıkları hemen göze çarpıyordu. Mülk ve ganimet kavgası, dışarıdan alınan mali ve askeri desteklerin eşitsiz dağılımı da kolayca gözlemleniyordu.
Daha önemlisi; kimlik, düşünce, inanç esasına göre bireysel ve toplu katliamları İslamiyet’in, şeriatın bir gereği gibi sunarak gerçekleştirmeleri, kamuoyunda ciddi infiallere yol açtı. Bunların sonucunda her kesimden muhalif halk kitleleri, yeniden sistemin yanında yer aldı.
Suriye’nin dört bir yanını, özellikle Sünni muhafazakarlığın etkili olduğu kırsal yerleşim alanlarını El Kaide, El Nusra, Ahrar El Şam, Ahfad El Resul, Sukur El Şam gibi cihatçı, Müslüman Kardeşler’in türevleri üs edinip işgal etti. Bu gruplar Alevi, Hıristiyan, Dürzi, Ermeni ve İsmaililer’in yanı sıra Rojava’da Kürt halkına karşı Türkiye’nin desteğiyle katliamlara girişti. Sınır kapılarına hakim olmaları sorunun büyüklüğünü ve ciddiyetini bir kat daha arttırdı. PYD önderliğinde Kürt halkının Rojava’yı hem cihatçı kontralara hem de destekçileri Türkiye’ye karşı savunması ise dengeleri altüst etti. Bu karamsar, güvensiz tablonun uzun vadede çıkarlarına zarar vereceğini gören ABD ile kimi AB ülkeleri; Irak, Libya ve Afganistan deneyimini yeniden yaşamanın akılcı olmayacağından hareketle, Suriye politikalarına yeni bir ayar vermenin gerekliliğini gördü. Dolayısıyla IŞİD ve El Nusra Cephesi’ni terör örgütü olarak ilan etti.
ABD ve Rusya’nın kesişen çıkarları
ABD, siyasal çözüm için taraflar nezdinde çabalarına ara vermeyen Rusya’nın bölgede giderek nüfuz elde edeceğini gördü. Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’a sırtını dönmeden Rusya ile süreci yönetmenin, bölgedeki genel çıkarları açısından, özellikle de Filistin-İsrail barışı ve İran’la nükleer santral anlaşması için daha hayırlı olacağına kanaat getirdi. Daha önemlisi, bir dış müdahale anında, bölgenin bütününe yayılacak ateşin, komşu Suriye’den İsrail’e yönelebileceği endişesini taşıyan ABD’nin, Şam’ın kırsalında kullanılan kimyasal silahları Esat’ın üzerine yıkarak pazarlık konusu yapması ve sonuçta imhası üzerine anlaşmaya varması başta İsrail’i sevindirirken, nefesini tutan bölge halklarının bütününü rahatlattı.
Cenevre II’ye gidecek yolda önemli bir kilometre taşı olan bu gelişmede en önemli payın Rusya’ya ait olduğunu teslim ederken Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın buna sevindiğini söylemek mümkün değil. Özellikle ABD’nin on yıllar sonra, nükleer silah üretimi üzerinde, İran’la vardığı anlaşma Suudi Arabistan’ı çileden çıkardı; İsrail’le işbirliği dahil, İran’a karşı yeni ittifak arayışlarına soktu. Diğer yandan Mursi’nin devrilmesi nedeniyle AKP ile soğuyan ilişkilerini, cihatçı kontralara daha fazla yardım yapma üzerinden geliştirmeyi başardı. Ne var ki, tüm bu çırpınışlar Cenevre II’ye doğru gelişen süreci yalnızca uzattı. Zira ABD ve Rusya bölgedeki çıkarlarını gözetti, Cenevre II’nin çatısını çattı. Yapılacakların bütünü zamana yayılsa da, bu çatı altında olması öngörülüyordu. Böyle de oldu ve Cenevre II’nin tarihi belirlendi.
Suriye sorununun, Suriyeli taraflar yerine, emperyalist güçlerin dış müdahalesiyle çözümü, kuşkusuz, halklar lehine kazanımlar elde etmek yönünde büyük bir handikap. Ancak sorunun barışçı siyasal çözümle aşılmasının gerekliliği de bir o kadar kuşku götürmez. Zira yaklaşık üç yıldır süren iç savaş, Suriye’yi her düzeyde yıkıma götürmesinin yanı sıra bölgenin bütünü için yıkıcı sonuçlar yaratmaya gebe. Tek çıkış yolunun barışçı siyasal çözüm olduğu çoktan ortaya çıktı. Bundan böyle esas mesele tarafların masada kimi, nasıl temsil edeceği ve nasıl bir Suriye tasavvuruna sahip olduğudur. Dış menşeli El Kaide, El Nusra ve kimi diğer silahlı gruplar bir tarafa bırakılacak olursa, Suriye’yi yeniden ve farklı bir düzlemde kuracak olan taraflar esas olarak BAAS, muhalif liberal İslamcı güçler, devrimci-demokratik sosyalist güçler ile özgürlükçü Kürt güçleri olacaktır. Tümünün katılmadığı bir siyasi barışın sağlanması olanaksızdır. Güçlü Suriye yönetimini dengeleme ve zayıf şekilde masaya oturmaya zorlanan silahlı muhalefete destek olma amacının yanı sıra, bugünkü haliyle Cenevre II’ye taşınanların, Suudi Arabistan ve Türkiye’yi kollayanların bir koalisyonu olduğunu belirtmek lazım. Gerek İran, gerekse Rojava Kürtleri’nin ve iç devrimci muhalefetin dışlanması tamamıyla bu kaygılarla gerçekleşti. Lavrov’un deyimiyle bu dünyanın sonu değil, zira Cenevre süreci uzun sürecek. Hali hazırdaki bileşimden Davutoğlu’nun, Faysal’ın hayal ettiği Esat’ın olmayacağı bir geçiş hükümetinin kuruluşu kararı çıkmayacağı gibi, BAAS’ın hedeflediği terörizmi destekleyen ülkelere karşı karar almak da olanaksız. Olsa olsa, farklı alanlarda devam eden iki taraflı kuşatmaları kaldırma, insani yardımlara yol verme, BM heyetlerinin serbest hareketliğini arttırma ve diyalogların devamı yönünde kararlar alınabilir.
Suriye halklarının teminatı: Devrimci dayanışma
Esas sorunların, tartışılacağı geçiş hükümetinin kuruluşu, genel af, ateşkes kararı, milyonlarca mültecinin geri dönüşü, El Kaide ve El Nusra’yı tasfiye kararı, Suriye’nin yeniden imarı gibi sorunlar, mükerrer Cenevre konferanslarının sorunu olarak görünüyor. Bununla beraber dışlanan Kürt ve devrimci sosyalist güçlerin masada temsil edilmesiyle sorunlara gerçekçi bir çözümün mümkün olacağını akılda tutmalıyız. Suriye halkıyla, Rojava’yla ve tüm barış demokrasi güçleriyle dayanışmayı yükseltmek, emperyalizme, işbirlikçi bölge ülkelerine ve bunların maşası durumundaki cihatçı güçlere karşı mücadeleyi sahiplenmek, Türkiye devrimcilerinin, sosyalistlerinin ve özgürlük güçlerinin temel görevleri arasında olmalı. Cenevre’nin, dolayısıyla Suriye’nin halklarının geleceğinin teminatı budur.
26.1.2014
[box style=’info’]
Cenevre I kararları
Suriye’de silahlı çatışmaların başlaması üzerine, gerek Arap Birliği gerekse BM düzeyinde sürdürülen, çatışmaların durdurulmasına dair bir dizi girişimin başarısız olmasının ardından, BM ve Arap Birliği’nin eski Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın davetiyle bir araya gelen Eylem Grubu* 30 Haziran 2012 tarihinde Cenevre’de toplandı. Cenevre II Konferansının zeminini oluşturan bu toplantı Cenevre I Konferansı, sonuç bildirgesi ise Cenevre I Kararları olarak anılmaktadır. Bildirge, 6 Maddelik Annan Planı’na ve 2042, 2043 No.lu BMGK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) kararlarına dayanmaktadır. Bildirgede;
• Geçişi mümkün kılacak tarafsız bir ortam yaratılabilmesi için bir geçiş hükümetinin kurulması gerektiği,
• Söz konusu geçiş hükümetinin mevcut yönetimin, muhaliflerin ve diğer grupların üyelerini içerebileceği, ortak rıza temelinde oluşturulabileceği; ülkenin geleceğine Suriye halkının karar vereceği; Suriye’de toplumun tüm kesimlerinin, ulusal diyalog sürecine dâhil edilmesi gerektiği,
• Bu temelde anayasal düzenin ve adalet sisteminin gözden geçirilebileceği; sonucun halkın onayına sunulacağı; anayasal düzen kurulduğunda, özgür ve çok partili seçimler için hazırlanılması gerektiği,
• Kadınların geçiş sürecinin tüm safhalarında tam anlamıyla temsil edilmeleri gerektiği,
• Geçiş sürecinde güvenlik, istikrar ve sükûnetin büyük önem taşıdığı; tüm tarafların şiddetin kalıcı biçimde durmasının temini için geçiş hükümetiyle işbirliği yapmak zorunda olduğu,
• Suriye’nin toprak bütünlüğü, bağımsızlığı ve birliğine saygı gösterilmesi gerektiği; Eylem Grubu’nun üyeleri dahil olmak üzere uluslararası toplumun, bu ülkedeki tarafların varacağı anlaşmanın uygulanmasına önemli destek vermeye hazır olduğu,
• Eylem Grubu’nun, Suriye’de süregelen ve artan ölümler ile yıkım ve insan hakları ihlallerini kınadığı, bu durumun sona erdirilmesi ve Suriyeliler’in liderliğinde geçiş hükümetine yönelik sürecin başlatılması için ivedilikle ve yoğun biçimde çalışmaya kararlı olduğu dile getirilmiştir.
*Eylem Grubu: BM ve Arap Birliği Genel Sekreterleri Ban ve Elaraby, BM Güvenlik Konseyi beş daimi üyesinin (ABD, Çin, Fransa, İngiltere, Rusya) Dışişleri Bakanları, Türkiye Dışişleri Bakanı, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi, Arap Birliği Zirvesinin Başkanı sıfatıyla Irak Dışişleri Bakanı, Arap Birliği Dışişleri Bakanları Konseyi Başkanı sıfatıyla Kuveyt Dışişleri Bakanı ve Arap Birliği Suriye İzleme Komitesi Başkanı sıfatıyla Katar Dışişleri Bakanı.
[/box]