SEÇTİKLERİMİZ – Alptekin Dursunoğlu
Niteliğinden ve seyrinden dolayı siyasi çözüme dair hiçbir umut ışığı yakmasa da Cenevre-2 konferansı,Suriye sorununda bir dönüm noktası olma özelliği taşıyor.
Suriye sorununun siyasi çözümü konusunda hiçbir umut vermese de önemli bir dönüm noktası oluşturan Cenevre-2 müzakerelerinin birinci aşaması 31 Ocak’ta sona erdi.
Cenevre-2 müzakereleri şu sebeplerden dolayı siyasi çözüm konusunda hiçbir umut vermiyordu:
1- Dostlar Grubu’nun Arap üyeleri ve Türkiye, hala savaş seçeneği ile Şam yönetiminin devrilebileceğine dair umut taşıyor.
2- Masada muhalefet adına yalnızca Dostlar Grubu tarafından desteklenen Ulusal Koalisyon adlı muhalif örgüt bulunuyor.
3- Cenevre-2’ye ABD baskıları sonucu gönülsüz olarak katılan Ulusal Koalisyon, müzakereler konusunda kendi içinde bile ortak bir görüşe sahip değil.
Ulusal Koasliyon’un ana gövdesini oluşturan Ulusal Konsey’in en önemli bileşeni olan Müslüman Kardeşler’in Lideri Riyad Şukfa’nın, “Suriye yönetimiyle diyalogun ciddi olmayacağı kanaatinden ötürü Koalisyon’un Cenevre 2’ye katılmaması yönünde oy kullandık. Bundan ötürü Cenevre 2’ye giden Koalisyon heyetine katılmadık”[1] şeklindeki açıklaması, Cenevre’deki heyetin Koalisyon’un kendisini bile bütünüyle temsil etmediğini gösteriyor.
4- Sahadaki silahlı grupların hiçbiri, Cenevre-2’yi kabul etmiyor ve Dostlar Grubu tarafından ‘Suriye muhalefetinin tek meşru temsilcisi’ olarak tanınan Ulusal Koalisyon’u bir temsilci olarak tanımıyor.
Güney Kore’nin bile katıldığı Cenevre konferansına Suriye sorununun doğrudan taraflarından biri olan İran’ın davet edilmemesinin de konferansın başarısını gölgeleyen bir etkisinden söz edilebilir.
Ancak Şam’ın onayladığı bir sonucu ret, reddettiği bir sonucu da kabul etmeyeceği için Tahran’ın konferansı etkileme kapasitesinin Şam’ınkiyle sınırlı olduğu, dolayısıyla da İran’ın Cenevre’deki boşluğunun konferansın başarısını doğrudan etkilemediği söylenebilir.
Yukarıdaki şartların doğal bir sonucu olarak Suriye heyetinin, kendisini bile tam olara temsil edemeyen Ulusal Koalisyon’la anlaşmaya varması durumunda bile, anlaşmanın kağıt üstünde kalacağının açık oluşu, Cenevre’ye dair umut beslemeye imkan vermiyor.
9 günlük konferansın özeti
İlk gün 40 ülkenin katılımıyla Montrö’de yapılan konuşmalar, tarafların konumlarının güçlü olduğunu vurgulamak adına tutumlarını en üst perdeden dile getirdiği bir gösteri niteliğindeydi.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Cenevre’ye baskıyla getirttiği Ulusal Koalisyon Başkanı Ahmed Carba, 30 Haziran 2012’deki Cenevre-1 bildirisine atıfla geçiş hükümetini vurguladı; ancak bildiride yer almamasına rağmen Beşşar Esed’in geçiş hükümetinde rol alamayacağını savundu.
Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Suriye’de artan ve tüm bölgeyi tehdit eden aşırılığa dikkat çekti, yaşanan sorundan terörü destekleyen ülkeleri sorumlu tuttu ve terörle mücadele vurgusu yaptı. Muallim’in terörü desteklemekle suçladığı tarafların başında gelen Türkiye adına konuşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Muallim’in iddialarına cevaben aşırılıktan, terörden ve akan kandan Suriye yönetimini sorumlu tuttu.[2]
25 ve 26 Ocak’taki yüz yüze müzakerelerin gündemi başta Humus olmak üzere kuşatma altındaki bölgelere, insani yardımların ulaştırılmasıydı.
Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad, “Humus’taki silahlı teröristler kadın ve çocukların kenti terk etmesine izin verirlerse biz her türlü kolaylığı, ayrıca gereken barınma ve ilaç yardımını da sağlayacağız” dedi. Ancak Humus’taki muhalifler, silahlı isyancıların kısmi bir ateşkes değil, kenti çevreleyen kuşatmanın tamamen kaldırılmasını istediklerini söyledi.[3]
Yüz yüze görüşmelerde Suriye heyeti, “ülkeyi kurtarma planı” adı altında insani soruna sebep olan terör ile mücadele konusunda bir plan paketi önerdi; ancak Ulusal Koalisyon heyeti, terörle mücadele değil, geçiş hükümeti konusunu görüşmek istediklerini belirterek Şam’ın önerisini reddetti; Suriye heyetini ‘müzakerelerin seyrini saptırmaya çalışmakla’ suçladı.[4]
Tarafların elindeki esir veya tutukluların durumu ve geçiş hükümeti konularında yapılan sonraki görüşmelerde de önceki görüşmelerde olduğu gibi hiçbir ilerleme sağlanamadı.
Çünkü Suriye yönetimi elindeki tutuklu veya mahkumlara ilişkin somut veriler ortaya koyabilmesine rağmen, silahlı gruplar üzerinde hiçbir etkisi bulunmayan Ulusal Koalisyon’un sunabileceği hiçbir veri bulunmuyordu. Bu yüzden de yapılan görüşmeler Ulusal Koalisyon Sözcüsü Luay Safi’nin deyimiyle “sağırlar diyalogu”[5] şeklinde geçti.
Umutsuzluğuna rağmen dönüm noktası
Yukarıda açıklanan niteliğinden ve seyrinden dolayı siyasi çözüme dair hiçbir umut ışığı yakmasa da Cenevre-2 konferansı, şu sebeplerden dolayı Suriye sorununda önemli bir dönüm noktası olma özelliği taşıyor.
1- Başından beri Suriye sorununa dair ‘devrim’den başka bir çözüm önermeyen Dostlar Grubu ve onların desteklediği muhalifler, ilk kez Şam’la hiçbir ön şart ileri sürmeksizin masaya oturdu.
2- Yüz yüze görüşmeyi kabul eden taraflar, hukuki olarak olmasa bile fiili olarak birbirlerini ‘meşru muhatap’ olarak tanıdı.
3- Beklentiler farklı da olsa, soruna taraf olan tüm uluslar arası çevreler, ön şartsız olarak Cenevre’ye gelmekle bir tarafın kesin zaferi diğer tarafın da kesin mağlubiyetine dayalı bir sonuca ulaşılamayacağını kabul etmiş oldu.
4- Suriye sorununun Dostlar Grubu ve desteklediği muhalif örgütün iddia ettiği gibi salt siyasi sorun olmadığı kabul edildi. Sebebi konusunda taraflar birbirini suçlasa da Suriye’de tüm bölgeyi etkilemeye başlayan ciddi bir terör ve güvenlik sorununun varlığı itiraf edilmiş oldu.
Bu dönüm noktasına nasıl gelindi?
Suriye sorunu başladığı 18 Mart 2011’den bu yana dört ana evre ve dönüm noktası çerçevesinde kamuoyunun dikkatlerine sunuldu.
1. Evre: 18 Mart 2011’den, 4 Ocak 2012’ye kadar olan birinci evrede Suriye sorunu “halkın demokratik değişim taleplerinin rejim tarafından şiddet kullanılarak bastırılması” olarak yansıtıldı. Başından beri silah kullanmasına rağmen bu evrede isyanın ‘sivil’, şiddetin ise ‘tek taraflı’ olduğu vurgulandı.
Türkiye ve Arap Birliği, bu evrede Suriye yönetimine ‘reform’ tavsiyesi söylemi ve ‘çözüm için arabuluculuk’ rolü ile soruna müdahil oldu ve Suriye’ye ait bir iç meseleyi, bir uluslar arası krize dönüştürdü.
2. Evre: Arap Birliği ve Batılı ülkelerin “insani yardım koridoru açılması” adı altında hazırladığı müdahale planının BM Güvenlik Konseyi’nde oylamaya sunulduğu 4 Ocak 2012’de başlayan bu evrede ‘Suriye yönetimi reform tavsiyelerini dinlemiyor; insani krizin önlenmesi için dış müdahale gerekiyor’ söylemi hakim oldu.
Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetosu, Suriye’de Libya modeline uygun bir dış müdahaleli ‘devrim’e izin vermediyse de müdahale arayışı Dostlar Grubu’nun oluşturulmasıyla devam etti.
3. Evre: Dostlar Grubu, Bush yönetiminin 2003’teki Irak işgalini model alan bir yapı olarak kurulsa da uluslar arası ve bölgesel şartlardan dolayı ABD’nin Irak’a yaptığı gibi BM’yi bypass ederek Suriye’ye tek taraflı müdahalede bulunamadı.
Bu yüzden de 18 Temmuz 2012’de Şam’daki ulusal güvenlik binasına düzenlenen ve tüm Suriyeli üst düzey güvenlik yetkililerinin öldürülmesiyle sonuçlanan gizli servis operasyonunun ardından mayıs ve haziran aylarından itibaren silahlandırılan muhalifler aracılığıyla vekalet savaşına başlandı.
18 Temmuz sonrası başlatılan vekalet savaşı da ‘Suriye halkının kendini koruma hakkı’ söylemiyle desteklendi.
4. Evre: 18 Temmuz’da fazla birkaç ay içerisinde ‘devrim’le sonuçlanması beklenen vekalet savaşının, silahlı grupların kendi arasında savaşmaya başladığı 2013 yılının eylül ayından itibaren kontrolden çıkmaya başladığı fark edildi.
Sahadaki belirleyiciliğin el-Kaide bağlantılı grupların eline geçmesi, Dostlar Grubu tarafından yapılandırılan siyasi ve askeri örgütlerin bir tabeladan ibaret kalması ve ÖSO’dan ayrılan İslami Cephe’nin de sahada yarıştığı el-Kaide’ye benzeşmeye başlaması, başta ABD olmak üzere Dostlar Grubu’nun Batılı üyelerini siyasi çözüme yaklaştırdı.
Diplomasi masasından yeni savaş
Elbette ABD’nin siyasi çözüme yönelmesi ve Ulusal Koalisyon’u Cenevre’ye zorlaması, vekalet savaşından çekileceğinin kanıtı sayılamıyor.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin konferansın açılış konuşmasında “geçiş hükümetinde Esed’in rolü olmayacak” sözü, salt bir söylem olarak algılanabilecek olsa da Washington’un konferansın devam ettiği günlerde muhalifleri silahlandırmaya başlaması,[6] ABD’nin savaştan çekilmediğinin göstergesi olarak okunabilir.
ABD’nin bir taraftan Ulusal Koalisyon’u masaya oturmaya zorlarken diğer taraftan muhalifleri silahlandırması, çekilmek değil vekalet savaşını kontrol altına almak istediğine dair ip uçları sunuyor.
Amerika’nın ‘ılımlı’ olarak gördüğü örgütlere verdiği silahların, tanksavar ya da uçaksavar yerine hafif silahlardan oluştuğunu belirten el-Cezire, konuyla ilgili haberinde bu silahların ödeneğinin Kongre’nin 2014 yılı bütçesini görüştüğü sırada onaydan geçtiğini ifade ediyor ve Amerikalı yetkililerden naklen söz konusu silahların, Suriye ordusuna karşı zaferi getirecek nitelikte olmadığını bildiriyor.[7]
Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad’ın, Cenevre’deki Suriye heyetinin “Ulusal Koalisyon’la değil, aslında Robert Ford’la müzakere yaptığı”na[8] dair açıklaması ve müzakereler devam ederken, ABD’nin muhalifleri sadece el-Kaide’ye karşı mücadelede işe yarayacak silahlarla silahlandırması, Washington’un siyasi çözümü yedeğinde tutarak kontrolünü kaybettiği sahayı toparlamaya çalıştığını yansıtıyor.
Suflörlüğü Robert Ford tarafından yapılan Ulusal Koalisyon, Cenevre 1 kararları içerisinde yer alan ve Güvenlik Konseyi’nin 2118 sayılı kararıyla desteklenen geçiş yönetiminin kurulması maddesinde ısrar ediyor.
Suriye heyeti ise Cenevre-1’in diğer maddelerine de işaret ederek terörle mücadeleyi öne çıkarıyor ve ‘geçiş hükümetinin’ Beşşar Esed’in siyasi süreç dışında bırakılması ya da yetkilerinin sınırlandırılması anlamına gelmediğini vurguluyor.
Amerika’nın önceliğinin siyasi çözüm mü, yoksa vekalet savaşını sürdürebilmek için sahayı toparlamak mı olduğu ikinci tur müzakerelerde daha net görülebilecek.
İkinci tur müzakerelerde masaya Ulusal Koalisyon dışındaki muhalif grupların da davet edilmesi de gündemde.[9]
10 Şubat’ta Suriye içindeki muhalif grupların da Cenevre’ye davet edilmesi ve gündemin terörle mücadele ağırlıklı şekillenmesi, ABD’nin çekilmeye hazırlandığı; 22 Ocak’taki tarafları ve gündemiyle sürmesi durumunda ise ABD’nin sahayı toparlayarak savaşı sürdürme iradesini göstermiş olacak.
Bu yazı ydh.com.tr (Yakın Doğu Haber) sitesinden alıntılanmıştır.
[1] El Kudsu’l Arabi, 27 Ocak 2014. http://www.alquds.co.uk/?p=127710
[2] Hürriyet. 22 Ocak 2014. Montrö’deki Cenevre-2 Konferansı gergin başladıhttp://www.hurriyet.com.tr/dunya/25623620.asp
[3] Zete. 27 Ocak 2014. Suriye, kadın ve çocukların Humus’tan çıkışına izin verdihttp://zete.com/2014/01/suriye-kadin-ve-cocuklarin-humustan-cikisina-izin-verdi/
[4] Farsnews. 31 Ocak 2014. پایانی سرد برای 9 روز مذاکرات فشرده در ژنوhttp://www.farsnews.com/newstext.php?nn=13921111000519
[5] YDH. 28 Ocak 2014. Cenevre-2: Sağırlar diyalogu. http://www.ydh.com.tr/HD12605_cenevre-2–sagirlar-diyalogu.html
[6] YDH. 28 Ocak 2014. Cenevre’ye rağmen ABD’den Suriye’deki müttefiklerine silah desteği.http://www.ydh.com.tr/HD12608_cenevreye-ragmen-abdden-suriyedeki-muttefiklerine-silah-destegi.html
[7] El-Cezire. 28 Ocak 2014. الكونغرس يقر سرا أسلحة لكتائب المعارضة بسورياhttp://www.aljazeera.net/news/pages/09b03eae-f62d-41fd-9db0-86c36fd98a84
[8] El Alem. 31 Ocak 2011. سوریه: مخالفان در ژنو مزدوران قدرتهای دیگر بودندhttp://fa.alalam.ir/news/1561711
[9] YDH. 1 Şubat 2014. İkinci tur müzakerelere muhalefet ilavesi.http://www.ydh.com.tr/HD12613_ikinci-tur-muzakerelere-muhalefet-ilavesi.html