SEÇTİKLERİMİZ- Harun Ercan’ın Yeni Özgür Politika’daki yazısı: “Cenaze provokasyonu ucuz atlatılmış olsa da, bunun ilk ve son provokasyon olacağını söylemek zor. Dışarıda Kürtlere dokunamadıkça içerideki Kürtlere “had bildirme” girişimleri devam edecek.”
HARUN ERCAN
Hatun Tuğluk’un Ankara’da defnettirilmemesi ile alakalı yorumlara bakıldığında ton farkları olsa da çoğunluğu “insani değerlerin yitimi”, “toplumsal bölünmüşlük”, “vicdansızlık” veya “hükümetin acımasızlığının sınırsızlığı” gibi temalar etrafında dolaşan yakınmalar ve tepkiler görüyoruz. “Değerler” etrafında tartışmak yerine bu hadisenin hakikatini kavrayabilmek için basit bir sorunun peşine düşmek gerekiyor: Neden böyle bir provokasyon örgütlendi?
Bildiğimiz anlamda Türkiye’deki ortalama bir ırkçının tüm resmi işlemleri aynı gün yapılan cenaze töreninden hemen haberdar olması, kısa süre içinde organize olup mezarlığa gelmesi söz konusu olamaz. Bu düzeyde bir örgütlenme kapasiteleri yok ve yönlendirildikleri kesin. Cenaze törenine katılan profile bakıldığında, HDP’nin ve Kürt siyasi hareketinin o gün cezaevinde olmayan neredeyse tüm vekillerinin ve temsilcilerinin toplandığını görüyoruz. Böyle bir HDP heyetinin doğalında güvenlik açığı olan bir ortamda en son ne zaman biraraya geldiğini hatırlamıyoruz bile. Çünkü bu düzeyde ancak kapalı veya güvenlikli ortamlarda yan yana geliyorlar artık. Eğer hedef doğrudan zarar verme maksatlı saldırı olsa, provokasyon grubunun bunu yapmak için aslında imkanı vardı. Ama bağırıp çağırarak ve hakaret ederek cenaze için toplanan kalabalığı galeyana getirmeye çalıştılar. Karşılarındaki 20 civarında polisinin oldukça nazik bir şekilde davranması, grubu idare etmesi ve zamana oynaması akıllara tek bir şeyi getiriyor, ortada bir plana vardı:
HDP’liler dışarıdan destek çağıracak, HDP’liler gelecek, hakiki bir kavga ve çatışma ortamı doğacak, bazı insanlar kim vurduya gidecek, medya çarpıtmalarıyla sorumluluğu doğrudan devlete kesilmeyecek “kusursuz cinayet”lere zemin yaratılmış olacaktı. Cenazedeki HDP’liler ise doğrudan destek çağırmak veya saldırgan grup ile dalaşmak yerine önce olayı sosyal medyada duyurdular akabinde de hükümet ile temasa geçtiler. Provokasyonu engellediler.
Ortada iki olasılık var. Bu provokasyon ya doğrudan devlet kademeleri içinde hiyerarşik bir şekilde organize edildi ya da devlet içindeki gruplardan biri tarafından. Peki neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuldu?
Kayda değer bir süredir Türk devlet aygıtı içerisinde tam anlamıyla bir kriz var. Zaman geçtikçe bu kriz bitmiyor bilakis derinleşiyor. Devletin kadrolarını ve kurumlarını bir arada tutacak ve daha da önemlisi belirli bir doğrultuya yönlendirebilecek şey eksik. Az da olsa var olan hak, hukuk, adalet ve tüzük devri çoktan kapandı. Şu anki esas mesele, 15 Temmuz sonrasında İslamcılığın, alnı secde görmüş kadroların yıllardır gördüğü işlevi yitirmesi. İslamcı kadrolara güvensizlik ortamında geriye bir tek Türk milliyetçiliği kalıyor. 1 yıldır FETÖ’den boşalan kadroların büyük bölümünü MHP’lilerin doldurduğu sır değil. Geçen süre zarfında Erdoğan’ın devlet içindeki esas işlerinden birisi Erdoğancılar ve Türkçüler dengeyi yönetmek oldu. Özünde, İslamcıların değil Erdoğancıların sözünün geçtiği, milliyetçilerin ise kontrolden çıkmadan güvenlik kurumları içinde icracılığı kabul ettiği bir bürokratik mimarı tasarlandı. İşin doğrusu, bu mekanizmanın iyi çalıştığını söylemek zor. İktidar medyasında yaklaşık iki haftadır “olağan” sayılamayacak bir durum söz konusu. Erdoğancı olarak bilinen pragmatist isimler katıksız milliyetçi/ırkçı bir yöne savrulurken İslamcı olarak bilinenler neredeyse ilk kez yüksek perdeden ve doğrudan Erdoğan eleştiriyor.
Peki bu devlet krizi ile Hatun Tuğluk’un cenazesindeki provokasyon arasında nasıl bir ilişki var? Meselenin bir ucu devletin içinde diğeri de Kürt meselesinin kalbinde. HDP’ye ve Kürtlere nefes aldırmadan uygulanan baskı politikasında bir döneminin sonuna gelindi. Alınan siyasi sonuç ise yok denecek düzeyde. Baskı politikaları, zaman içerisinde çeşitlendirilmediği veya ölçeği artmadığı sürece bir müddet sonra toplum üzerindeki etkisini yitirir ve zamanla boş gösteriye dönüşür. Devlet son bir yılda Kürtleri evinde tutmayı başardı ama HDP’ye olan desteği azaltamadı. PKK’nin silahlı gücünü tükettiğini de söylemek zor. Eğer hiyerarşik şekilde örgütlenmişse, Hatun Tuğluk’un cenazesindeki provokasyon ile devlet hem kendi içindeki krizi Kürtler üzerinden bastırmaya hem de Kürtlere yeni bir ders vermeye çalıştı.
Devlet içindeki milliyetçi homurtuları Kürt öldürerek dindirmek bu süreçte çok da maliyetli bir hamle sayılmaz. Ama HDP’lilerin soğukkanlı davranması sayesinde bu hamle amacına ulaşamadı. İçinden geçtiğimiz süreci hatırlamakta fayda var: Suriye’de Kürtler kendi tarihlerini kendileri yazıyor, Güney Kürdistan’da ise bağımsızlık referandumunun eli kulağında. Ertelense bile bir sonraki denemede şu anki tepki örgütlenemeyecek. Devletin içi ise bu durumdan en üst seviyede rahatsız. Dışarıda kaybedilen her kalenin hesabını içerideki Kürtlere sormak isteyen bir irade var devlet içinde. Kürtlerin özerkleşme ve bağımsızlaşma eğilimini Türkiye içinde ancak bu şekilde durdurabileceklerine inanıyorlar. Bu irade kendisini Hatun Tuğluk’un cenazesinde aleni şekilde gösterdi. PKK’nin yaz boyunca savaşı Kürt illerinin dışına taşımamış olması ve şiddetin seviyesini belirli bir düzeyde tutmuş olması, iç düşman ihtiyacının karşılanması noktasında pek de yardımcı olmuşa benzemiyor. Cenaze provokasyonu ucuz atlatılmış olsa da, bunun ilk ve son provokasyon olacağını söylemek zor. Dışarıda Kürtlere dokunamadıkça içerideki Kürtlere “had bildirme” girişimleri devam edecek.