Çaykur grevi, belki de Türkiye’de son zamanlarda en kısa süren grev olması bakımından ilgi çekecek sadece. Ancak doğurduğu sonuçlar nedeniyle Tek Gıda -İş sendikası Doğu Karadeniz’de şiddetli bir depremle sarsıldı. Görünen o ki artçı depremlerle sarsılmaya devam edecek. 76 gün süren ve emek cephesine umut ve moral aşılayan Tekel işçilerinin direnişi hatırlandığında, Çaykur grevi tam tersi bir etki yaratarak Çaykur önünde tuz buz oldu ve bir teşebbüs olarak kaldı. Geriye hüzünlü bir tablo, kırılgan sendikal ilişkiler ve kırılan umutlarla birlikte “Bu iş yerinde grev vardır” yazısı kaldı.
Tarihsel ve toplumsal koşulların başarısızlığı zorunlu kıldığı bahanesinin arkasına sığınarak bir takım genellemelerle kolaycılığa kaçmak, işin içinden sıyrılmaya çalışmak sendika bürokrasisini kurtaramaz. Klasik sendikacılık bile sayılmayacak kadar naif, sıradan ve basiretsiz insanların çeşitli ahbap çavuş ilişkilerini kullanarak sendika yönetimlerine gelmesine imkan tanıyan sendikacılık oyunundan başka bir şey beklemek de safdillik olurdu. Biz işçiler süreci içeriden takip ederek yürütmeye çalışsak da kaderimizin böyle tecelli edeceğini öngörüyorduk. Fakat bir bütün olarak süreci tek başına taşıma ve kilitlenme irade ve örgütlülüğünden yoksun olduğumuzun da farkındaydık.
Çaykur işçisi sendikasızlaştırılmak isteniyor
Çaykur işçisi 2008 yılında da sendikasından ayrılması için baskı ve tehditlere maruz kaldı. Sendika genel merkezinden işyeri temsilcilerine ve işçilerine kadar herkes yaklaşık yedi aylık bir mücadele sürecinde sınıf dayanışması sayesinde sendikasına sahip çıkmasını bildi. İşvereninin ve iktidarın baskılarına boyun eğmedi. Çaykur işçisi, neo-liberal politikalarla birlikte işçi sınıfını sosyal kültürel ve siyasi kuşatma altında tutma ve esnek çalışmaya mahkum etme sürecinin karşısında durmaya çalıştı.
Son beş yıl içerisinde; işverenin işçileri sendikasızlaştırma ve sendikayı Çaykur’dan tasfiye etmeye yönelik çabalarının boşa çıkarılmasının işveren cephesinde yarattığı öfkenin bugünlere taşınacağı ve sermayenin rövanş almaya çalışacağı belliydi. İşte tam bu noktada 2013 yılında başlayan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin zora sokulacağını ve tıkanıklık yaşanacağını sendikamız öngöremedi. Ve bu saldırıya hazırlıksız yakalandı.
Başarısızlığın Nedeni:Sendikanın Bürokratik Tavrı
Müzakere süreçlerinin tüketilmesi ve grev kararı alınmasının ardından sendika, Giresun’dan Artvin’e kadar uzanan geniş bir grev sahasında (altı şube başkanlığı, bölge temsilciliği ve işyeri temsilcilikleri) grevi amacına uygun biçimde örgütleyemedi. Sendikamızın bölge (Artvin, Rize, Trabzon ) sorumluları ve temsilcileri işveren cephesinin baskı ve tehditleriyle grevi işlevsiz kılmaya çalışma manevralarına karşı işçilerin yanında duramadılar. Gerçi bunu yapacak ne deneyimleri ne birikimleri ve ne de işçi sınıfının zengin mücadele tarihinden gelen kazanımlarından haberleri vardı. Bölgemizde sendikamızın yöresel kadrolarının çok az bir kısmı dışındakilerin, yerel yakınlık ilişkilerini ve nüfusunu kullanarak seçilmiş yöneticiler olduğunu da hesaba katarsak, sonucun kaçınılmaz olduğunu iyice anlamış oluruz.
Altmış yıldır Çaykur’da örgütlü bulunan sendikamızın iç işleyişi tamamen bürokratik ve yönetimi işçilerden çok kendi çıkarlarını gözeten kişilerden oluşmakta. Bu durum sınıf mücadelesine zarar vermektedir ve sınıf sendikacılığının esas alınması için bu durumdan en kısa zamanda sendikamızı kurtarmak gerekmektedir. Hal böyle olunca mücadelenin sonuçları da böyle oluyor. İşçiler kendi sınıf dayanışması ve bilinçleriyle hareket ederek yöneticilerini seçerken çıkarlarını savunan arkadaşlarına öncülük tanımalıdır. Sınıf ve kitle sendikacılığı bunu gerektiriyor.
Ama bu kendiliğinden olmayacak. Bunun olabilmesi için sınıf bilinçli işçilerin, Çaykur işçileri arasında, kurtuluşun yalnızca kendi ellerinde olduğu bilincini durmaksızın yaymak ve güçlendirmek için çok daha fazla emek sarf etmesi gerekiyor.