Önce Daron Acemoğlu’nun Nobel’i vesilesiyle Türklük tartışması, sonra siyasette normalleşme, “Kürtlerle yeni bir dönem”, Devlet Bahçeli’nin çıkışları derken, bir türlü halledemediğimiz temel meselelerimize geri döndük. Geri döndük dediysem lafın gelişi, aslında hep oradayız, aşıp geçemiyoruz. Bu temel meseleyi en yalın hâliyle tanımlayacak olursak, “Türklüğün mahiyeti, vatandaşlıkla ve Türk olmayan kimliklerle ilişkisi” diyebiliriz. 101. yılını dolduran cumhuriyet ilk günden beri bunu tartışıyor ama bir ortak noktada buluşulamıyor.
Adına Kürt sorunu denen mesele de bu anlaşmazlığın, ihtilafın en büyük tezahürü aslında. Ülkede sadece Türkler ve Kürtler yok tabii ama diğer grupların nüfus büyüklüğü ve bu nüfusun coğrafi yoğunluğu, siyasi örgütlenmesi, tarihi, sosyokültürel kimliğinin konsolidasyonu Kürtlerinki gibi ve o düzeyde olmadığı için ‘Kürt sorunu’ndan bahsediyoruz. Öte yandan, Türklük, vatandaşlık, Kürt sorunu, eşitlik, kimlik vb. meselelerde Türkiye’de hiç söylenmemiş bir söz kaldığını da pek zannetmiyorum. Bu yazıda söyleyeceklerim de dâhil aynı şeyler farklı dönemlerde, farklı kişiler tarafından birçok kereler söylendi ama anlaşılmadığına göre bizce doğru olanı tekrar tekrar anlatmaktan başka bir yol yok.
Bahçeli’nin, gerekirse Öcalan’ın gelip TBMM çatısı altında konuşabileceğini söylemesi, Özgür Özel’in Demirtaş’ı ziyareti ve “Kürt sorunu vardır” mealindeki açıklamaları, kamuoyunu ve sosyal medyayı hareketlendirince zaman zaman gündeme gelen “Kürtlerin ne sorunu var ki canım” mealindeki küçümseyen, retorik soru tekrar ortaya atıldı. Sorunun ne olduğuna geçmeden önce söylenmesi gereken şu ki Kürtlerin sorunu olup olmadığına Kürtler karar vermelidir. Hatta, bir grup Kürt bile başka bir grup Kürt’ün sorunu olup olmadığına, bununla ilgili bir talebi olup olmaması gerektiğine karar veremez. Bu, temel insan hak ve özgürlükleriyle ilgili bir sorun ve taleptir. Dolayısıyla, bir kimse kendi haklarından vazgeçiyor diye başkalarının da vazgeçmesini bekleyemez.
Sorunun ne olduğuna gelecek olursak. Aslında, dediğim gibi, Kürtlerin sorunları olmasına sebep olan zihniyet sadece onların sorunu değil, kendini Türk olarak tanımlamayan herkesin sorunu. Bunun kaynağı da kendini bu ülkenin tek sahibi, efendisi, diğerlerini de kendine tâbi olması gereken insanlar olarak gören, bunu kabul etmeyene kapıyı gösteren, göndermekle, hatta ortadan kaldırmakla tehdit eden hâkim Türklük anlayışı.
Bu anlayış, Türk olmayanları öteden beri iki kategoride değerlendirdi: Türklüğe asimile edilebilecek olanlar ve olmayanlar. Asimile edilemeyecek olanlar (ki bunlar Müslüman olmayan Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani vb. gruplardı) söz konusu olduğunda amaç onların sayılarını şu veya bu yoldan azaltmak oldu. Bunda ‘başarılı’ da olundu, bugün bu gruplar nüfusun binde biri bile değil. Kürtler ise hep belli bir vadede Türklüğe asimile edilebilecek bir grup olarak görüldü ve dolayısıyla dil ve eğitim politikaları bu amaç doğrultusunda şekillendi. Bu yaklaşımın bir parçası olarak yakın zamana kadar tedavülde olan, hâlâ da tamamen ortadan kalkmayan, ‘Kürt’ diye ayrı bir halk olmadığını iddia eden inkâr politikaları devreye sokuldu.
İşte Kürtlerin, en azından önemli bir kısmının sorunu bu asimilasyon politikasıdır. Bu Kürtler Türklük içinde eriyip kaybolmak istemiyor, çocuklarının da torunlarının da Kürt kimliğini korumasını istiyorlar ki bu isteğin gayrimeşru hiçbir tarafı yok. İşte ana dilinde eğitim burada devreye giriyor, çünkü kurumsal eğitimin, yani okul, özellikle de ilkokulun ve burada hangi dilde eğitim yapıldığının kimlik üzerinde belirleyici bir etkisi var. Evde hangi dili konuşursanız konuşun, (ilk)okuldaki dil yavaş yavaş baskın gelir. [Konumuz o değil ama Ermeni okullarındaki sorun da bunun tersidir. Okulda konuşulan dil olan, daha doğrusu olması gereken Ermeniceyi destekleyecek bir sosyal hayat yoktur. Okullarda doğru dürüst Ermenice de konuşul(a)maz, o da ayrı.]
Dolayısıyla, ana dilinde eğitim almayan kuşakların kimliği iklim şartlarına karşı açıkta bırakılmış bir eşya gibi zaman içinde yıpranacak veya rüzgâra kapılmış yaprak gibi savrulacaktır. Buradan bakınca tek tek Kürt bireylerin ulaştığı mertebelerin pek bir anlamı veya etkisi yoktur. Hani derler ya, “Bu ülkede Kürt cumhurbaşkanı, Kürt başbakan olmuştur”; Kürt kimliğini koruyacak sistemi, politikaları oluşturup hayata geçirmedikten sonra isterse bütün Bakanlar Kurulu Kürt olsun, fark etmez.
Şunu da söyleyelim: Bazı Kürtler (veya Türk olmayan diğer grupların bir kesimi) asimile olmakta bir beis görmeyebilirler, bunu rahat yaşamanın bir yolu olarak tercih edebilirler de. Kimileri bu tercihin saygıdeğer olmadığını iddia edebilir ama bu tercihin de gayrimeşru bir tarafı yok, isteyen hayatını öyle yaşayabilir. Fakat, onları emsal göstererek herkesten asimilasyona itiraz etmemesini beklemeye kimsenin hakkı yok.