Mustafa Durmuş’un yeni yazısı: Bu sefer durum ciddi: “Tanrı kaybolmuş…”
Deutsche Bank: Buzdağının görünen kısmı!
MUSTAFA DURMUŞ
Deutsche Bank’taki gelişmeler bu haftaya damgasını vurdu. Bankanın CEO’su ise, bankanın iyi durumda olduğunu, ama “piyasada bazılarının bankaya olan güveni azaltarak onu çökertmeye çalıştığını” ima eden bir açıklama yaptı (https://www.ft.com).
Dün ABD Hükümetinin, spekülatif faaliyetleri nedeniyle bankaya keseceği cezayı 5 milyar dolar civarında bir para cezası ile sınırlandıracağı haberlerinin yayılmasının ardından bankanın hisselerinin değeri tekrar yükselişe geçti. Diğer yandan Alman yasaları gereğince bu uzlaşmanın banka tarafından teyidi gerekiyor ki, banka henüz bu anlaşmayı ya da uzlaşmayı doğrulamadı.
Daha önceki bir yazımızda bankanın durumunun IMF tarafından, tıpkı İngiliz HSBC ve İsviçreli Credit Swiss gibi, “sistemik risk” olarak nitelendirildiğini yazmıştık. Avrupa Merkez Bankası (ECB) ise Temmuz ayında yapılan ‘stres testi’nde bankanın iyi durumda olduğunu açıklamıştı (https://www.facebook.com/Michael-Roberts-blog).
Dolayısıyla neler oluyor? Uluslar arası finans kapitalin farklı ulusal kökene sahip büyük bankaları Deutsche Bank üzerinden bir yeniden paylaşımı hedefleyen bir savaş mı başlattılar?
Teorik olarak bu her zaman mümkün olduğu gibi, pratikte bunun pratikte örnekleri de mevcut. Kaldı ki böyle bir yeniden paylaşım için tarafların mutlaka farklı uluslardan olması gerekmiyor. Kapitalizmin doğasında var olan rekabet “büyük balığın küçük balığı yutmasıyla” sonuçlanıyor ve kapitalizmde sermayenin belli ellerde toplanması böyle mümkün oluyor.
Bu özellikle de ekonomik kriz dönemlerinde yaygın olarak görülen bir olgu. Nitekim ABD’de, 2008 krizi sonrasında bugün ABD’nin en büyük ve dünyanın yedinci büyük bankası konumunda olan JPMorgan Chase & Co, krizde batan ve ABD’nin büyük bankalarından olan Bear Stearns’ı sadece 1 ABD doları karşılığında, ama milyarlarca dolarlık Hazine garantisi desteğiyle satın almıştı. Yani krizler sermayenin el değiştirmesiyle sonuçlanıyor ve bu süreçte devlet daha güçlü olanı her türlü destekliyor.
Bu bağlamda küresel çapta uluslar arası finans kapitalin çeşitli ulusal seksiyonlarının bir kapışma içine girmesi ve böyle bir sermayenin el değiştirmesi sürecinin yaşanması sürpriz olmayacaktır.
Ancak bu operasyonu sadece bir rekabetçi kapışma, el değiştirme operasyonu olarak görmek yanıltıcıdır. Çünkü böyle dar bir bakış küresel bankacılık sisteminin bir bütün olarak Deutsche Bank’ın içinde bulunduğu duruma benzer bir büyük risk ile karşı karşıya olduğu, bunun da yeni bir küresel finans krizine neden olabileceği gerçeğini görmemizi önleyebilir.
Ek’teki Tablo (http://www.taxresearch.org.uk, September 29, 2016) dünyanın en büyük 50 bankasının aktiflerinin toplamını gösteriyor. Sadece en büyük 50 bankanın aktiflerinin toplamı 64 trilyon ABD dolarını buluyor. Yani neredeyse dünyada bir yılda üretilen toplam hâsılaya yakın ve dünyadaki servet stokunun da dörtte birinden fazla bir büyüklükten söz ediyoruz. En büyük ilk dört banka ise şu aralar banka batışı haberleriyle gündemde olan Çin kaynaklı.
Dolayısıyla da bu sektörde çıkacak bir kriz sadece Deutsche Bank’ın ya da Almanya’nın değil, tüm kapitalist sistemin bir krizine dönüşecektir. Zira özellikle de son 30 yıldır bankalar, finans kuruluşları daha önce görülmemiş ölçüde, boyutta birbirine entegre oldular. Bu nedenle de birinde ya da bir kaçında patlayan bir kriz domino etkisiyle diğerlerini devirecektir.
Krizi tetikleyen şeyin ise bu aktiflerin önemli bir kısmını oluşturan spekülatif ve kriz tetikleyici küresel türev araç ticareti olma olasılığı bir hayli yüksek. Tıpkı ABD’de patlak veren 2008 krizinde olduğu gibi, verilen mortgage kredileri üzerinden defalarca türetilmiş ve değeri fiktif bir biçimde on katına kadar çıkartılmış olan toksik kağıtlar, ilk değerin temel alındığı konut fiyatlarının düşmesi sonucunda, bir anda değersiz kağıtlara dönüşüp krizin çıkmasına neden olduğu gibi, bu finansal balon bir kez daha patladığında çok daha büyük bir küresel finansal kriz kaçınılmaz olacaktır.
Ancak bu kez zarar çok daha büyük boyutlarda olacaktır. Zira dünya 2008 öncesi gibi, bir ekonomik genişleme döneminde olmadığı gibi (ekonomik durgunluk kalıcı hale geldi), o günlere göre dünya en az yarı yarıya daha fazla borçlu konumda. Bu nedenle de yeni bir finansal krizin ekonomik olduğu kadar politik sonuçları da çok daha ağır olacaktır. Yani bu kez durum çok daha ciddi olabilir.
Durumun ciddiliğini bir fıkrayı paylaşarak bitirelim:
Batı ülkelerinden birinde bir babanın birbirinden yaramaz iki oğlu vardır. Mahalleliye illallah ettiren, bir türlü uslanmayan bu çocuklar ile ne yapacağını bilemeyen baba sonunda mahallenin papazına başvurur ve ondan çocuklara dini telkinde bulunması ister. Randevu alınır ve iki kardeş o gün kiliseye papazı görmeye giderler. İçeri girdiklerinde papazın odasının kapısının açık olduğunu ve papazın içerde masasının gerisinde oturduğunu gören büyük kardeş durumu anlamak için kardeşine dışarıda beklemesini söyler ve kapıyı tıklatarak içeri girer. Daha içeri girmesiyle papazın gürlemesi bir olur: “Söyle Tanrı nerede?”. Çocuk afallar, o afalladıkça papaz daha yüksek perdeden bağırmaya başlar. “Sana söylüyorum Tanrı nerede?” Çocuk büyük bir korku ile odadan kaçar ve kardeşinin elinden tutup koşarak, nefes nefese evlerine gelirler. Odalarına çıkarlar ve büyük kardeş odayı arkadan kilitler. Küçük kardeş hem korku, hem de büyük bir merak içinde abisine neler olduğunu sorunca abi cevap verir: “oğlum sus, bu sefer durum ciddi, Tanrı kaybolmuş, onu da bizden biliyorlar!”.
Evet, bu sefer durum gerçekten ciddi olabilir…