SEÇTİKLERİMİZ – Pelin Cengiz Artı Gerçek’e yazdı: “İçinden geçmekte olduğumuz duruma pek çok anlam yükleyenler var, ancak bu ne bir dolar krizi ne rahip krizi, ne Trump krizi… Bu Türkiye’nin sistem krizidir.”
Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik kriz, tam bir çökme ekonomisinden geçmekte olduğumuzu gösteriyor.
Makro ekonomik rakamsal verilere hemen herkes aşağı yukarı hakim. Rakam vererek vahamete işaret etme aşamasını çoktan geçtiğimizi düşünüyorum.
İçinden geçmekte olduğumuz duruma pek çok anlam yükleyenler var, ancak bu ne bir dolar krizi ne rahip krizi, ne Trump krizi… Bu Türkiye'nin sistem krizidir.
Kelimeni tüm anlamlarıyla çöküyoruz.
Demiryolları, köprüler, tüneller, daha kullanılmaya bile başlanmamış havalimanı çöküyor, bir yağmurda sular önüne ne katarsa götürüyor, kentler berbat altyapılarıyla çöküyor.
Liyakatten, şeffaflıktan, hesap veren siyasetten uzaklaşmanın bedeli olarak ekonomi çöküyor.
Demokratik değerler bize uzaklardan el sallarken, ötekileştirmenin, kendinden olmayanı şeytanlaştırmanın, laik değerlerin yerle bir edilmesinin, Kürt düşmanlığının, haksızlığın hukuksuzluğun kol gezdiği sistem çöküyor.
Yap boz tahtasına dönen eğitim alanı, liseler, üniversiteler içten içe çürüyor.
Medyanın içler acısı halinden hiç bahsetmiyorum bile.
Fosil yakıtlara, inşaata, betona, tepeden inmeci, dayatmacı mega projelere dayanan yağma, rant, talan sistemi harç tutmuyor, lime lime elimizde kalıyor.
Bahaneler bulmaya, parmakla işaret edip hedef gösterecek mihraklara filan gerek yok, Bu Türkiye'nin kendi eliyle yarattığı, tekadamcılığın tamamen yerli ve milli krizidir.
Bunun bedelini hep birlikte ödeyeceğiz, kimsenin "oh olsun" deme lüksü ve hakkı yok.
Peki ne yapacağız?
Bize yeni bir hikaye lazım.
Değişim ancak bir hikayenin yerini başkası aldığında gelir. Ortak menfaatlerimizi savunmak zorundayız.
Günümüz dünyasının en söylenmeyeni söyleyen yazarlarından George Monbiot'u bilenler, Guardian gazetesinde yayınlanan yazılarından bilir. Monbiot, yazarlık, gazetecilik vasıflarının yanı sıra önemli bir ekolojist, düşünür ve politik aktivisttir.
Monbiot'nun, Everest Yayınları'ndan Türkçe'ye kazandırılan "Bu Enkazı Kaldırmak – Kriz Çağında Yeni Bir Siyaset Önerisi" kitabı yaşadığımız zamanlara dair düşünen, kafa yoran, çözüm arayan herkes için hem ufuk açıcı bir özellik taşıyor, hem de nesnel bir bakış açısı getiriyor.
Aşırı rekabet, bireycilik ve tüketim dünyasının ortasında önemli değerlere işaret ediyor. Çözümün, itirazın ve yapıcı siyasetin yeniden topluluklar kurarak yükselebileceğini söylüyor, git gide daha fazla unuttuğumuz "müştereklerimiz"i hatırlatıyor.
Kitaptan en önemli bulduğum kısmı, henüz başında olduğumuz siyasi ve ekonomik kriz günlerinde sizlerle paylaşmak istedim, belki ilham verir diye:
"Hangi kanattan olursa olsun siyasi partilerin çoğu, aynı önermeden yola çıkar: Siyasetteki temel mesele, piyasa ile devlet erki arasındaki doğru dengeyi bulmaktır.
Bazı partiler devlet erkinin insanları piyasanın talanından korumayla yükümlü olması gerektiğinde, bazıları da piyasayı devletin vurduğu zincirden kurtarmak gerektiğinde ısrar eder. Ancak ikisinin de dayanak noktası yanlıştır.
Piyasa tek başına tüm ihtiyaçlarımızı karşılayamaz, aynı şekilde devlet de, hatta ikisinin kombinasyonu da karşılayamaz. İkisi de bağlılıkların kökünü kazıyarak, yabancılaşmanın, öfkenin ve radikalliği besleyen dışlanmışlığın ateşine benzin döker. Geçtiğimiz 200 sene boyunca hem iktisadi modellerde hem de siyasi ideolojilerde, piyasada da devlette de bariz şekilde eksik olan bir unsur vardı: Müştereklerimiz.
Müştereklerimiz çayırlar, temiz su, mineraller, bilgi, kültür, bilimsel araştırma yahut yazılım gibi yalnızca topluluğun paylaştığı ve üzerinde eşit haklara sahip olduğu kaynaklardan ibaret değildir. Aynı zamanda da bu kaynakları idare edip korumak üzere örgütlenen insan topluluklarını, ayrıca bu kaynakların varlığını devam ettirmesi için gereken kuralları, sistemleri, müzakereleri de ifade eder.
Müşterekçilik karmaşık bir kavram olsa da tutarlı niteliklere de sahiptir. Her şeyden önce yabancılaştırılamaz, başka bir deyişle ne satılabilir ne devredilebilir. Bu durum, orman ya da resif gibi canlı kaynaklar üzerine kurulu olduğu yerlerde, paylaşımcıları alanın talan edilmesi tehlikesine yol açan anlık kazançlar peşinde koşmaya değil de uzun dönemli korumacılık üzerine düşünmeye sevk eder. Doğal kaynağa, özel mülkiyete olduğu gibi sahiplenilmez ama yine de yöre halkının üyeleri üzerinde hak sahibidir.
Paylaşılan ortak alanlar yöre halkına anlam verir. O yörenin tek tek bireylerinin rızkını güvence altına alma, ortak bir amaca odaklanma ve -kullanılabilir kaynaklar üzerinde eşit pay sahibi olduğu için- eşitlik temelli ilişkilere zemin oluşturma fırsatı veren kaynakları tedarik eder.
İnsanları başkalarının yaşantısına yerleştirir, kaynakları yaşatmak kurallar, ahlaki değerler ve bunları pekiştirecek araçlar geliştirmek üzere başkalarıyla işbirliği yapmak demektir. Gelişen ortak alanların, aidiyet siyasetinin asli unsuru olduğuna inanırım."
Müşterekleri genişletmenin neden önemli olduğuna dair Monbiot, şöyle diyor:
"Müşterekleri genişletmeyi savunmak ne devleti ne de ticari piyasaların ortadan kaldırılması çağrısında bulunmak anlamına gelmiyor.
Piyasa ekonomisinden, devlet tedarikinden, müştereklerden ve yanı sıra ekonominin dördüncü asli sektörü olan hane halkından oluşan melez bir sistem, tek başan piyasanın, devletin, hatta ikisinin kombinasyonunun ortaya koyacağından çok daha kapsamlı bir ihtiyaçlar yelpazesini karşılayacak, daha güçlü bir aidiyet ve anlam ruhu doğuracak."
Bize yeni bir hikaye lazım.
O sebeple üzerine düşünmek gerek.
Bu enkazı hep birlikte kaldırmamız gerekiyor, yoksa hepimiz altında kalacağız…