GÜLFER AKKAYA yazdı: “#MeToo hepimiz kadınız, her kadın erkek şiddetinin hedefinde demekti. Kariyeriniz, sınıfınız, eğitim durumunuz, ne kadar güzel ya da çirkin olduğunuz, nasıl giyindiğinizin önemi yok demekti. Çünkü kadınlar sadece kadın oldukları için erkeklerin cinsel saldırılarına uğrarlar.”
GÜLFER AKKAYA
Neredeyse her kadının imrendiği, onun gibi olmak istediği en az bir sinema yıldızı vardır. Onun gibi güzel olmak, onun gülüşüne sahip olmak için ameliyat masalarına yatıyor nice kadın.
Erkekler ve kadınlar için sinema yıldızları ulaşılmazdır. Aramızda onlara âşık olanlar var. Olmaz mı? Onlar ki zamane tanrı ve tanrıçaları. Kaç kişinin hayalinde onlarla akşam yemeğine çıkma fantezisi var.
Hatta elimizin uzanabileceği mesafede doyasıya bakabilmeye razı sayısız kaç hayran var.
Onlara hayran olmamızın nedeni bizden daha güzel olmaları değil, esasen çoğu aramızdaki birçok kişi kadar güzel bile değil, ama avantajları ve bizi onlara hayran kılan şey bize benzemiyor olmaları. Hiçbir zaman ulaşamayacağımız bambaşka bir yerde, masallar diyarında yaşıyor olmaları.
Her daim bakımlı, güzel, seksi, hep mutlu ve sempatik görünen bu kadınlar her sabah toplu taşıtlarda ezilerek işe giden bizlere hiç benzemiyorlar. Giydikleri, seviştikleri adamlar bizimkilerle uzaktan yakından alakalı değil. Bizden çok “şanslı”lar.
Geçim sıkıntısı yaşamayan, astronomik ücretlerle çalışan, saniyede bilmem kaç milyon dolar kazanabilen, istediği erkeği elde edebilen, bizim gibi cinsiyetçi baskılar altında ezilmeyen bu bağımsız kadınlarla en ufak benzerliğimiz yok.
Onlar başka, biz bambaşkayız.
Erkekler ve kadınlar tarafından arzulanan, fantastik cinsel yaşamları olduğunu düşündüğümüz bu kadınlara bir yandan hayranlık duyarken, diğer yandan nefret beslediğimiz ikili duygularımızla beynimize kazınan “O kadar şahane ki ona kimse ulaşamaz” fikri en az bu üretilmiş güzellik ve sunum kadar kurgu.
Aslında Hollywood’un bugüne dek gelmiş geçmiş en başarılı kurgusu budur. Ulaşılamayan, masal perileri.
Oysa küçücük bir kıvılcımın hızla aleve dönüştüğü #MeToo kampanyası ile ortaya çıktı ki hiç bir şey göründüğü gibi değilmiş.
Hayranı olduğumuz, ulaşılmaz sandığımız, tüm erkeklerin ağızları açık bakakaldığını düşündüğümüz kadınlar da tıpkı bizim gibilermiş. Onlara da erkekler ulaşabiliyor, onları da tehdit edebiliyor, onları da taciz edip dövüyor, hatta onlara da tecavüz edebiliyorlarmış.
Çocuk ya da genç yaşta oyunculardan, yetişkin kadın oyunculara dek her yaşta kadın tıpkı bizim gibi erkeklerin her türlü cinsel saldırılarına uğruyormuş.
Oysa nasıl da inandırılmıştık değil mi gösteriye, o filmlerin ödül törenlerindeki masalsı hayata? Bize benzemediklerine?
Hayran kaldığımız, bakınca içimizin eridiği erkek oyuncuların, ünlü erkek yönetmenlerin, dünyanın en güçlü ve zengin adamların arasında yer alan yapımcıların birer tecavüzcü, tacizci, dayakçı olduklarını duyunca nasıl da ürperdik değil mi “sıradan kadınlar” olarak. Oradaki erkekler de tıpkı buradakiler gibiydi.
Oysa o masal diyarının masalsı kadınlarının her daim gülümsemek zorunda olan yüzleri bizlere yıllarca nasıl da güzel, imrenilecek bir masalı yeniden yeniden üretiyordu?
Gerçek bunun tam aksiydi. En çok beğenerek izlediğimiz filmlerin sevişme sahnelerinde tecavüze uğradığını anlatmaya başladı kadınlar. Frida gibi hayran olduğumuz kadınları anlatan filmlerde Frida’yı canlandıran kadın oyuncunun film bitene dek yaşadığı ağır cinsel tacizleri okumaya başladık.
Anlatılanlar nasıl da bizlerin yaşadıklarıyla aynıydı. Bizler de işyerinde, okulda ya da evde tıpkı hayran olduğumuz bu kadınların yaşadığı cinsel saldırıları yaşıyor, eğer onlara evet demezsek işimizden olmakla, eğitimimizden olmakla ya da evden atılmakla tehdit ediliyorduk.
Hayran olduğumuz, bizden farklı olduklarına inandığımız kadınlar yaşadıkları cinsel saldırılara karşı susuşlarını, utançlarını, yalnızlık duygusuna kapılışlarını, devasa erkeklik ağına karşı kendilerini küçük ve güçsüz hissedişlerini anlattıkça kendimizi dinliyor gibiydik.
Onların #MeToo başlığı altında peş peşe açıkladıkları taciz ve tecavüzleri okurken hangimiz #MeToo demedik?
#MeToo hepimiz kadınız, her kadın erkek şiddetinin hedefinde demekti. Kariyeriniz, sınıfınız, eğitim durumunuz, ne kadar güzel ya da çirkin olduğunuz, nasıl giyindiğinizin önemi yok demekti. Çünkü kadınlar sadece kadın oldukları için erkeklerin cinsel saldırılarına uğrarlar.
Kadın olmak erkeklerin cinsel saldırılarına uğramak için yeterli demekti.
#MeToo kampanyası ile gördük ki dünyanın en güçlü erkekleri bile alt edilebilir. Yeter ki biz kadınlar kendimizden ve birbirimizden şüphe duymayalım.
Yeter ki biz kadınlar aramızda ses çıkartabilen kadınlara bu benim de hikayem diyerek canla başla sarılabilelim, sahip çıkalım.
Yeter ki biz kadınlar utanmayı bir kenara bırakıp bizlere yapılanları yüksek sesle söyleyebilelim.
Cinsel saldırıların ve tecavüzlerin utancı bize ait değil, bu saldırıları yapan, bu saldırılara susan, ahlak, namus kisvesi ile bu saldırıları normalleştiren erkeklere aittir.
Ulaşamayacağımız kadar uzakta olduğunu sandığımız kadınlarla el ele hepimiz #MeToo diyerek kadınları birbirine hayran ya da rakip diye ayrıştıran erkek egemen sisteme müdahale ettik. “Farklılıklarımız olsa da ortak noktamız kadın olmak, hepimiz kadınız” diyerek erkek egemenliğine nefis bir vuruş yaptık.
Altın Küre ödül töreninde kadınların siyah renk kıyafet giymesi ve kimi erkeklerin buna destek vermesi yan yana durunca kadınların gücünü göstermesi açısından önemli. Tören sırasında bir erkeğin onca kadın aktristi taciz eden adamın adını vererek onunla dalga geçen konuşma yapma cesareti de yine kadınların örgütlülüğünün değiştirebilme gücünü ve cesaretin bulaşıcı oluşunu göstermesi açısından kayda değer. Çünkü erkekler de erkeklerin cinsel saldırılarına maruz kalıyor. Ve onlar henüz konuşmaya başlamadılar.
Kadınların birliği, kadınların dayanışması dünyayı alt üst eder ve yepyeni bir dünyanın şekillenmesini zorunlu kılar.
Kadınların mücadele dolu masal dünyasına hoş geldiniz. Bu bir Hollywood yapımı değildir.