BRICS zirvesi 22-24 Ekim tarihleri arasında Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan’ın başkenti Kazan’da gerçekleştirildi. 36 ülkeden aralarında Recep Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu 20’den fazla devlet başkanının katıldığı buluşma bu yönüyle bile bir başarıyı, Rusya’yı tecrit çabalarının amacına ulaşmadığını gösteriyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in bizzat Kazan’a gelmesi, konuşmasında gelişmekte olan ülkelerin Güvenlik Konseyin’de ve IMF-DB gibi Bretton Woods kuruluşlarında temsil edilmemesi gerçeğine vurgu yapması, “bu değişmeli!” çağrısında bulunması başlı başına önemliydi.
BRICS’in genişleme süreci
Bilindiği gibi BRICS 2006’da New York’ta Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in katılımıyla ilk toplantısını yapan, 2009’da Rusya’nın Yekaterinburg kentinde kurulan bir oluşum. 2010’da Afrika kıtasından bir temsilcinin, Güney Afrika’nın davet edilmesiyle genişliyor. 2024 başında da özellikle Çin’in çabalarıyla İran, BAE, Mısır ve Etiyopya kulübe katılıyor, Suudi Arabistan ise tam üye olmadan çalışmalar içinde yer alıyor. Böylelikle BRICS Artı doğuyor. Bilindiği gibi İran, BAE, Suudi Arabistan önemli petrol ve doğalgaz üreticileri. Mısır ve Etiyopya ise yüksek nüfuslarıyla Afrika’da önemli oyuncular. Daha önce daveti kabul eden, aşırı sağcı Milei’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle üyeliğini sonlandıran Arjantin ise dünyanın en geniş lityum rezervlerine sahip ülkesiydi (Her ne kadar şu anda en büyük üretici Avustralya olsa da). BRICS Türkiye dahil birçok ülkenin katılma isteğini şu anda askıya aldı. 13 ülkeye “ortaklık” statüsüyle ilişkilerin devam edeceği bildirildi.
BRICS yeni kompozisyonu ile dünya nüfusunun yüzde 45’ini oluşturuyor, satın alma gücü paritesiyle küresel üretimin yüzde 36’sını gerçekleştiriyor. G-7 ülkeleri ise yüzde 10’luk nüfusla üretimden yüzde 31 pay alıyor. BRICS, en genel hatlarıyla, ABD’nin başını çektiği Batı hegemonyasına bir itirazı temsil ediyor. Bu anlamda Küresel Güney’in sesi de denebilir. Ancak Küresel Güney daha geniş anlamda Batı’nın metropol kapitalist ülkeleri dışında, zengin ülkelerdeki yoksulları, yani az gelişmiş ülkeler standardında bir yaşam süren kitleleri de içerecek şekilde geniş anlamda da kullanılıyor.
Hassas dengeler
BRICS ülkelerinin kendi aralarında da uyumlu bir grup oluşturdukları söylenemez. Çin ile Hindistan arasındaki tarihsel rekabet, sınır uyuşmazlıkları, küresel ekonomide pay alma savaşında kıyasıya mücadele herkes tarafından biliniyor. Rusya ile Çin arasındaki 60’lara uzanan çelişkiler ise, her iki ülkenin de son yıllarda ABD ile daha keskin bir çatışma içinde bulunması nedeniyle, şimdilik askıya alınmış görünüyor. Grup içerisinde Güney Afrika’nın zaten fazla bir ağırlığı yok. Rusya ve Çin, İran’la birlikte, Atlantik Bloku ile köprüleri atmaya hazır kutbu; Hindistan ve Brezilya ise ABD’den kopmayıp dengeleri sağlama çabasındaki eğilimi temsil ediyorlar. Zaten Hindistan’ın Çin’e karşı bir stratejik işbirliği olduğu aşikar; ABD-Japonya-Avustralya’yı da içeren Quad’ın bir parçası. Orijinal grubun küresel ekonomideki ağırlıkları da oldukça farklı. Çin küresel ekonomik üretimin yüzde 17.6’sına, Hindistan yüzde 7’sine, Rusya yüzde 3.1’ine, Brezilya yüzde 2.4’üne, Güney Afrika ise yüzde 0.6’sına sahip.
Hegemonyanın gerileyişi
1944’te Bretton Woods anlaşmasıyla başlayan ABD öncülüğündeki uluslararası düzen, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması; Tarihin Sonu teziyle kapitalizmin nihai zaferini ilan etmesiyle pekişmiş göründü. Ancak 2007-2008 Küresel Finansal Krizi kapitalist küreselleşmeye olan inancı sarstı. Özelleştirme-liberalleşme-kuralsızlaşma politikalarının insanlığa refah ve mutluluk getireceği hayali yıkıldı. Çin’in küresel ekonomide yükselişiyle; serbest ticarette rekabet etmekte zorlanan ABD bile küreselleşmeyi savunmaktan vazgeçti. Aksine, mal ve hizmet ticaretinde serbestleşmenin ana üssü Dünya Ticaret Örgütü’nün çalışmalarını baltalamaya başladı.
1998’da Rusya’yı yanına alarak genişleme hamlesi yapan G-7, 2014’te Kırım’ın ilhakıyla eski formatına döndü. 2012’de Xi Jinping’in devlet başkanlığıyla Çin, “düşük profilli” stratejisini dünya politikasında daha aktif bir aktör olma doğrultusunda değiştirdi. 2013’te başlatılan Kuşak ve Yol inisiyatifi ise Pekin’in yeni kıtalara, yeni ülkelere uzanma, etki alanını genişletme yolunda önemli bir sıçrama tahtası oldu.
Yatırımlar benimsenmedi
Bu çerçevede düşünülürse BRICS Artı, Biden döneminde pekiştirilmeye çalışılan Yeni Dünya Düzeni’ne bir itiraz, bir aşındırma hamlesi, bazı ülkeler açısından Batı’yla bir pazarlık olanağı olarak değerlendirilebilir. Rusya’nın Ukrayna işgali karşısında uygulanmaya çalışılan ağır yaptırımlar ile, Ortadoğu’da, Afrika’da NATO blokunu fazla rahatsız etmeyen benzer hukuk ihlallerine göz yumulması gerçeğinin belirgin bir çelişki oluşturduğu görüldü. Rusya’nın işgalini haklı olarak kınayanlar dahi, zamanla NATO’nun çözüm arama yerine savaşı derinleştirmeye, barış çabalarının önünü tıkamaya yönelik çabalarından rahatsız oldular.
Rusya’ya yönelik ağır ekonomik yaptırımlar, Moskova’nın SWIFT ödeme sisteminden dışlanması, yurt dışındaki varlıklarına el konulması, hep farklı bir seçenek arayışlarını güçlendirdi. Dolara karşı alternatif bir para kullanma, uluslararası ticareti yerel paralarla gerçekleştirme çabaları güçlendi. BRICS Artı üyesi hiçbir ülke Rusya’yı tamamen tecrit çağrısına katılmadı. Ticaretini, Moskova’nın elinin zayıflamasının getirdiği elverişli koşulların avantajını da kullanarak sürdürdü.
Doların dünyanın önde gelen rezerv parası statüsü devam ediyor. Döviz işlemlerinin yaklaşık yüzde 88’inin bir ayağı, Merkez Bankası rezervlerinin yüzde 58’i dolar. Ancak rezervleri güçlendirme çabasının altına olan talebi artırdığı, bu nedenle fiyatını yükselttiği de ortada. BRICS’in kurumsallaşma çabasının en önemli ayağı Yeni Kalkınma Bankası, şu ana kadar 32 milyar dolarlık proje finanse etmiş durumda. Gelgelelim, aksi takdirde uluslararası piyasalardan borçlanamazsın tehdidi karşısında Rusya’yla olan projeleri durdurdu. Henüz finansman olanakları IMF-DB’yle boy ölçüşecek düzeyde değil.
Önümüzdeki dönemde de BRICS Artı’nın kendi içinde gelgitler yaşasa bile yeni inisiyatifler alması, etkisini güçlendirmesi beklenmeli. Ama BRICS’i anti-emperyalist bir blok, enternasyonalist perspektife sahip bir oluşum, ezilenlerin sesi gibi gören abartılı güzellemelerden de kaçınmak en doğrusu. İçinde dini, otokratik, baskıcı rejimler barındıran; çoğunlukla işçi sınıfının susturulduğu, örgütlenme olanaklarının sınırlandığı bir yamalı bohça ile karşı karşıya bulunduğumuzu görmekte de yarar var. Bu yönüyle 50’lerde yükselen Bağlantısızlar Hareketi kadar bir moral ağırlığı yok. Bu saptamalar elbette düşünce ufkumuzu geniş tutmanın, yeni bir enternasyonalizmin olanaklarını araştırmanın, bu doğrultuda çabalar sürdürmenin beyhudeliği anlamına gelmiyor.