Çevre aktivisti Dajan Nikoliç, Sırbistan’ın Bor şehrinde doğup büyümüş. Yıllardır Bor coğrafyasının altını üstüne getiren ve çok büyük çevre kirliliğine neden olan RTB Bakır ve Altın Madeni’ne karşı mücadele yürütüyor.
“Şu anda Bor’daki altın ve bakır madeninde 25 binden fazla Çinli çalışıyor. 5 bin de Sırbistanlı çalışanı var. Çok büyük bir çevre felaketiyle karşı karşıyayız” diyor Nikoliç ve bölgesindeki madenciliğin sosyal boyutuna da dikkat çekiyor.
Sırbistan devletine ait Bor şehrindeki RTB Bakır ve Altın Madeni’nin yüzde 63’ü 2018 yılında Çin ZİJİN şirketi tarafından satın alınmış. Avrupa’daki en büyük bakır-altın madeni. Çinli ZİJİN, 1 milyar 260 milyon dolar yatırım sözüyle, “Yılda 50 bin ton bakır ve 3 ton da altın çıkaracağız” diyerek başlamış işe. Bu amaçla yatırım yapmış ama beraberinde Çinli işçileri de bölgeye taşımış. Sırbistan’da o kadar işsiz varken 25 binden fazla Çinliyi Bor şehrine taşımış.
Ancak Dajan Nikoliç, bölgenin tam bir ekolojik yıkımla karşı karşıya olduğunu anlatıyor. Nikoliç, “Biz Avrupa’nın harcanan ve zehirlenen bir bölgesiyiz. Bu nedenle de Avrupa Birliği içinde değiliz” diyor.
Nekropolitika
Altın ve Bakır Madeni, Sırbistan’ın yemyeşil ormanlarla kaplı dağlık bir bölgesini kaplıyor. Eşsiz bir doğal güzelliğe sahip ama gün geçtikte o coğrafya param parça edilip, sular zehirleniyor. Bölgede kanser oranları yüksek ve madencilik çalışmaları şehrin içine kadar girmiş. Sırbistan’daki Bor’u görünce insanın aklına Erzincan-İliç geliyor. Aynı şekilde Çöpler altın madeni de şehrin içine, hatta tepesine kadar gelmiş durumda…
Neoliberalizmin nekropolitikası Sırbistan’da da aynı, Türkiye’de de aynı… Ölürlerse ölsünler… Giderlerse gitsinler…
Sırbistan-Bor’daki toprak, su ve hava kirliliği inanılmaz boyutlarda… Gürültü ve zehirli atıklar sorunu giderek büyüyor… Madenin çevresindeki hava kirliliği tehlikeli limitlerin 5 – 10 katı üzerinde seyrediyor… Zehirlenen sular önce aşağıdaki Pek Nehri’ne ve oradan da Tuna Nehri’ne ulaşıyor.
Vucic Hükümeti Çin şirketini, Çinliler ise madenin kendilerinden önce var olan eski teknolojisini suçluyor…
Veles-Köprülü sadrazamlar şehri
Şimdi nereden geldi bu Sırbistan merakı diyenleriniz olabilir. Açıklayayım: Üç gündür Makedonya’da uluslararası bir çalıştayda toplantılar yaptık. İnsan Hakları için Gazeteciler (JHR Journalists for Human Rights) ile EarthWorks adlı çevre örgütü tarafından organize edilen, “Çevre Gazeteciliğini Güçlendirmek: Güneydoğu Avrupa ve Türkiye’de Madenciliğin Sağlık ve Çevre Üzerindeki Etkisinin Raporlanması” (Empowering Environmental Journalism: Reporting on Mining’s İmpact on Health and the Environment in Southeast Europe an Turkey) başlıklı çalıştay Makedonya’nın Veles kentinde yapıldı.
Yaklaşık 48 bin kişinin yaşadığı “Veles” ya da eski adıyla “Köprülü”, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde önemli bir şehir. 7 sadrazam çıkarmış ve “Köprülü Ailesi”nin yaşadığı yer. 1656 yılında sadrazamlığa getirilen Köprülü Mehmet Paşa’nın şehri. Altı dönem milletvekilliği ve Dışişleri Bakanlığı yapan Mehmet Fuat Köprülü de bu aileden gelmektedir.
Veles’in kendisi de büyük çevre sorunlarıyla karşı karşıya bir Makedonya şehri. Veles’in ay yüzeyine benzeyen zehirli coğrafyası bugün de önemli bir kirlilik kaynağı. Tropilnica Kurşun ve Çinko Dökümhanesi 2003 yılında kapanmış ama etkisi hala devam ediyor… Annesini, babasını ve ablasını kanserden kaybeden Madedonyalı çevre aktivisti İgor Smilev’e göre ise fabrika fiziken kapalı ama zehirlemeye devam ediyor… Veles şehrinde kanser oranları zirve yapmış durumda…
Siyanür ve sülfürik asit yasaklandı
Makedonya Cumhuriyeti Parlamentosu 2019 yılında yaptığı bir yasal değişiklikle, ülkedeki tüm metalik madenlerde siyanür ve sülfürik asit kullanımını yasakladı. Siyanür ve sülfürik asidin telafisi imkânsız zararlara neden olduğu ve büyük çevre yıkımına sebep olduğu belirtilerek bu karar alındı.
Veles’de bugün “kapalı” madenden çevreye zehir saçan maden atıklarını ne yapacaklarını kara kara düşünüyorlar. Çözüm önerilerinden birisi neydi biliyor musunuz? Başka bir ülkeye göndermek. Evet bunu ciddi ciddi düşünmüşler. Hatta küçük bir bölümünü Malezya’ya göndermişler. Çünkü Malezya’da bu atıklar asfalt yapımında kullanılıyormuş! Ama sonradan Malezya da almaktan vazgeçmiş. Yani bazı ülkeler kendi topraklarındaki zehirli atıkları ve çöpleri başka ülkelere göndermeyi bir çözüm olarak görebiliyor.
1984’te İsveçli şirket Boliden; yüksek oranda arsenik, cıva, kadmiyum ve kurşun içeren yaklaşık 20.000 ton zehirli atığı Şili’nin Arica kasabasına boşaltmıştı. Zamanla kendi haline terk edilen zehirli atıklarla dolu bölge, çocukların oyun alanına dönüştü. İsveç’in atıkları, üretildiği ülkeden binlerce kilometre uzakta yaşayan Arica halkının ciddi sağlık sorunları yaşamasına sebep oldu ve olmaya da devam ediyor. Atıklardan etkilenen ve hayatını kaybeden kayıtlı en az 12.000 kişinin bulunduğu söyleniyor. Bu sağlık sorunlarının arasında kanser, eklem ağrısı, solunum güçlükleri, alerjiler, anemi, düşük ve doğum kusurları yer alıyor.
Üsküp Üniversitesinden Prof. Mihail Kocubovski, “Zehirli atıkların taşınması akılcı bir çözüm değil, tehlikeyi artırırsınız. Atık deposundan veya atık barajlarından taşıma yaparsanız, sadece zehiri alevlendirirsiniz” diyerek taşıma işleminin ne kadar sakıncalı olacağını anlattı.
Earht Works
Earth Works’ü temsilen çalıştaya katılan Jan Morrill ise kendi ülkesi ABD’de de durumun iç açıcı olmadığını, ABD’deki tatlı suların yüzde 40’ından fazlasının içilemez hale geldiğini ve ülkesinde halen 1870’lerdeki maden kanununun uygulandığını söylüyor.
Morrill, metal madenciliğini tamamen yasaklayan El Salvador’a dikkat çekiyor. Gerçekten de El Salvador 2017 yılında metal madenciliğini tamamen yasaklayan ilk ülke olarak tarihe geçti. Çünkü El Salvador’un kullanılabilir su kaynaklarının yüzde 90’ı, altın-gümüş-bakır gibi metal madenciliğinin etkisiyle kirlenmiş durumda.
Karadağ’dan, Arnavutluk’dan gazeteci ve aktivist arkadaşlar da benzer kaygılarını dile getirdiler. Çalıştaya Türkiye’den katılan Kaz Dağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan bir çevre aktivisti gözüyle Türkiye’deki vahşi madencilik, sömürge madenciliği uygulamalarını anlatırken ben de bir gazeteci gözüyle Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehlikeyi anlattım.
Şunu gördük, uluslararası karteller ve yerli şirketler Sırbistan’dan Balkanlara ve Türkiye’den Türk cumhuriyetlere uzanan bir coğrafyayı maden bölgesi ilan etmiş durumda. Bu politikalarına uyum sağlayan yönetimleri destekliyorlar. Krediler verip, projeler öneriyorlar.
Çarpıcı rakamlar
Çalıştay’da izlediğimiz bir videoda çarpıcı rakamlar dikkat çekiyordu. Profesör Steven Emerman tarafından hazırlanan videoda, altın madenciliğinin yarattığı devasa atıklara dikkat çekiliyordu. Bir ton altın için 3 milyon tondan fazla atık. (Bir tonda yarım gram altın cevheri olan bölgeleri dikkate alırsak bu oran 4-5 milyon tona rahatlıkla çıkabiliyor) Yani siyanürlü altın madenlerinin esas büyük ürünü yarattıkları devasa atıklar. Profesör Emerman atık depoları ve atık barajları olmadan (tailings facilities) hiçbir madenin olamayacağını belirterek burada vatandaşların kandırılmak istendiğine dikkat çekiyor. Emerman, birtakım isimlendirmelerle insanların kandırılmaya çalışıldığını belirterek, Siyanür Liçleme Sahaları, Atık Barajları ve Pasa Dağlarının gerçekte birer atık deposu olduğunu söylüyor.
Zehirli atık barajları mutlaka çöküyor
Normalde normal su barajlarının işlevi sona erdiğinde kontrollü bir şekilde yıkıldığını ve ortadan kaldırıldığını belirten Prof. Emerman, madenlerin zehirli atık barajlarında ise bunu yapmanın imkânsız olduğunu anlattı. Bu durumda zehirli atık barajları deprem veya sel gibi doğal etkilerle yıkılmazsa, en çok 100 yıl sonra çökme ve yıkılma olasılıkları çok yüksek. Yani bütün atık barajları eninde sonunda çöküyor, patlıyor ve yıkılıyor. Deprem veya sel felaketleri yaşanırsa bu çok daha erkenden yaşanıyor ve dünyada da yüzlerce örneği var.
Çöpler’i bekleyen tehlike
Yani Prof. Emerman’a göre Çöpler Altın Madeni’nin zehirli atık barajı eninde sonunda çökecek. Üstelik Çöpler’deki bu zehirli Atık Barajı, Çöpler köyünün tam tepesine inşa edilmiş durumda. Köylüler bu durumdan çok tedirgin. Karşı karşıya oldukları tehlikenin farkındalar. Maden Şirketine ve Erzincan Valisine de bu durumu defalarca aktarmışlar. Başlangıçta maden yapılırken sadece yığın liçi yapacaklarını ve atık barajı olmayacağı sözü vermişler. Bu sözün ardından Çöpler köyü madenin hemen altına, Fırat Nehrinin kıyısına yeniden inşa edilmiş. Ancak daha sonra sözlerini tutmamışlar ve bugün Çöpler köyünün tepesinde 47 milyon tonluk bir atık barajı ağzına kadar dolmuş durumda. Deprem fay hattının üzerinde. Aşırı yağışlar veya olası bir depremde atık barajı her an çökebilir.
Çöpler köylüleri büyük tehlike altında. Çöpler’i hala açmaya ve yeniden çalıştırmayı düşünen akıllılara bir kez daha buradan yazıyoruz. Çöpler siyanürlü altın madeni için yapılacak en akıllı şey bir an önce tamamen kapatılması ve çevre koruma önlemlerinin acilen alınmaya başlanmasıdır. Zehirli atık barajı susuzlaştırılıp, kapatılmalıdır. En azından risk düşürülmeli ve bu süreçte Çöpler köyü güvenli bir yere taşınmalıdır.
404 yıl yetecek altın var
Dünyada üretilen altınların yüzde 92’sinin süs eşyası ve yatırım amaçlı (merkez bankası kasalarında tutulanlar dahil) kullanıldığını, sadece yüzde 8 oranında altının teknolojik amaçlı kullanıldığına dikkat çeken Emerman, bu ihtiyaçlar için dünyadaki altın stoklarının 404 yıl yeterli olduğunu vurguladı.
Acele kamulaştırma
19 Ekim 2024 Cumartesi günü toplantının son günüydü. İnternet medyasından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son kararnamesini içimiz acıyarak okuduk. Erdoğan son zamanlarda yaptığı gibi yine “acele kamulaştırma” kararı almış ve İvrindi’deki Türkmendağı çevresindeki şahıs arazilerini CVK madencilik lehine kamulaştırmıştı. Acele kamulaştırma olağanüstü durumlarda idarenin kullanabileceği bir yöntem. Sel, deprem, yangın gibi doğal afet durumlarında veya yol, köprü vs milyonların hayatını kolaylaştıracak bir kamu yatırımı için uygulanabilecek bir yöntem. Ama bugün acele kamulaştırma Türkiye’de vatandaşın malını mülkünü ve hakkını gasp etmek için kullanılıyor. “Adalet mülkün temelidir.” Hazreti Ömer’e ait bu söz, “Adalet devletin temelidir” anlamına gelmektedir. Devletin en asli ve önemli görevi, vatandaşları arasında adaleti sağlamak. Bugün “acele kamulaştırma” kararlarıyla vatandaşın malına mülküne şirketlerin çıkarı için el konulması kabul edilebilir bir uygulama değildir. CVK madencilik siyanürlü altın madeni açacak diye, onlarca köyün ve verimli tarım ovalarının ortasındaki yemyeşil bir dağın bir şirkete verilmesi ve karşı çıkan köylülerin de topraklarına el konulması demokratik bir ülke uygulaması olamaz.
Bugün Türkiye üzerinde stratejik hedefler güden çevreler Türkiye’nin dağları, ormanları, madenleri ve su kaynakları üzerine planlar yapıyor. Planların da ötesinde harekete geçilmiş durumda. İhale edilmemiş dağı, ormanı, köyü kalmamış bir ülke durumundayız. Dünyanın en tehlikeli ekokırım merkezleri olarak bilinen altın madenleri her bir köşede açılmak istenmektedir. Bakır, nikel, kurşun da altın madeninden farklı değildir. Yok olan ormanlar, param parça edilen dağlar, asit maden drenajı, ağır metaller ve zehirlenen sular madenlerin en büyük yıkımıdır. Bir ülke bütün su kaynaklarını, derelerini asit maden drenajı ve ağır metallere maruz bırakırsa o ülkede yaşanmaz, yaşanamaz. Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu sömürge madenciliği, vahşi madencilik, yağma-talan madenciliğidir. Dağları parçalanmış, ormanları kesilmiş ve suları zehirlenmiş bir ülkede kimin ne olacağının önemi de yoktur.