SEÇTİKLERİMİZ – TANER AKÇAM’ın GazeteDuvar’daki yazısı: “Bana göre, Mümtaz Soysal aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ta kendisidir. Bu devletin kültürü ve ideolojisi ile en sembol kişisidir. Belki de Mustafa Kemal’in en çok özlediği Türk insanının vücut bulmuş hali gibidir, Mümtaz Hoca.”
TANER AKÇAM*
“Hocaların Hocası” Mümtaz Soysal hakkında oldukça fazla övücü yazılar yazıldı. Kendisini ilerici sayan çevrelerde kaleme alınan bu “Badem Gözlü Mümtaz Hocamız” güzellemeleri çok önemli, çünkü bir zihniyet dünyasının dışa vurumu.
Mümtaz Hoca hakkında yazılanları, Bizim Mahallenin zihniyet dünyasının topografyası olarak okumanızı salık veririm. Elbette “Mümtaz Hoca güzellemelerine” karşı yazılar da yazıldı. Onun, Ermeni ve Kürt meselelerinde, Kıbrıs sorununda takındığı tutuma dikkat çekenler de oldu. Örneğin Serdar Korucu, Biamag’da Mümtaz Soysal’ın Ermeni meselesi konusunda söylediklerinin güzel bir derlemesini yaptı.
Hocanın, bu üç ana meselede takındığı tutum bana Cemil Meriç’i hatırlatır. Cemil Meriç, Marksizm için “Batının bize sunduğu en efendi öğretidir”, derdi. Gerçekten de Mümtaz Hocanın, Ermeni soykırımı konusundaki tutumunu resmi inkarcılığın “en efendi” söylemi olarak okumak mümkün. Onun, 1985 yılında görülen 1983 Orly Havaalanı saldırısı davasında, Türkiye devletinin temsilcisi sıfatıyla yaptığı savunma, inkârcı tezleri öğrenmek isteyenlerin mutlaka okuması gereken yazıların başında gelir. Savunmayı okuduğunuzda, içinizden keşke Doğu Perinçek ve Yusuf Halaçoğlu da böyle konuşabilseydi, diye geçirebilirsiniz. Aynı tezler, aynı görüşler ne kadar efendice ne kadar kibar olarak dile getirilebiliyordu, şaşırmamak elde değildir.
Mümtaz Hoca, Kürt meselesinde de etnik temizliği çok efendice tam bir Batılı gibi savunmuştur. 2009 yılında, Kuzey Irak Türkmenleri ile Türkiye Kürtlerini, 1923 Türk-Yunan nüfus değiş tokuşuna benzer değiştirmeyi önermiştir. Kürt sorununun, “planlı ekonomik-sosyal kalkınmayı, öne çıkar(arak)” çözmeyi öneren Hoca, “bu koşullara uymak istemeyenlerin Irak’taki Türkmen nüfusla değiştirilmesini önermek gerekecektir”, der. Önerdiğinin ne anlama geldiğini de bilmektedir: “Bu tür çözümlerin ilk bakışta ne denli hoyratça, hatta trajik olduğunu en iyi bilen, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlar ve Kafkaslar’daki etnik temizliklerden kopup Anadolu’ya sığınmış olan aileleridir. Eğer bu Cumhuriyet de ayakta kalmak için nüfus mübadelesi gibi kökten ve acıklı çözümlere başvurmak zorunda kalırsa, bilinmelidir ki böyle bir trajedinin günahı etnik kimlik mikrobunu çileli Anadolu halkının içine tekrar sokan ve bölücülük tehdidiyle başka etnik haklar koparıp yeni bölünmelerin kapısını açmaya çalışanların olacaktır. İçtekiler ve dıştakiler bunu böylece bilmelidirler.”
Hoca’nın, Kıbrıs meselesinde takındığı tutuma ise değinmeye bile gerek yok. AKP, Kıbrıs konusunda resmi devlet politikasını değiştirmeye cüret ettiğinde, Mümtaz Hoca, Rauf Denktaş ile barikatlara geçip geleneksel devlet politikasını savunmuş ve bir anlamda başarılı da olmuştur.
Söylediğim gibi, “Badem Gözlü Mümtaz Hoca” yazılarının yanı sıra, Hoca’nın Türkiye’nin en temel meseleleri hakkındaki görüşlerini hatırlatan yazılar da eksik olmadı. Dışarıdan yazılanlara bakınca, “Hocaların Hocası İyi Mümtaz Hoca” bir tarafta “bir de başka tarafları olan Mümtaz Hoca” diğer tarafta…
Acaba Mümtaz Hoca hakkında düşünür ve yazarken, onun Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunundaki devletin resmi tezlerini tekrar eden yazılarına bakarak “unutmayın Hocanın bir de bu yönleri var” biçiminde, yukarıda özetlediğim tarzda bir dil geliştirmek olanı tam anlamıyla anlatmaya yeter mi? Bence eksik kalır mesele…
Bana göre, Mümtaz Soysal aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ta kendisidir. Bu devletin kültürü ve ideolojisi ile en sembol kişisidir. Belki de Mustafa Kemal’in en çok özlediği Türk insanının vücut bulmuş hali gibidir, Mümtaz Hoca.
Ve de en önemlisi, unutmayalım “Bizim Mahallenin Hocasıdır.”
Babamın mahpus arkadaşıdır Mümtaz Hoca… Onu ilk defa 1971’de Mamak Cezaevinde babamı ziyaret ederken tanımıştım. Babamgillere “vitrinlikler” derlerdi. Hapiste olan diğer gençlere göre daha iyi koşullarda yaşarlardı. Görüşlerin açık yapılması bunlardan birisiydi. Bana göre, Mümtaz Hoca, bir tek Mamak Cezaevinin değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin de vitrinliği idi.
Bu nedenle, Mümtaz Hoca hakkında yazar ve düşünürken, Bizim Mahalle hakkında da yeniden düşünmek gerekir.
Aklımdaki önemli soru şu: acaba bizim mahallenin aydınları Mümtaz Soysal hakkında yazarlarken niçin onun Ermeni soykırımı, Kürt ve Kıbrıs sorunu gibi, bu devleti devlet yapan temel sorunları hakkındaki düşüncelerine değinmek ihtiyacı hissetmediler? Ve unuttular.
Bence Mümtaz Soysal’ın bu konularda söylediklerinden çok daha önemli olan Bizim Mahalle aydınlarının unutkanlıklarıdır.
Yazılanların bana hatırlattığı iki önemli gerçek var. Birincisi, Bizim Mahallenin zihniyet dünyasının koordinatlarının esas olarak Mümtaz Soysal gibi aydınlarca çizilmiş olduğudur. İkincisi, 68 Kuşağı Bizim Mahalle üzerinde hala ciddi bir kültürel hegemonyaya sahiptir. Belki buna bir üçüncü gerçeği daha mı eklemem gerekir: bu ülkede kültürel hegemonya hala Bizim Mahalle ve özellikle de 68 kuşağının elindedir.
İslami kesim, 1990’lı ve 2000’lerin başında, Bizim Mahallenin ülkemiz zihniyet dünyası üzerindeki hegemonyasını kırma konusunda ciddi bir potansiyele sahipti. Ama kısa sürede iktidar olmaları ve paranın şehveti ile bu potansiyellerini gemi güvertesinden atmayı tercih ettiler. Ve kendilerini kısa sürede devletleştirdiler ve Bizim Mahallenin zihniyet dünyasına epeyce yanaştılar ve hatta benzeştiler. Bugün Mümtaz hocada vücut bulmuş, Ermeni, Kürt ve Kıbrıs konusunda resmi devlet tezlerinin en sıkı savunucuları artık onlar.
Bu kesimde giderek artan Mustafa Kemal hayranlığı bu yakınlaşmanın bir başka güzel ve önemli bir örneği. “Hakiki Mustafa Kemalciler” bu yakınlaşmanın, Atatürk resimleri önünde secdeye durmak gibi kültürel görünümlerinden rahatsız olsalar da sonuçta İslami kesimlerle aralarındaki duvarların buharlaşmaya başladığını görmek ve kabul etmek zorundalar.
Özetle, Bizim Mahallenin ve özelikle de 68 aydın kuşağının kültürel hegemonyası hala kırılmamış görülüyor. Oysa bu ülkenin ciddi bir zihniyet değişimine ihtiyacı var. Ermeni soykırımı konusunda, Kürt Meselesinde Mümtaz Hoca’nın temsil ettiği düşünce dünyası ile kopuş yaşanmadan bu zihniyet değişiminin olması mümkün gözükmüyor.
O halde cevabını aramamız gereken soru şu: Mümtaz Soysal gibi “hocaların hocası” ile bizim kuracağımız ilişki tarzı ne olacaktır? Soruyu daha genel sorayım, bu ülke en başta Mustafa Kemal, kurucu babaları ile nasıl bir ilişki kurmalıdır?
Yeni Mustafa Kemal coşkusunun yaşandığı bu günlerde bu coşku nasıl anlamlandırılmalıdır? Mümtaz Soysal’a yaptığımız gibi, bu kurucu liderlerin “iyi” ve “kötü” yanlarını yan yana koymak yetecek midir? Yoksa bu “iyi” ve “kötü” yanları yan yana koymayan, bunların dışında üçüncü bir bizi tanımlayan bir düşünce devriminin kaçınılmaz olduğunu görmek daha doğru değil mi?
*Prof. Dr. Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi