Sina Güneş’in yazısı: Bizi AKP ile yalnız bırakmayın!
SİNA GÜNEŞ
Sosyal ya da kolektif hafıza teorisi olarak bilinen teoriye göre hafıza sadece bireysel değildir. İnsanların yaşadıkları topluma, kültüre, değerlere göre şekillenen, gelişen ve dönüşen kolektif bir hafızanın da olduğu ve bu hafızanın bireylerin kişisel hafızalarını etkilediği savunulur.
1990’ların başlarında Almanya’da ortaya çıkan ve göçmenleri hedef alan şiddetin ilk dalgası ne medyadan ne kamuoyundan ne de devlet kurumlarından yeterli ilgiyi görmedi. Sokak ortasında saldırıya uğrayan Doğu Avrupa kökenliler, evleri kundaklanan Türkler, öldürülen Afrika kökenliler seçilmiş örnekler olarak görülmüyor, saldırıların faşizan kökeni kabul edilemiyordu. Avrupa’nın en güçlü ülkelerinden biri, Avrupa Birliğinin kurucu güçlerinden olan Almanya’da faşizmin hortlaması mümkün görülmüyordu. Nazi Almanyası’ndan bu yana çok şey değişmişti. Ekonomide, siyasette, eğitimde çok ilerlenmiş, demokrasi değerlerine saygı yerleşmişti.
Bu kayıtsızlık şiddet dalgasının günden güne yayılmasına ve verilen zararların katlanmasına neden olurken, üstü örtülmesi mümkün olmayan bir sürece girildiği görüldü. İlk serzeniş süreç boyunca duruma dikkat çeken devletin ötekilerinden; enternasyonalistlerden geldi: “BİZİ ALMANLARLA YALNIZ BIRAKMAYIN”.
Böylelikle kendilerini Almanya’nın gerçek sahipleri olarak tanımlayan Neonazilerin varlığı görünürlük kazandı. Bu alanın boş bırakılamayacağı anlaşıldı. Faşizmin ne menem bir şey olduğu, toplumsal yapıyı nasıl parçaladığı, birlikte yaşama verdiği zararlar hakkında yeniden birçok kitap yazıldı, belgeseller çekildi, konferanslar verildi. Birçok tiyatro ve sinema filmi[1] gösterime girdi. Yok edilemedi elbette ama toplumda yayılması önlendi.
2003 yılında yozlaşmış, kirlenmiş, başarısız siyasetçiler cenneti Türkiye’de iktidar olan AKP’nin durumu aslında körler ülkesinde tek gözlü insanın kral olmasıydı. Üniversiteye girdiğim döneme denk gelen bu süreçte siyasetin öğretimini/teorisini okurken eğitimi/pratiği sokakta almak gerekiyordu. Böyle bir durumda teorinin pratiği belirlemesi beklenebilir oysa sistem Kemalist bakiyeyle bulandığından pratik teoriyi hapsediyordu. İlerici küçük grupların görünürlüğü bozuk ve hantal büyük yapılar yüzünden mümkün olmuyordu. Basit bir örnek vereyim:
Enternasyonalist sosyalistler olarak “başörtüsü yasağı”na karşı verilen mücadeleyi destekliyor ve birlikte yürürken polisten beraber dayak yiyorduk. Çünkü teori bize yargılama yetisinin beyin olduğunu ve sömürünün sınıfsal yapısının başörtüsü ile bir çelişkisi olmadığını söylüyordu. Dayağı biz yiyorduk ama toplumun kafasındaki “SOL” tanımını CHP yapıyordu. Deniz Baykal amansızca başörtüsünü eleştiriyor, dönemin YÖK başkanı başörtüsüyle üniversitelere girmenin imkânsızlığından bahsediyordu, MHP denklemde yoktu, olduğunda da sosyal değil matematiksel düşünüyordu. Onlar için görünürlük “ekonomi” ve matematikti. Bahçeli böyle geldi. 80’den 40’a dönüş ancak matematik kafası olabilirdi. Son durum 1-1’e kadar evirildi.
İçimizdeki CHP’lileri ikna etmek de mümkün olmadı, dışımızdaki CHP’lilere göre ise “marjinal” gruplardık, toplumu anlamıyorduk, sistem öyle işlemiyordu…
Üniversitelerde de durum farklı değildi. AKP’yi desteklemek, kemikleşmiş ve gericileşmiş Kemalizmi zayıflatmak, derin devleti ortadan kaldırmak için şarttı. Orduyu dizginlemek demokrasinin olmazsa olmazıydı. “Ahmet Bey iyi bir uluslararası profesörü ve Atatürkçü bir aydındı.” İtiraz etmek, yazdıklarını anlamamak, konjonktürü doğru okuyamamaktı.
Bunlara karşı olan tüm çabalarımız Murat Belgelerin, Ömer Laçinerlerin, “yetmez ama evetçilerin”, “tatava yapmayıncıların” gümbürtülerinden duyulmadı.
Cemaatin, iktidar ile el ele verip toplumu dönüştürdüğü, yeniden şekillendirdiği, kendinden olmayanları işsiz bıraktığı, liyakatin ortadan kaldırıldığı yönündeki haykırışlarımız iktidar kadar CHP ve MHP’nin de Pennsylvania’ya ziyaretleri ile görünmezleşti, yok sayıldı.
Kürd Milliyetçiliğinin Türk Milliyetçiliğini örnek aldığı ve giderek vahim bir sürece girildiği yönündeki serzenişimiz de tıpkı Baskın Oran’ın “her türlü milliyetçiliğe karşıyız” tepkisi gibi çarpıtıldı.
HDP niçin gereklidir?
HDP işte tüm bu çarpıklıklar içinde ortaya çıktı. Enternasyonalistler için alan açtı. Nefes oldu. %13,1 oy oranı ve 80 milletvekili ile Türkiye siyasetine yeni bir çıkış yolu gösterdi. Umudun hala olduğunu, beraber yaşamın mümkün olduğunu yeniden gösterdi.
AKP’nin tek parti olmadığını hatırlattı.
CHP ve hatta MHP’ye siyaset olanağı sağladı.
Bugün HDP’ye yönelen şiddeti bu bağlamda ele almadan okumaya çalışanların bir kez daha görmemizi istemedikleri şey budur.
HDP’nin mücadelesi %13 ile %100’ü özgürleştirme mücadelesidir.
HDP bu yüzden gereklidir. Bu yüzden desteklenmelidir. Bu yüzden yalnız bırakılmamalıdır. HDP bizim “Bizi CHP ve MHP ile yalnız bırakmayın” serzenişimizin ürünü olsa da çok yakında yeni bir serzenişin daha yaklaştığı ortadadır. AKP’lilerin bile korktukları, konuşamadıkları, kendilerini ifade edemedikleri bir dönem sanıldığından daha yakındır. Tarihsel sorumluluğumuz bunu dile getirmeye bizi mecbur etmiştir. AKP’lilerin de bağırması yakındır.
CHP’nin demagoglarına değil ama CHP’ye oy veren milyonlara, MHP’nin “bensiz asla” naraları atan ergen zihniyetine değil ama içinde özgür bir Türkiye’de beraber yaşam sevdası olan tüm destekçilerine ve elbette özgürlük ve demokrasi saflarında cephe alan tüm Türkiye halklarına belki de son haykırışımızdır:
BİZİ AKP İLE YALNIZ BIRAKMAYIN…
[1] Bu alandaki en iyi örneklerden biri Dennis Gansel tarafından yönetilen Türkçeye “Tehlikeli Oyun” adıyla çevrilen “Die Welle” filmidir.