“Deli eder insanı bu dünya;
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.”[1]
Şiirin en kendine has şairlerinden, yaramaz çocuğuydu. Şiirleri gibi hep genç kaldı; ölmedi.
Ve 14 Nisan 2014’de 100’üncü kez doğdu Orhan Veli Kanık.
Onu hep 36 yaşında biliyoruz bilmesine de, meğer O, 100 yaşına gelivermiş.
Ama hâlâ öyle genç, öyle yeni, öyle sıcak, öyle yaratıcı ki…
* * * * *
Kimileri inkâr etmeye kalkışsa da, şiir tarihindeki büyük değişimi başlatanların başında gelir Orhan Veli… Onu, belki de en iyi Oktay Rifat anlatır, “Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı,” diye…
Orhan Veli, şair denildiğinde kalabalıkların aklına ilk gelendir. Çünkü o, “Üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şairdir” der Sait Faik…
Sait Faik, Orhan Veli’yi şöyle çizer: “İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles (üçgen) bir yüz, şişirilmiş bir göğse benzeyen bir sırt, -denebilirse- ergenlik bozuğu bir yüz: İşte görünüşte Orhan Veli.”[2]
Garip akımının kurucularındandı Orhan Veli (Oktay Rifat ve Melih Cevdet ile birlikte)…
“Garipçiler, şiirde her türlü kurala ve önceden belirlenmiş kalıplara karşı çıkıp kuralsızlığı kural edinmişlerdi…”[3]
* * * * *
Mesela “Mirovê ku gotınê beredayî dikê mîna jamê ye, ji ber nav vala bûnê, jê zêde deng derdikeve/ Boş konuşan insan çana benzer, içi boş olduğu için çok ses çıkartır,” diye haykıran Onun şiirleri…
‘Gün Olur’un, “Gün olur, alır başımı giderim,/ Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda./ Şu ada senin, bu ada benim,/ Yelkovan kuşlarının peşi sıra…/ Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;/ Çiçekler gürültüyle açar;/ Gürültüyle çıkar duman topraktan…/ Hele martılar, hele martılar,/ Her bir tüylerinde ayrı telaş!/ Gün olur, başıma kadar mavi;/ Gün olur başıma kadar güneş;/ Gün olur, deli gibi,” dizelerindeki kadar özgürlükçü…
‘Sizin İçin’in, “Sizin için, insan kardeşlerim,/ Her şey sizin için;/ Gece de sizin için, gündüz de;/ Gündüz gün ışığı, gece ay ışığı;/ Ay ışığında yapraklar;/ Yapraklarda merak;/ Yapraklarda akil;/ Gün ışığında bin bir yeşil;/ Sarılar da sizin/ için, pembeler de;/ Tenin avuca değişi,/ Sıcaklığı,/ Yumuşaklığı;/ Yatıştaki rahatlık;/ Merhabalar sizin için;/ Sizin için limanda sallanan direkler;/ Günlerin isimleri,/ Ayların isimleri,/ Kayıkların boyaları sizin için;/ Sizin için postacının ayağı,/ Testicinin eli;/ Alınlardan akan ter,/ Cephelerde harcanan kurşun;/ Sizin için mezarlar, mezar taşları,/ Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;/ Sizin için;/ Her şey sizin için,” dizelerindeki kadar eleştirel gerçekçi…
‘Bizim Gibi’nin, “Arzulu mudur acaba/ Bir tank, rüyasında/ Ve ne düşünür tayyare/ Yalnız kaldığı zaman?// Hep bir ağızdan şarkı söylemesini/ Sevmez mi acaba gaz maskeleri/ Ay ışığında?// Ve tüfeklerin merhameti yok mudur/ Biz insanlar kadar olsun?” dizelerindeki kadar anti-militarist…
‘Lakırdılarım’ın, “Allah varsa eğer,/ Başka bir şey istemem ondan./ Bununla beraber istemem/ Ne Allahın olmasını,/ Ne de işimin/ Allaha kalmasını,” dizelerindeki kadar kuşkucu…
‘Sol Elim’in, “Sarhoş oldum da/ Seni hatırladım yine;/ Sol elim,/ Acemi elim,/ Zavallı elim,” dizelerindeki kadar eleştirel solcu…
‘Bayram’ın, “Kargalar, sakın anneme söylemeyin!/ Bugün toplar atılırken evden kaçıp/ Harbiye nezaretine gideceğim./ Söylemezseniz size macun alırım,/ Simit alırım, horoz şekeri alırım;/ Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,/ Bütün zıpzıplarımı size veririm./ Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!” dizelerindeki kadar çocuksu içtenlikle toplumcuydu…
‘Pırpırlı Şiir’in, “Uyandım baktım ki bir sabah/ Güneş vurmuş içime,” dizelerindeki kadar insana aitti…
‘Tahattur’un, “Alnımdaki bıçak yarası/ Senin yüzünden;/ Tabakam senin yadigârın;/ ‘İki elin kanda olsa gel’ diyor/ Telgrafın;/ Nasıl unuturum seni ben,/ Vesikalı yârim?” dizelerindeki kadar tutkulu aşık…
‘Gözlerim’in, “Gözlerim,/ Gözlerim nerede?// Şeytan aldı, götürdü; / Satamadan getirdi.// Gözlerim,/ Gözlerim nerede?” dizelerindeki kadar hülyalı…
‘Anlatamıyorum’un, “Ağlasam sesimi duyar mısınız,/ Mısralarımda;/ Dokunabilir misiniz/ Gözyaşlarıma, ellerinizle?/ Bilmezdim/ Şarkıların bu kadar güzel,/ Kelimelerin kifayetsiz olduğunu/ Bu derde düşmeden önce./ Bir yer var, biliyorum;/ Her şeyi söylemek mümkün;/ Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;/ Anlatamıyorum,” dizelerindeki kadar kadar içten…
‘Macera’nın, “Ne yardan geçerim, ne senden/ Ne denizlerden, ne gökyüzünden,” dizelerindeki kadar kadar bağlanmış…
‘İstanbul’u Dinliyorum’un, “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;/ Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;/ Yavaş yavaş sallanıyor/ Yapraklar, ağaçlarda;// Uzaklarda, çok uzaklarda,/ Sucuların hiç durmıyan çıngırakları;/ İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.// Çekiç sesleri geliyor doklardan,/ Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;// İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı/ Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;/ alnın sıcak mı değil mi, biliyorum;/ Dudakların ıslak mı değil mi, biliyorum;/ Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından/ Kalbinin vuruşundan anlıyorum;/ İstanbul’u dinliyorum,” dizelerindeki kadar delicesine duyarlı…
‘Delikli Şiir’in, “Cep delik cepken delik/ Yen delik kaftan delik/ Don delik mintan delik/ Kevgir misin be kardeşlik,” dizelerindeki kadar kadar meteliksizdi…
Ve nihayet ‘Eskiler Alıyorum’un, “Eskiler alıyorum/ Alıp yıldız yapıyorum/ Musiki ruhun gıdasıdır/ Musikiye bayılıyorum…/ Şiir yazıyorum/ Şiir yazıp eskiler alıyorum/ Eskiler verip Musikiler alıyorum…/ Bir de rakı şişesinde balık olsam,” dizelerindeki kadar kadar şairdi…
* * * * *
13 Nisan 1914 tarihinde, İstanbul’da doğan Orhan Veli Kanık’ın, “Nüfus kağıdı” da denilen kimliğinin kopyasına göre, adı Ahmet Orhan’dır. Babasının adı Veli olduğundan, soyadı kanunundan (1934) önce Orhan Veli olarak tanındı. Aynı kaynağa göre 13 Nisan 1914 pazartesi günü İstanbul’un Beykoz semtine bağlı Yalıköy’de bulunan İshak Ağa yokuşundaki Çayır Sokağı’nda 9 numaralı konakta doğmuştur.
Cumhurbaşkanlığı Armoni Orkestrası şefi, klarnet üstadı Mehmet Veli Kanık ile Fatma Nigar Hanım’ın ilk çocuklarıdır. Mizah yazarı Adnan Veli Kanık’ın ağabeyi olan şairin, Füruzan (Yolyapan) adlı bir de kızkardeşi vardı. 1921’de Galatasaray Lisesi’ne gönderildi. Dördüncü sınıfa kadar bu okula devam ettikten sonra, 1925’te babasının tayini nedeniyle, ailesiyle birlikte Ankara’ya taşındı.
Okula Beşiktaş’ta Akaretler İlkokulu’nda başlayıp ertesi yıl Galatasaray Lisesi’nin ilk bölümünde yatılı oluşu, bu okul mezunu ve öğretmeni şairlere bir selam gibidir.
Babasının Ankara’ya atanması Ankara’da okurken Ahmet Hamdi Tanpınar’la Rıfkı Melûl Meriç’in öğrencisi olmasını sağladı. Liseyi bitirdiği yıl, İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe Fakültesi’ne girişi (hatta Talebe Cemiyeti Başkanı seçilişi) kaynaklarda akıl karıştıracak tarih farklılıkları, karışıklıklar gösterir. O yüzden kendi yaptığı özet kullanılmalı: “1 yaşında kurbağadan korktum. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım.” Orhan Veli Kanık, günün şiirde “devrim” denilecek değişiklikleri birlikte yapacağı arkadaşlarını bulmuştur.
1933 yılında İstanbul’a geri döndü ve İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümü’ne devam etti. 1936’da, lisans eğitimini bırakmaya karar verdi ve ertesi yıl Ankara’ya geri döndü. Başkentte bir süre, PTT Genel Müdürlüğü Telgraf İşleri Reisliği Nizamlar Bürosu’nda memurluk yaptı.
Murat Yalçın’ın anlatımıyla Orhan Veli, “Lise mezunu, üniversiteye kaydolmuş ama gitmemiş. Memurluğunda dört defa işten uzaklaştırılmış, maaşına haciz gelmiş. Okulla, kurumlarla, işle alâkâsı hiç olmamış. Askerde de kaçıp kaçıp Salim adında salaş bir meyhaneye gidiyormuş. ‘Herkes gider talime ben giderim Salim’e’…”
1944 yılında Muvaffak Sami Onat’a yazdığı mektubunda kendini şöyle tanıtıyor Orhan Veli:
“1914’te doğdum, 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım.
Yedisinde mektebe başladım. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım.
13’te Oktay Rifat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim, 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok âşık oldum. Hiç evlenmedim. Şimdi askerim.”
Eserlerinin yayımlanmasında ve sergide emeği büyük olan Yücel Demirel de “En rahat ettiği dönem askerlik” diyor: “Askerde çok eğlenmiş, keyif sürmüş. En tasasız dönemi. Çünkü hayatı sıkıntı ve parasızlıkla geçiyor.”
10 Kasım 1950 gecesinde, onarım için kazılmış, ancak üzeri kapatılmamış bir çukura düşerek ayağını incitti. Ardından İstanbul’a dönen şair, bir arkadaş ziyareti esnasında aniden fenalaşması üzerine kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi’nde, 14 Kasım 1950 tarihinde beyin kanaması sonucu girdiği komada hayatını kaybetti.
“Urumeli Hisarı’na oturmuşum, Oturmuş da bir türkü tutturmuşum” diyen Orhan Veli’yi arkadaşları Rumelihisarı Mezarlığı’ndan başka bir yere gömmeyi düşünmezler. Mezar taşına sadece “Orhan Veli 1914-1950” yazılır.
Ve nihayet, kendisini şöyle anlatır dizelerinde O…
“Ben Orhan Veli,/ ‘Yazık oldu Süleyman Efendi’ye’/ Mısra-ı meşrunun mübdii…/ Duydum ki merak ediyormuşsunuz/ Hususi hayatımı,/ Anlatayım:/ Evvelâ adamım, yani/ Sirk hayvanı falan değilim./ Burnum var, kulağım var,/ Pek biçimli olmamakla beraber.
Evde otururum,/ Masa başında çalışırım./ Bir anne bir de babadan dünyaya geldim./ Ne başımda bulut gezdiririm,/ Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet./ Ne İngiliz kralı kadar/ Mütevazıyım,/ Ne de Bay Celâl Bayar’ın/ Ahır uşağı kadar aristokrat./ Ispanağı çok severim./ Puf böreğine hele/ Bayılırım./ Malda mülkte gözüm yoktur./ Vallahi yoktur.
Yayan dolaşırım,/ Mütenekkiren seyahat ederim./ Oktay Rifat’la Melih Cevdet’tir/ En yakın arkadaşlarım./ Bir de sevgilim vardır, pek muteber;/ İsmini söyleyemem,/ Edebiyat tarihçisi bulsun…”[4]
* * * * *
Sevgili(si)… dedik…
Orhan Veli’nin, 1947 ile 1950 arasında, Nahit Hanım ile yaşadığı aşkın belgesi mektupları, ‘Yalnız Seni Arıyorum’ başlıklı yapıttadır…
Zeynep Oral’ın, “Güzeldi, akıllıydı, zekiydi” diye betimlediği Nahit Hanım’a sırılsıklam tutkundu O; hatta şunları kaleme alacak kadar:
“Canım sevgilim, tekrar ne zaman buluşacağız? Arzum, ümidim, zevkim, neşem, her şeyim sensin. Ancak senin yanında bahtiyar oluyorum. Hiç ayrılmadan yaşayacağımız gün gelmeyecek mi? Sen bu arzumun ebedi olacağına inanmak istemiyorsun (…) Sevdiğim, hoşlandığım, arzuladığım, güzel bulduğum, eşsiz şekilde güzel bulduğum tek kadın sensin. Hep senin yanında olmak, sonunda da senin yanında ölmek istiyorum. Bu sözlerimi mübalağa sanma. Duyduklarımı anlatamıyorum bile. Ben senin hayranın, esirinim. Her şeyinin hayranı, her şeyinin esiri. Yüzünün, saçlarının, vücudunun, kokunun, sıcaklığının, her şeyinin. (…)
Diyordun ki ‘Ben başkalarından ne mektuplar aldım’. Ama ne çare ki onlar mektup, benimki hakikât. İş mektup yazmaya kalsa, yani mesele sadece bir edebiyat meselesi olsa ben de bir şeyler söyleyebilirim. Ama mesele benim için bir edebiyat meselesi değil. İşte bunun için değil mi zaten mektup yazmaya kalktığım zaman, elimden, duyup düşündüklerimi çırılçıplak söylemekten başka hiçbir şey gelmiyor…”[5]
Sırılsıklam aşık ve meteliksizdi.
Orhan Veli’nin halk tarafından sevilmesi ve sahiplenilmesi, halkının eskiye dayanan şiir sevgisi kadar, şiirlerinde gündelik olanı, sıradan insanları gündelik dille aktarması da etkilidir. Öykücülükte Sait Faik’te gördüğümüz bu yalınlık ve insan sevgisi şiirde Orhan Veli ile hayat bulmuştur.
Mesela Ahmet Haşim, “Göllerde bu dem bir kamış olsam” mı dedi, Orhan Veli, “rakı şişesinde balık olsam” diyordu. Haşim, “Cânân ki gündüzleri gelmez/ Akşam görünür havz üzerinde” mi dedi, Orhan Veli, “Canan ki gündüzleri gelmez/ Geceleri hiç gelmez” deyiveriyordu.
O, sanatla edebiyatı birbirinden ayırdığını söylerken; şiiri sanata sokar, öyküyü ise roman ve tiyatro ile birlikte edebiyata…
Orhan Veli, “Fikir sanatta yer alamıyor. Ama edebiyat fikre dayanıyor” diye açıklardı edebiyatla sanatın farkını. “Bu itibarla edebiyatın halk kitlelerine bir şeyler söylemesi lazım. Okur- yazarları halka doğru götüren bir edebiyat isterim. Yani edebiyatın çoğunluğa hitap etmesini istiyorum. Çoğunluk okuyup anlamalıdır. Anlayabilmesi için de edebiyatta kendi meselelerinden bahsedilmesi lazım. Bugünkü dünyada, çoğunluğu fakir halk teşkil ediyor. Demek ki edebiyat da onların edebiyatı olacaktır.”
Gerçekten de Rıfat Ilgaz’ın, “Orhan Veli toplumcu gerçekçiydi,” demesi boşuna değildir…
Evet O, ‘Garip’çiliği üzerine birçok eleştiriye maruz kalsa da, “Yeni, değişik bir şiir (ile)… şiirin ‘insanın beş duyusuna değil, kafasına hitap eden bir sanat’ olduğu söyleniyor. Şairanelik reddediliyor. Geleneksel şiir anlayışına, ölçüye, uyağa karşı çıkılıyor”du.[6]
* * * * *
36 yaşında giden Orhan Veli, ardında unutulmaz dizeler, sözler bıraktı…
Onun için “Orhan, genellikle güzel giyinirdi. Zarif bir adamdı. Hep ondan beklenmeyen şeyler yapardı, insanı şaşırtmayı çok severdi” diye anlatmış yakın arkadaşı Erol Güney.
Orhan Veli kısacık yaşamına onca eseri, çeviriyi sığdırmasıyla, yaşam biçimini değiştirecek nitelikteki kararlarıyla, yapıp ettikleriyle hep şaşırtır.”[7]
“Şaşırtmak” Orhan Veli’nin şiirinin de temel özelliğidir.
Hangimiz bizi şaşırtan bir Orhan Veli dizesinde aşık olmadık, hangimizin gözleri dolmadı?
Aşkı, ayrılığı, yalnızlığı anlattığı şiirlerinde hangimiz kendimizden bir şeyler bulmadı?
Hangimiz paylaşmadı aynı duyguyu Onunla?
“Hayatta olduğun için sevin, hayatı sev, hayatı sevdir, derdi,”[8] Orhan Veli; bitip tükenmeyen içten seslenişiyle…
İş bu nedenle de yalnızca büyük bir şair değil, şiirle hayatın ne denli iç içe, bir arada yaşayan şeyler olduğunu göstermesiyle de benzersizdir.
18 Ağustos 2014 11:40:06, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[*] Patika, No:87, Ekim/ Kasım/ Aralık 2014…
[1] Orhan Veli.
[2] Sennur Sezer, “Çok Âşık Oldu; Hiç Evlenmedi”, Radikal Kitap, Yıl:10, No:571, 24 Şubat 2012, s.14-15.
[3] M. Şeref Özsoy, “Garipçiler 100 Yaşında”, Radikal Kitap, Yıl:13, No:677, 7 Mart 2014, s.20-21.
[4] Hikmet Altınkaynak, Toroslu Kitaplığı, Çağdaş Türk Şiiri, Toroslu Kitaplığı, 2003.
[5] Orhan Veli, Yalnız Seni Arıyorum, YKY., 2014.
[6] Metin Celal, “Çok Yaşa Büyük Usta!”, Cumhuriyet, 12 Mart 2014, s.15.
[7] Metin Celal, “Orhan Veli’yi Göreceksin ‘Sakın Şaşırma’…”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2014, s.15.
[8] Bülent Çetiner, “Orhan Veli veya İroninin İyimserliği”, Güney, No: 68, Nisan – Mayıs – Haziran 2014, s.37.