Ortadoğu kaynamaya, gerilim ve savaş üretmeye devam ediyor. Son olarak IŞİD’in Irak’ın ekonomi başkenti diyebileceğimiz Musul’u ele geçirmesi Ortadoğu’daki dengeleri ciddi biçimde sarstı. Şimdi tüm bölge aktörleri hesaplarını yeniden yapmak zorunda.
IŞİD nereden çıktı?
IŞİD’in kökleri pek çok İslamcı örgüt gibi Afganistan’a uzanıyor. Kurucusu Ürdün kökenli Ez-Zerkavi 1980’li ve 1990’lı yıllarda Afganistan’da bulunmuş, 2003 yılında Irak’ın ABD işgali sonrası direnişe katılmak üzere bölgeye gelmiştir. İşgale karşı bir direniş başlatan Zerkavi, 2004 yılında El-Kaide’ye katıldığını ilan etti. Zerkavi’nin öldürülmesinin ardından örgüt adını 2006’da “Irak İslam Devleti” şeklinde değiştirdi.
2013 tarihinde El Kaide’nin Irak Emiri Ebu Bekir El-Bağdadi, Suriye’deki savaşa katıldı. Ardından bir bildiriyle “Irak İslam Devleti” ile El-Kaide’nin Suriye kolu olan “Şam Ahalisi Nusra Cephesi”nin lağvedilerek “Irak ve Şam İslam Devleti – IŞİD” adı altında birleştirildiğini açıkladı. Fakat Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammet El-Colani, bu iki örgütün birleştirilmesini kabul etmeyeceğini ve El Kaide lideri Zevahiri’ye bağlı kalacaklarını duyurdu. Zevahiri de IŞİD’le ilişkilerinin kalmadığını açıkladı. Bununla birlikte IŞİD, El-Kaide “merkez”iyle ilişkisi olmasa da bu ana yapının Selefi İslam anlayışını benimsemekte ve en katı ve vahşi biçimlerde uygulamaktadır.
IŞİD Suriye’deki çatışmalarda etkinliğini arttırdı ve nüfuz alanını özellikle Kuzey ve Doğu Suriye’de (Irak sınırı) giderek genişletti. Halep’e kadar uzanan bir bölgede sadece Esad rejimiyle değil diğer muhalif güçlerle de savaşmayı sürdürdü. Suriye’nin petrol kaynaklarının bulunduğu Rakka şehrini elinde tutmaktadır. Halen Türkiye-Suriye sınırındaki dört sınır kapısını da kontrol etmektedir. IŞİD, Rojava’daki özyönetim bölgelerini koruyan YPG ile de şiddetli bir savaş halindedir ve Türkiye Rojava’nın ezilmesi amacıyla IŞİD’e lojistik destek vermekte, insan ve silah geçişlerine göz yummaktadır.
Selefiliğin ötesi
Suriye ‘de Humus’un merkezi hükümetin eline geçmesi ve Halep’in büyük bölümünün kontrol altına alınması IŞİD’i Irak’a yöneltti. Ama zaten IŞİD, doğduğu topraklar olan Irak’ta daima güçlü bir tabana ve etkinlik alanına sahip olarak kalmıştı. ABD işgalinin ardından Bağdat’ta ipleri eline geçiren Şii çoğunluğun temsilcisi Başbakan Nuri El-Maliki, geçmişteki Baas rejiminin tabanını oluşturan Sünni Arapları sadece yönetimden dışlamakla kalmıyor, petrol gelirlerinden yararlanmalarını da engelliyor. Bunun sonucu, Sünni Araplar arasında tepki ve öfkenin birikmesi ve “kendi başımızın çaresine bakalım” düşüncesinin güçlenmesi oldu. IŞİD, askeri gücü ve enerjik yapısıyla işte bu öfkenin siyasal temsilciliğini üstlendi. Elbette bunda, Suudi ve Körfez zenginlerinin akıttığı paranın, ve kısmen Türkiye’nin üstü örtülü desteğinin de payı var.
Bugün IŞİD, Selefilik ideolojisi altında kendisine yer bulan çeşitli dini ekollere ait örgütleri, Sünni aşiretleri ve belki en önemlisi, Baas rejiminden arta kalanları da kapsayan bir şemsiye örgüt durumundadır. Musul valiliğine bir Baas generalinin atanması, Saddam’ın has adamlarından İbrahim El-Duri’nin IŞİD’in önde gelenlerinden biri olarak ortaya çıkması dikkat çekicidir. Milyonluk şehir Musul’un kolayca ele geçirilmesi de Sünni aşiretlerin güçlü desteğini gösterir. Türkiye’nin açık destek verdiği, Sünni burjuvazinin temsilcisi, eski devlet başkanı yardımcısı Tarık El-Haşimi’nin de bu grupla bağlantılı olduğu ortaya çıkıyor. Bu, aynı zamanda IŞİD’le Türkiye’nin bağlantı hattına işaret eder.
Irak üçe parçalanıyor
Daha önce Suriye sınırında, El-Anbar eyaletinde ve diğer Sünni bölgelerde geniş bir alanı kontrol eden, 10 Haziran’da Musul’u ele geçiren IŞİD, Şii düşmanlığı temelinde Sünni Arapların temsilcisi olarak hareket ediyor. Suriye’nin doğusu ve kuzeyinin yanı sıra, Irak’ın Sünni Arap bölgelerinin neredeyse tamamı fiilen IŞİD’in kontrolü altındadır. IŞİD Bağdat’a doğru ilerlemesini sürdürmektedir. Bu, ABD’li işgalcilerin dile getirdiği, Irak’ın üç devlete bölünmesi planının hayata geçmiş şeklidir.
IŞİD petrol boru hatlarını eline geçirerek, Musul’u yağmalayarak büyük bir ekonomik güç elde etmiştir. Kürdistan yönetimine saldırmayacağını açıklayarak güçlerini Şii merkezi yönetime yöneltmek istiyor. Bu arada peşmergelerin tümüyle kontrol altına aldığı Kerkük’e saldırmadıkça bu üstü kapalı ateşkesin devam etmesi mümkündür ve mevcut durum Kürdistan bölgesinin Bağdat’tan biraz daha bağımsızlaşmasına hizmet edebilir.
Türkiye ise, kuşkusuz IŞİD’in bir Sünni Arap devleti kurmaya giriştiğinden haberdardır. (Musul diplomatik misyonunun yaklaşan IŞİD’e rağmen yerinden kımıldamaması, olsa olsa bir teminat aldıklarını gösterir.) Güney sınırında bir Sünni devletin kurulması “Sünni” AKP’nin işine gelirse de, bu devletin Selefi bir ideolojiyle şekillenmesi büyük tehlikeler yaratır. Bu müstakbel devlet için, AKP yönetiminde bile olsa Türkiye’nin tekfir edilmesi ve cihat alanı olarak nitelenmesi sadece bir zamanlama ve taktik sorunudur; Türkiye bir “devrim ihracı”nın hedefi olma riski altına girmektedir. Nitekim Türkiye, IŞİD’den, Reyhanlı’dan sonra ikinci tokadını yemiştir.