Korkut Akın yazdı: Bir sivil itaatsizlik öyküsü: Diren!
Çamaşırhanede doğduğunu söyler mahkemede… Herkes şaşkındır. Annesi de orada çalışmıştır, babasını hiç tanımadığını bildirir… Büyüdükçe işi de büyür. Kazancını ne siz sorun, ne ben söyleyeyim, çok az. Ustabaşının tacizleri de cabası. Evlenmiştir, bir oğlu vardır canı kadar sevdiği…
Bir gün, “Kadınlara oy hakkı” isteyen kadınların eylemine denk gelir. Yavaş yavaş bir şeyler berraklaşmaya başlar. Süfrajetlere katılır, polisin de zoruyla. Türlü eziyetler çektikten ve bir arkadaşları öldükten sonra oy hakkını elde ederler.
İşçi, hele kadınsa daha da eziliyor
1912 Londra’sı, hayat pahalı can ucuz. İşçi her zamanki gibi sömürülmekte… Kadınlar olmadan yaşamak mümkün değilse de en çok ezilen onlar, üstüne üstlük seçme seçilme hakları da yok. İş aslanın ağzında, az para bile olsa çalışmaktan başka bir çıkar yol yok. Acısını sigarasının dumanına saklar erkek, ama kadın hep gözü yaşlı.
Yine de durmaz birileri, yine de hak elde edebilmek için zorlarlar. Polis her yerde olduğu gibi, her zaman olduğu gibi yine gaddar, yine acımasız, yine toplumsal muhalefeti bastırma dışında, casus arar yana yakıla. Erkekler ve mahalleliler ise mücadeleci kadınları aşağılamak, yok saymak için dedikodu üretir, laf sokuştururlar. Dayanmak için manda gönünden yürek gerektir insanda.
Siyasiler hep mi aynıdır?
Bizdeki müzakere masası, orada görüş almak amaçlı kurulur. Bakan da içlerinde bir sürü bürokratın önünde neden oy hakkı istediklerini anlatmaya çabalar kadınlar. İlk kez söz hakkı verildiğinden olsa gerek doğru düzgün dile getiremezler taleplerini. Yine de alabildiğine içten, alabildiğine naif oldukları okunur gözlerinden. Olumlu bir izlenim bırakmışlardır, sonucun olumlu olacağı bildirilir. Son gün, açıklama yapıldığında, görülür ki “masa devrilmiştir”.
Bu daha başlangıç, mücadele yeni başlıyor!
Bir şeyler yapmalıdır; hem patronların elindeki gazeteler duyursun hem de kadınlar gelsinler. İlk akla gelen cam kırmak, mektup kutularını yakmak, hatta bakanın evini bombalamaktır. Olumlu eylemler olarak görülmese de etkili olur ve hak elde edilir.
Bu arada sokaklarda, meydanlarda toplanıp “korsan eylemler” yaparlar, birçok kez tutuklanırlar. İnsanlık dışı aramalardan geçirilir, tecride atılırlar. Açlık grevi yaparlar, birbirlerinin yaralarını sararlar. Kocaları evlerinden atar, kilisede yatmak zorunda kalırlar. Çocukları evlatlık verilir, bağırlarına taş basar yine de mücadele bayrağını düşürmezler.
İyi polis kötü polis oyunu…
Teknolojiyi hep mi yakından takip ederler? Fotoğraf makineleri taşınabilir boyutlara gelmiştir. İlk kullananlar tabii ki polistir ve kadın eylemcilerin fotoğraflarını çeker. Zaten eylemlerde öyle bir saldırırlar ki, öldüresiye. Yetmediği yerde casusluk önerirler. Kabul etmeyenin vay haline! İyi hali hiç mi görülmez, sorgudaki oyunun dışında? Demek ki…
Bir asır geçmiş…
Filmin sonunda kadınların seçme seçilme hakkını elde ettikleri ülkeler ve yılları sıralanıyor. Türkiye 1934 yılıyla epey bir erkenci, hele İsviçre’nin 1971 yılına bakılınca… Oy hakkı elde etse de oy verecekleri yine de erkekler belirliyor Türkiye’de… Tabii, bir de seçilecek sırada olanlar da hep erkek. Biz hala kadınların yerinin erkeklerin arkasında olduğuna, evlerinden çıkmamalı gerektiğine inanıyoruz.
Dolu dolu bir film…
Başarılı bir film Diren (Suffragette). Kuşkusuz dün erkendi yarın geç. Tam zamanı. Adalet istiyorsanız, haksızlıklara karşı baş kaldıracaksanız, taciz ve tecavüzle mücadele edecekseniz… tüm bunlar beraberinde barış ve demokrasiyi getirecekse… Diren; özgürlük için, adalet için, eşitlik için ve düzeni yıkmak, geleneği kırmak için mücadele et!
Sivil itaatsizlik mücadelesinin yüz yıl önceki örneğini izleyin, bugüne uyarlamak size kalmış.
Diren: Zamanı Geldi (Suffragette), yönetmen Sarah Gavron, oyuncular Carey Mulligan, Helena Bonham Carter, Anne-Marie Duff ile Meryl Streep… 15 Ocak’tan itibaren…