Bu başlığın orijinali aslında hepimizin bildiği gibi, Epir Kralı Pirsus’un Romalılarla giriştiği ve beş yıl süren Pirus Savaşları sonunda tarihe aynı adla geçecek Pirus Zaferinden sonra söylediği şu sözdü; “Bir Zafer Daha Kazanırsam Tamamen Biteceğim”. Tarihsel anlatıya göre Kral Pirus’un orduları, Roma ordularına kıyasla hem sayıca daha üstün hem de daha donanımlıdır. Tabiatıyla Pirus’un orduları Roma ordularını yenilgiye uğratır ve fakat kendi orduları da oldukça fazla kayıp verir. Nitekim Pirus Zaferi’ne giden son savaşta Roma ordularının muazzam direnişi karşısında ordusunun neredeyse tamamını kaybetmesine rağmen savaşı kazanır. Ancak bu zafer Kral Pirus’u o kadar güçsüz bırakmıştır ki ne Roma ne de Kartaca uzlaşma talebini kabul etmeyince geriye kalan az sayıda birliği ile Epir’e dönmek zorunda kalır. Bugün Pirus Zaferi, bedeli zaferden daha ağır olan ve aslında zafer diye telakki edilenin haddizatında bir yıkım olduğunu ifade eden durumlar için sıklıkla kullanılır.
İÖ 200’lerin son çeyreğinde yaşanmış bir tarihsel vakayı 21.yy’ın Türkiye’sinde 7 Haziran’da yapılacak olan milletvekili genel seçimlerine nasıl bağlayacağım bilmiyorum ama müsaadenizle deneyeceğim. AKP Hükümeti diyeceğim lakin dilim varmıyor zira karşı karşıya olduğumuz vaka, Fransa Kralı 14. Lui’in modern Türkiye versiyonu. Bilindiği üzere Fransa Kralı 14. Lui “Devlet benim” demekle yetinmemiş, kendisine “Fransa” diye hitap edilmesini dahi istemiştir yakın çevresinden. Bizimkinin de kendinden “Türkiye” diye bahsetmediğini iddia etmek çok da mümkün değil. Dolayısıyla 7 Haziran’da yapılacak olan seçimlere kendisini “Türkiye” olarak gören, Tayyip Erdoğan ve diğer siyasi partiler giriyor dersek abesle iştigal olmaz herhalde. Diğer siyasi partiler ifadesini de biraz daraltırsak, propoganda dönemi resmi olarak henüz başlamasa da Tayyip Erdoğan ve HDP arasında hâlihazırda bir seçim yarışı var. Taraflardan HDP, kuruluşundan itibaren Türkiye’yle aynı karede görünmeyen evrensel üç talebi dile getiriyor, herkes için demokrasi, herkes için eşitlik, herkes için özgürlük. İkinci taraf ise, yani Erdoğan, “Türk tipi başkanlık” dediği zihin dünyasındaki modelle esasında “devlet benim”, “Türkiye benim”i açıktan diyebilmek için anayasal güvence almak istiyor. Taraflardan biri, maaşları tarafınca ödenen ve bu doğrultuda gerekirse gün içinde beş takla atma kapasitesine haiz bir medya ordusuyla, sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini asla bilemeyeceğimiz bir bütçe ve ağzından çıkacak olan bir sözle tüm ülkede terör estirecek on binlerce kolluk gücü eşliğinde oy istiyor. Tüzel ve özel kişilikleri, kurumları ve toplulukları tehdit ediyor, önüne çıkan herkesi hainlikle, paralel olmakla suçluyor, birlikte yürüdüğü “yoldaşlarını” dakikalar içinde “itibarsızlaştırıyor”. Kitlelere seslenirken onları seçim sandığına değil de savaş meydanına çağırıyor adeta. Özetle, ya ben “Türkiye” olacağım ya da Türkiye bir kaos cumhuriyeti olacak mesajı veriyor. Bu uğurda, kefenler ve baldıran zehirleri eşliğinde giriştiği Kürt meselesinin diyalogla hal yoluna koyulması girişimini de çoktan rafa kaldırdı. Hatta öyle ki, “Kürt sorunu yoktur” açıklamasına eşlik eden Genelkurmay’ın “terörist başı” çıkışı ve hemen ardından Mardin’de gerçekleştirilen askeri operasyon, sonrasında Dağlıca haberleri gösteriyor ki saatler seçim öncesi çatışmaya ayarlanmış. Seçim öncesi bir çatışma halinin olması için Roboski’de katırları kurşuna dizdirecek kadar seviye düşmüş durumda. Seçimler öncesinde çatışma halinin “yatırım yapılacak” bir alan olduğu son çeyrek yüzyıllık seçim geçmişinden açıkça görüldüğü üzere Erdoğan’ın da “Türkiye” olmak için bu yöntemi es geçmeyeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Öte yandan Erdoğan cephesinden bakacak olursak “Türkiye” olmayı isteme talebi dışında bir seçeneği yok aslında. Çünkü bir adım geri atması demek, yüzyılın soygunun, savaş suçlarının, Roboski’nin, Gezi’nin ve henüz bilmediğimiz nice suçların açığa çıkması anlamına gelecektir. Seçimlerden muhtemel bir yenilgi alması halinde ise ne tekrar toparlanacak takate sahip olacağından ne de tekrar yola çıkacak “yoldaşlar” geride bıraktığından işi daha da zorlaşacaktır. Seçim sath ı mailine girdiğimiz şu günler itibariyle, Erdoğan’ın “ben Türkiye olmak istiyorum” arzusu kuvvetlenerek artacak ve siyasal şiddettin türlü biçimi ile karşı karşıya gelme ihtimalimiz yükselecektir. Erdoğan “Pirus zaferi” kazanmak pahasına da olsa, başka seçeneği olmadığı için geri dönülemez bir yola revan olmuştur. Nitekim mevcut siyasi iklimde ki daha da sertleşecektir, Erdoğan’ın kazanacağı bir seçim “zaferi” ancak geri dönülmez bir yıkımın başlangıcına işaret edecektir. Çünkü bu seçimde Erdoğan tüm gücünü “yenilmemek” pahasına tüketmekten geri durmayacaktır. Ancak ne var ki HDP’nin gittikçe büyüyen demokratik mukavemeti karşısında Erdoğan ancak bir “pirus zaferi” kazanabilir. Yani bu şartlar altında bir seçim daha kazanırsa tamamen bitecektir.