“Sevdiği erkeği kendisine vermeyen yeryüzünün Tanrılarını ölüleri yeryüzüne salmakla tehdit eden Ereşkigal’den, Adem ile eşit olduğunu ve bu nedenle ona itaat etmeyeceğini savunan Lilith’e, yalnızca gürültü yaptıkları için tüm insanları yok edeceği tehditlerini savuran Tiamat’a kadar, öfkeli ve kızgın Tanrıçalardan geçilmez Ortadoğu.”
GÖKTUĞ HALİS
Kaos, insan, kültür…
Yahudi/Hristiyan dizgesinin kutsal kitabının “Yaratılış”(Tekvin) bölümü Tanrı’nın gökyüzünü ve yeryüzünü “yaratma” eyleminden hemen sonraki “evren” halinden bahsetmektedir. Bu bölümlerde iki farklı düzleme yer verilir.
İlki bir “sular kaosu”dur; ve yeryüzü bomboştur. Öyle ki “Tanrı’nın ruhu suların üzerinde uçmaktadır…” İkinci versiyonda ise yeryüzü “çıplak” topraktan oluşmuştur ve toprağı içeriden yükselen bir buhar beslemektedir. Bir çöl kavminden bahsediyorsak, ikinci versiyon Yahudi toplumunun geleneksel mitlerine daha uygundur; olasılıkla daha eskidir. Sular kaosuna biçim verme olgusu ise, iki nehir arası ülkenin, Mezopotamya’nın mitolojilerinden etkilenme olasılığına işaret etmektedir. Zira Yahudiler Mısır’dan çıkıp, uzun bir yolculuğun ardından İbrahim’e vaat edilen topraklara geldiğinde, bu inanç figürleriyle tanışmıştır.
Mezopotamya’nın modern araştırmacılar açısından en çok bilinen destanlarından olan Enuma Eliş(Bir Zamanlar Yukarıda anlamına gelir) genç Tanrı Marduk’un, “sular kaosunu” simgeleyen Ana Tanrıça-Tiamat’a karşı kazandığı zaferi ve sonrasında evrene bir şekil verme edimini işaret etmektedir.
Tevrat’a özgü, her iki versiyonda da Tanrı’nın yaratma edimi aslında “pagan” dünyanın kafirce tınılarına karşı geliştirilmiş bir savunmadır. Tanrı’nın “edimini”, düzensizliğe düzen verme olarak betimlemek, “yaratma” dogmasına sorun çıkarmaktadır. Mısır ve Sümer gibi daha eski tarihli metinlerde “khaos” dizginsiz doğa güçlerinin hüküm sürdüğü bir aşamayı gösterir; Tanrı-ya da Tanrılar “bu güçleri” ehlileştiren varlıklardır yalnızca. Yine Mısır’ın en eski teolojilerinden biri olan Memphis’te Tanrı Ptah’ın “sular ortasında oluşan” bir tepecik üstünde oturduğu görülür. İlksel sular karşısında açıkça üstün resmedilen Ptah, dünyayı “kalbi ve dili” ile yaratmaya girişir. Bu anlatıda da Tanrı, hep bir şeylerden sonra vardır.
Tevrat-İncil ve Kur’an dizgesini, bu antik mitolojilerin devamı olarak nitelemenin orijinal bir yönü kalmadı. Benzerlikler çarpıcıdır; Kitab-ı Mukaddes’in Tanrısı sanki Mısır ve Sümer Tanrıları’nın bir devamı gibidir.
Tanrı’yı, bir düzensizliğin ürünü- ve çocuğu olarak resmetmek onun, Tek Tanrılı dinlere özgü ilahiliğini de sarsan bir gerçeklik alanı ortaya koyar. Bu haliyle, “medeniyet” kahramanları ile Tanrı arasındaki ilişkinin ayırt edilemez parantezine dahil oluruz. Bir kahramanın, buluşları ve edimleriyle topluluğun yaşam mücadelesine katkı sunan ilk kişinin “Tanrı” haline dönüştürüldüğü bir anlam bozulması yaşanır. Her kültür öncüsünün, Tanrısallıkla ilişkisinin yaygınlığı bu nedenle şaşırtıcı biçimde yaygındır.
Ve “kaos” ifadesi her yerde “düzen” ve “yasa” algısı ve bilinç düzeyinin karşıtı olarak sunulur. Kaos’tan düzene geçiş, modern dünyanın pek övündüğü medeniyet olgusunun kutsal hale getirdiği dönüşümün merkezinde oturur. Neolitik olarak adlandırılan zaman diliminin “doğanın” dizginlenemez güçlerine hakimiyet kurmaya olanak veren dönüşümün odağında tutulmasından hareketle, modern anlamda Tanrı algısını yücelten “kaosa son verme” ve “bir düzen yaratma” ediminin de tarihsel karşılığına ulaşmış oluruz.
Şefkatli anneden canavara: Kaos simgesi olarak kadın
Kaos’u “kültür” ya da “medeniyet” öncesi bir kavram olarak tanımlayan “ilerlemeci” mantığın, kendi dünya algısının temel dayanaklarını kollamaya çalıştığı kesindir. Düzensiz ve kontrol edilemez güçlerin varlığından esinlenen bir eski tarih tablosunun odak noktasında “insanları yok etmeye azmetmiş” dişi-yam yam Tanrıçaların bulunduğunu görmek de bizleri şaşırtmaz. Paleolitik(İ.Ö. 10 binden önceki) dönemin ana-erkil bir dünyanın yaşama ve doğaya yönelmiş, teslimiyetçi ve eşitlikçi yaşam görüşü, “doğaya hakim kılmayı” hedefleyen ve bu yolda haksız ve saygısızca üretim faaliyetlerine girişmiş “erkek egemen” yaşam algısına yenilmiştir çünkü.
Sevdiği erkeği kendisine vermeyen yeryüzünün Tanrılarını ölüleri yeryüzüne salmakla tehdit eden Ereşkigal’den, Adem ile eşit olduğunu ve bu nedenle ona itaat etmeyeceğini savunan Lilith’e, yalnızca gürültü yaptıkları için tüm insanları yok edeceği tehditlerini savuran Tiamat’a kadar, öfkeli ve kızgın Tanrıçalardan geçilmez Ortadoğu.
Medeniyetin olduğu kadar, “kadına duyulan” öfkenin de ilk yazılı kayıtları bu topraklardadır…
Tüm bunlar, vahşice ve dizginlenmesi gereken ilkel içgüdülerdir aslında. Katletme ve cinsel eğilimlerin toplum yaşamı için sunduğu tehditlerin bastırılması en iyisidir; ancak Ruhbilim “bastırılan her şeyin yeniden açığa çıktığını bizlere” göstermiştir. Hem de çok daha korkutucu biçimde. Kadının doğaya dönük yüzünün, erkek egemen için içerdiği tehdit; açıkça korkutucudur. Zira bir eşitlik ve sınıfsızlık, çocukların anne karşısındaki eşitliğinden beslenen önsel eğilimlerden beslenir. Yeni dünyanın itaat ile anlamlanan ve teslimiyeti çalışma sistemi ile birleştirmiş güç dünyasından “kadınların” şeytanlaştırılışına ulaşırız.
Doğaya saygının yitimi ve aklın merkezileşmesi
Kuşkusuz kadın “kaos” u simgeleyen yegane kaynak değildir. Dürtülerin bastırılışı ve yaşam için sunduğu olanakların yetkin ifadesi olarak “hayvan” da bu temsile alabildiğine uygundur. Hayvana saygı duyan ve hayvanı “tanrısal” olarak gören ilkel dinlerin aşağılanışından, insanın merkeze alındığı bir yaşam görüşünün zorunlu ürünü olarak bahsetmek yanlış olmayacaktır. İnsanın merkezde yer aldığı bir Tanrı algısı “hayvanların” kaos gücüne yaptığı katkıyı mutlaklaştıracaktır. Kendini çok sayıda hayvanın bir araya gelmesinden oluşan bir varlık olarak gören bu sayede güç kazanan Şamanın insanı merkeze alan topluluk ayinlerinde zavallı hale getirilmesinin nedeni de budur.
Elbette bu dönüşüm kolay olmamıştır. Medeniyet olgusunun hemen öncesinde, insana güç sağlayan ve ona öğreten güçler bütünüyle hayvandır. İnsanların yaratılışı hayvandan gelir ve bilge insanlar hep hayvanlardan eğitim alanlardır. Günümüzde de kural tanımayan insanların “hayvanlarla” özdeşleştirilerek sunulması bu açıdan büyük önemli bir tutarlılıktır.
Modern politika ve kaotik kişilikler
Tüm dünya yaşamında düzene ve kurallara uymanın erdemi üzerine atılan nutkun, aslında bir iktidar ilişkisinin parçası olduğunu kolaylıkla görebiliyoruz. Kaos’un kötülüğü, ancak dünyevi iktidar mekanizmasının hassasiyetleri perspektifinden mümkündür.
İlkel insanlar için “kaos” doğanın karakteristiğidir ve yaşamın zengin değerler harmanı içerisinde sürmesinin yolu ve olanağıdır. Afrika’dan Avustralya’ya, Sibirya’dan Amerika’ya kadar, hüküm süren tanrısal bir karakter, Loki-Şakacı Tanrı, bu karakteristiğiyle tek tanrılı dinlere kadar yaşayan bir yapının temsilcisidir. Eşiklerin Tanrısı, geçişlerin; yalan ve doğrunun; yeryüzü ve gökyüzünün, acı ve mutluluğun sembolü… Hayvandan insana geçişin temsili; ilk insan olan son hayvandır. Mısır’ın Thoth’u, Tevrat’ın Enoch’una dönüşür… Kurtarıcı; ölmeden önce gökyüzüne alınan…Bir temsilci ve ulak olarak Yunan’ın Tanrıların habercisi Hermes’ine dönüşür. O hem yere, hem gökyüzüne aittir.
Çok daha önemlisi ilkel insanın, “düzensizlik” içinde yaşayan kaotik varlıklar olarak resmedilmesindeki çarpıklıktır. Bu insanlar, modern dünyadaki algının aksine kuralsız ve değersiz yaşayan varlıklar olmanın çok uzağındadır. Ancak kurallara bu bağlılık özgürlük algısında bir sorun çıkarmaz; ilkellerin kuralları, modernlerin aksine, özgürlükleri yok edecek düzeyde değildir.
Çünkü, onların yaşamlarını belirleyen kurallar, topluluğu oluşturan bireylerin dışında ve onların olmadığı yerlerde alınmaz.
Modern dünyanın filozoflarının anlatmaya çalıştığının aksine özgürlük, işte bu kadar basittir. Okuma yazma bile bilmeyen insanlar olan bu barbar, ilkel, yam yam, zenci ve-veya latinlerden Batılı filozofun yüzlerce ciltte anlatmayı başaramadığı ruhsal ve ahlaki incelikleri, yaşamanın temel gerekliliği halinde bulmak; kabullenilemez olmalıdır…