MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist olmak mümkün olamaz. Yüzde 15 halife payından vazgeçmeyen muktedirlerin, çılgın proje ihaleleriyle devlet arpalığında semiren müteahhitlerin kapitalizme abdest aldırabilseler de neden kapitalizme karşı mücadele etmeyecekleri, edemeyecekleri izaha gerek bir konu olmasa gerek.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Memleket sosyalist hareketlerinin en büyük başarılarından biri hiç şüphe yok ki emperyalizm denen terör ve hırsızlık sistemini kitlelere kavratılabilmesi değilse de, bu nemrut sistemi ifşa ederek hiç değilse imge düzeyinde hep tetik durulan bir öfke nesnesi haline getirebilmesidir. Ne var ki özü ve sistematiği az bilinen ama hakkında çok konuşulan diğer tüm kavramlar gibi emperyalizm mefhumu da içi en çok boşaltılan, tahrifata uğrayan, iğdiş edilen ve bazan da düpedüz suiistimal edilen kavramlardan biri durumunda. Öyle ki hakikisinden, çalıntı isimlisine, Perinçeksiz’gillerden, Ulu-sol’lara kadar her renkten memleket sollarının bile aklına en çok Kürdistan meselesi özelinde gelen bir kavram; Kürdistan meselesinin sarsıcı bir etkiye sahip olduğu ve pek çok şekilde gündemi belirlediği bu günlerde haliyle bu kavrama pek çok gönderme yapılıyor daha doğru bir tanımla hakkında bitmek bilmez ahkamlar kesiliyor.
Egzajere bir ifadeyle devrimci hareketler içerisinde bile neredeyse Yankee postalına, Amerikan hava kuvvetlerine yahut donanmasına, Coca-cola, Mcdonalds, Cnn düzeyine indirgenerek vulger bir biçimde ele alına gelen emperyalizm; eline geçirdiği her şeyi sömürüp tüketip bir kanara atarak ilerleyen ve nihayet sığınacak çok az çatı altı kalan AKP ve genel başkanı tarafından hem Ergenekon kadrolarıyla kurdukları yeni ittifak nedeniyle, hem de Saddam, Kaddafi ve benzerleri gibi dış desteğini yitirip köşeye sıkışan her tek adam /parti-devlet rejimlerinin elverişli sığınağı olabilmesi nedeniyle bir can simidi olarak kullanılmaya çalışılıyor, içi boşaltılmış bir anti-emperyalist söylemi dillerine dolamış durumdalar. Emperyalizm, Furkan Vakfı gibi İslami cemaatlerden, Meslek Odalarına her aykırı sesi, görüşü zapturapt altına almaya çalışan baskı rejimini meşrulaştırmak, OHAL rejimini sürdürebilmek, ayyuka çıkmış çürüme ve sömürüyü örtbas etmek için yürütülen ‘yedi düvele karşı savaşıyoruz’ propagandasının, beka sorunu alarmizminin boş gösteren paratoneri olarak kullanılıyor. Eriyen kitle desteğini Kürt karşıtlığıyla, İslamcı bir sosa bulanmış şovenizmle, yabancı düşmanlığıyla, kof Osmanlı düşleriyle beslenen fetihçi cihatçılıkla yeniden konsolide etmenin hatta seferber etmenin manivelası olarak kullanılıyor. Kimi sol çevreler de bir yandan hesaplaşılamamış Kemalizm nedeniyle, öte yandan da Kürt’e sövebilmenin politikmiş gibi yapılabilen, kolay ve müşteri bulabilen yeni bir yolunu bulmuş olmanın sevinciyle bu koroya sufle veriyorlar.
Hülasa AKP’nin gezici ajitatörü Külünk’ün ipe sapa gelmez komplo teorileri eşliğinde, kıymeti kendinden menkul bir mistisizmle anti-emperyalist mavalları okuduğu, yalaka eski futbolcuların reislerine parka giydirdiği, emperyalizmin demagog ve lümpen ağızlarda çiklet olduğu, diğer yandan da “ama”lı cümlelerine argüman devşirebilmek için kelli -felli sosyalist parti liderlerinin, Lenin’in “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı”, “Emperyalizm” broşürlerini eşelediği günlerden geçiyoruz. Peki ama ne menem bir şeydir bu emperyalizm?
En kestirme, sarih ve özlü ifadesiyle, emperyalizm kapitalizmin en üst aşamadır. Aynı zamanda kapitalizmin uluslararası örgütlenmesinin adıdır. Malumun tekrarı olsa da, finans-kapitalin günümüzde geldiği aşamada burjuvazi artık dünya ölçeğinde bir sınıf durumdadır. Kapitalizm bir dünya sistemidir. Kendinden önceki diğer tüm sınıflı toplum sistemleri gibi kapitalizm de dünyaya egemen olduğu andan itibaren dünyayı bir bütün olarak ele alır. Bu da bize tekellerin, finans-kapitalin egemenliğinin oluştuğu, mal ihracı yerine sermaye ihracının ağırlık kazandığı, dünyanın kapitalist güçler arasında hem pazar hem toprak olarak paylaşılmış olduğu aşamaya varan bütünlüklü bir sistemi tarif eder. Nihai kertede ekonomik gücü ele geçirenlerin diğer alanları da belirlemeye ve taksim etmeye başladığı kültürel, siyasal, askeri ve elbette toplumsal alanı elinde bulundurduğu; emperyalist metropollerden, sömürgelere doğru finans-kapital’in ihtiyaçlarına, tekelci rekabetin yasalarına uygun biçimde devletleri örgütleyen, hukuk düzenlerini belirleyen, medyayı, bilimi ve eğitimi şekillendiren, sosyal-kültürel alanı düzenleyen ve nihayet tüm bunlara uygun bir insan yaratan küresel bir düzeni ifade eder. Hülasa emperyalizm, kapitalizmin uluslararasılaşması demektir.
Aynı anlama gelmek üzere emperyalizm, tekelci kapitalizmdir. Tekelci kapitalizmin dünyaya egemen olmasıdır. Belirli bir kapitalist ülkede, kapitalizmin olağan işleyişi gereği tekellerin oluşması ve pazarı ele geçirmeleri, sermayenin temerküzü, artan üretim yoğunlaşması, artan artı-değer üretiminin ve pazar talebinin bu üretimi karşılayamaması neticesinde, “ulusal pazar” dışına sermaye ihracı ve artı-değer transferi başlar. Böylelikle kapitalist metropollerdeki tekelci sermaye kendini uluslararası bir biçimde örgütlemeye başlamış olur. Buna bağlı olarak tekelci aşamada sermayenin ortak işlerini gören bir komisyondan başka bir işlevi kalmayan hükümetler de devlet yapılaşmalarını elçilikler, yasal temsilcilikler, NATO, IMF gibi bilinen yasal organizasyonlar dışında uluslararası biçimde örgütlemeye başlarlar. Örneğin bugün ABD devletinin başka ülkelerde çalışan her neviden görevli sayısı neredeyse ulusal sınırlar içinde çalışan sayısını aşmış durumdadır.
Aynı şeyi askeri üslenme konusunda da söyleyebiliriz. Kapitalizmin “ulusal pazar” içerisinde tekelciliğe doğru ilerleyen işleyişi emperyalizmde de aynısıyla tekrarlanır, zaman içerisinde ekonomik alanı ele geçiren sermaye hızla politik, askeri, medya, kültür, eğitim alanlarına da yayılmaya başlar. Misal olarak İngiltere kabinesini ve devletini ele geçiren sermaye, artık AKP çevrelerince bile gizleme gereği duyulmayacak şekilde, Türkiye’deki İngiliz vatandaşı Ekonomi Bakanları, Kraliyet nişanı alan Dışişleri Bakanları örneğinde olduğu gibi başka hükümetler içerisinde örgütlenir. Aynı şey bahsettiğimiz diğer alanlar için de geçerli olur.
Askeri alanı ele alalım: Silah satışı, modernizasyonu anlaşmaları dışında, bugün TSK hakkında alelen konuşulan NATO’cu kanatlar, Avrasyacı kanatlar örneğindeki gibi, komuta kademesinin yetiştirilmesi, eğitilmesi, devşirilmesi gibi yöntemlerle askeri yapılanma içinde derin biçimde örgütlenilir. Eğitim alanında ise pek çok sömürge elitinin çocuklarının Princeton, Yale, Harvard gibi üniversitelerde eğitim görmeleri, yerellerde Robert Koleji türevi liselere devam etmeleri yahut bir adım ötesinde kuruluş amacı bilinen ODTÜ gibi üniversiteler kurulması, kapitalizmin gereklerine uygun eğitim metotlarının, müfredatların uygulanması, bilimin sermayenin gereksinim ve amaçlarına hizmet eder hale getirilmesi gibi yöntemlerle geniş çaplı bir örgütlenme söz konusu olur.
Tüm bu örgütlenmelerin dışında elbette doğrudan işgal, darbeler, suikastlar, sabotajlar gibi zor yöntemleri de kullanılırken asıl saldırı zor aygıtlarından ziyade ideolojik aygıtlarla yapılagelir. Medya tekellerinin hakimiyetinde sıkı bir medya denetimiyle yapılan yoğun ideolojik bombardımana, reklamcılıktan, sinemaya uzanan geniş bir skalada tek tip, yabancılaştırılmış, “inançsız tüketiciler enternasyonali” yaratma kampanyası eşlik eder. Denilebilir ki emperyalizmin en kritik noktası yahut daha önceki sınıflı toplumlardan onu ayıran alameti farikası bu ideolojik aygıtların yaygın ve etkin kullanımıdır. Çılgınlık boyutlarına varan kitlesel üretim, kitlesel tüketimi dayatıyor. Tarihin gördüğü en büyük propaganda makinası medya tekelleri marifetiyle bulduğu her delikten köşe yazılarından, reklamlara, haber bültenlerinden, müzik videolarına türlü enstrümanlarla kitlelerin üzerine aralıksız bir biçimde propaganda zerk ediyor. Söz konusu makine, ancak tüketimle anlam kazanabilen, paradan başka bir değer tanımayan, basit birer tüketici derekesine indirgenmiş bir insanlar toplamı oluşturabilmek için tam motor gücüyle çalışmaya devam ediyor.
Bu kısa yazının elverebildiği ölçülerde kaba bir özetle emperyalizmin böyle bir şey olduğunu söyleyebilmemiz mümkün olabilir. Ne var ki hayatta hiçbir şey karşımıza teoride olduğu kadar keskin bir şekilde çıkmaz. Şeyleri anlamak göründüğü kadar basit olsa idi bilime ihtiyaç duyulmazdı. Emperyalizm, “kapitalist dünya ekonomisidir.” Bu bir bütündür. Emperyalist sistem bütünü, emperyalist güçler ve onların sömürgelerinde oluşur ve sistemin merkezi emperyalist metropollerdir. Ancak bu kusursuz, sorunsuz bir bütün değildir. Bu sistemin işleyişinin bir diyalektiği vardır. En mühimi de bu sistemin içinde yeryüzünün en öngörülemez unsuru olan insan faktörü vardır. Bu da bütün hesapları karıştırır. Diyalektik gereği ne emperyalist güçler, ne de sömürgeler; ne ezen azınlık ne de ezilen halklar statik bir durumdadır. Her şey hareket halindedir, geçirgenlikler ve değişimler söz konusu olur. Emperyalistler arasında çelişkiler, emperyalistler ve sömürgeler, sömürgeler arasında zincirde yer değişiklikleri ve hatta zincirden kopuşlar ortaya çıkabilir. Bunların her biri, özel durumu ya da tarihsel bağlamı içerisinde özel olarak ele alınmayı gerektirebilir. Bu da bizi meşhur “Somut durumun somut analizine” getirir.
Ezcümle, emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır. Kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmesi, kapitalizmin uluslararası örgütlenmesinin adıdır. Anti-emperyalizmin es geçilemez en temel gerek şartı, anti-kapitalist olmaktır. Anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist olmak mümkün olamaz. Askeri-sinai kompleks inşa etmeye girişen, yüzde 15 halife payından vazgeçmeyen muktedirlerin, çılgın proje ihaleleriyle devlet arpalığında semiren müteahhitlerin kapitalizme abdest aldırabilseler de neden kapitalizme karşı mücadele etmeyecekleri, edemeyecekleri izaha gerek bir konu olmasa gerek. Nasıl ki Nazi ölüm makinasına karşı savaşmış olması Winston Churhill’i anti-faşist yapmadıysa ya da Sovyetlerin Nazilere karşı ABD ile ittifak kurması Sovyetleri emperyalizmin taşeronu, işbirlikçisi yapmadıysa; emperyalistler arası çelişkilerden faydalanmaya çalışarak kendini ikisine birden yahut göbek bağıyla bağlı olduğu efendisine kendini daha pahalıya pazarlamaya çalışan böylece kahyalık ömrünü uzatmaya çalışan bir demogogun yüksek perdeden kof efelenmeleri onu anti-emperyalist yapmaya yetmeyeceği gibi kapitalizmden kopmaya çalışan, eşitlikçi bir model geliştirmeyi öngören bir halk hareketinin tarihin özel bir anında, belirli bir konuda emperyalistlerle işbirliği kurması o hareketi emperyalizmin taşeronu, piyadesi olarak tanımlamaya yetmez.