Korkut Akın Kor filmi üzerine yazdı.
KORKUT AKIN– Hayatın en büyük zorluklarından birisi de mevcut koşullarda içine düşülen sıkıntılarla başa çıkmaktır. Doluya koyarsınız almaz, boşa koyarsınız dolmaz… Bir çıkmazda debelenirsiniz ister istemez. Bu da sizi daha çok sıkıntıya sokar. Sadece kendi hayatınızı değil başkalarınınkini, hatta en yakınlarınızınkini belirlersiniz.
Cemal, zorlu koşullara göğüs geremeyince Romanya’da denemek istemiştir şansını. Kalbi delik çocuklarıyla kalan karısına eski patronu yardım eder. Cemal geri dönünce Emine ile Ziya ne yapacaklarını şaşırırlar. Bu öykü, bir zamanlar sinemada çığır açan “Bisiklet Hırsızları” filminin öyküsünü anımsattı. Orada da öykü kısa ve nettir, “Kor”da olduğu gibi. Filmi izlerken kendinizi bir Cemal’in yerine koyuyorsunuz… Karısına ve çocuğuna bakabilmek için yurtdışına gitmeyi bile göze almış biri, olumlu bir imaj çiziyor kafanızda. Kocası gitmiş, kalbi delik çocuğuyla üç kuruş kazanmak için çabalayan Emine’nin yerine koyuyorsunuz kendinizi… Çok eskilerde kalıp küllenmiş bile olsa inceden inceye tüten aşk ile her şeyi hiçe sayan patronun yerine koyuyorsunuz kendinizi. Filmin kahramanları, tek tek ele alındığında olumlu; ancak bir araya geldiklerinde bariz bir kıskançlık ve apaçık bir nefret her şeyi silip süpürüyor.
Kolay mı yalnız yaşamak?
Yalnızlık deyince kimsesiz, tek başına kalakalmış insan değil kastım. Onca kalabalığın içinde yalnızlıktan söz ediyorum. Zaten filmin temelinde işlediği de o, yalnızlık. Çalışıyorlar, yemek yiyorlar, televizyon seyrediyorlar, sevişiyorlar ama yalnızlar. Hem de öyle bir yalnızlık ki bu, ölüm bile korkuyor.
Sahi, herkes neden ölür filmlerde? “Kor”da, patron Ziya’nın ölmesi, senaristin bulduğu ucuz bir sıyrılma. Öyle bir yere gelmiş dayanmış ki senaryo, üstesinden gelemeyince en kolay şey, ölüverir, kurtulursunuz. Ziya’nın ölmesinin ardından Emine’nin intihar girişimini anlayabiliyorum… Çetin Altan, bir imkansız aşk öyküsü anlatmıştı: Fransız İhtilali sırasında idamları izleyen bir adam, idam edilen kadına âşık olur. Sonrasında da “öbür dünya”da bir arada olabilmek için hiç değilse ölmek ister. Zeki Demirkubuz bu öyküyü düşünmüş müdür, bilemem. Jenerikte “Senaryodaki bazı durumlar Yasujirô Ozu’nun ‘Kaze no naka no mendori’ filminin bazı sahnelerinden etkilenilerek yazılmıştır” ibaresi var, ama aynı şey olmasa gerek…
İkinci deneme…
Akıl mı belirleyicidir yaşamda, arzular mı? Siz, sahi aklınıza uyarak mı verirsiniz kararlarınızı, yoksa arzularınız mı belirleyici olur? Ne beklersiniz yaşamdan? Ne olursa mutlu, huzurlu olursunuz? Sizin huzurunuzu kaçıran nedir, ne olabilir? Peki, bu, birey olarak böyle… toplum açısından baktığınızda… yine aynı sonuca mı varırsınız? Sanki film bu soruların cevabı biraz da…
Zeki Demirkubuz’un, bu filmi 1998 yazmaya başladığı, 2007’de kısa bir hazırlığın ardından çekmeye başladığı, ama yaklaşık bir haftalık çekimin ardından filmi yıkanmadan çöpe attığı biliniyor. Bunca titiz bir yönetmenin böylesi bir karara varması için gerçekten önemli şeyler olmalı.
Seyirci olarak bu durumu bilince daha bir meraklanıyorsunuz. Daha izlerken size uyan, uymayan yönlerini tartışıyorsunuz. İyi mi, kötü mü ve/veya doğru mu, yanlış mı tartışması film boyunca aklınızı kurcalıyor. Film bir cevap vermiyor, zaten öyle bir derdi de yok. Ancak sizin sadece izleyici olarak değil, bu toplumda yaşayan insan olarak sorgulamanıza yol açıyor.
Kor, Yönetmen: Zeki Demirkubuz, Oyuncular: Aslıhan Gürbüz, Caner Cindoruk, Taner Birsel, İştar Gökseven, Çağlar Çorumlu, Dolunay Soysert, 22 Nisan’dan itibaren sinemalarda