Günseli Andaç ATALAY yazdı – Bugün Behice Boran’ın ölümünün 33. Yılı. Günseli Andaç Atalay bu vesileyle Behice Boran’ın 110. Yaşgününe Armağan olarak yayımlanan “Behice Boran Mektuplar, Günlükler, Şiirler, Bir Hikâye” adlı kitabı tanıtıyor.
Behice Boran’ın 110. Yaşgününe Armağan
TÜSTAV’dan “Behice Boran, Mektuplar, Günlükler, Şiirler, Bir Hikâye” Kitabı Çıktı
Kitap, ağırlıkla Behice Boran’ın 2018’de Eskişehir’de ortaya çıkan evrakından oluşuyor. Evraklar Behice Boran’ın yoldaşlarınca edinilerek TÜSTAV’a bağışlandı. Kitapta, söz konusu evrakın yanı sıra lise yıllarında İngilizce yazdığı bir hikâye ve çevirisi ile 1940 başlarında yine İngilizce yazdığı şiirler ve çevirileri de yer alıyor.
Mektupların çoğunluğu 1950’de Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkması ve 1953’de TKP Tutuklamaları nedeniyle yattığı hapislik günlerindeki aile yazışmalarıdır. Günlükler, 1950-51 Ankara’daki hapislik günlerindendir.
Kitap, kendini “Dünya’nın ve Türkiye’nin Aydınlık Geleceğine, bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm ve barışa adayan siyasetçi ve bilimci, Türkiye İşçi Partisi (1961-1988) Genel Başkanı Behice Boran’ın (1910 – 1987)” doğumunun 110. yılı için armağandır özelliğinde.
Behice Boran’ı kaybedişimizin 33. Yılında kitabı bir saygı ve anısına armağan.
Kitap vesilesiyle 110. yılında Boran’ı kendi yazdıklarıyla anacağız.
Kitabı oluşturan mektupları, günlükleri, şiirleri arasında dolaşırken Behice Boran’ın kişisel duygu ve düşüncelerine, yaşamına yön veren kaynaklara, onun iç dünyasına örneklerle tanıklık ediyoruz.
Kitap bir hikayesi ile başlıyor. Daha lise yıllarında iken İngilizce yazdığı bu hikâye önemli bir zihinsel birikime sahip olan 13-14 yaşlarında bir Behice Boran çıkarıyor karşımıza. Hikayedeki ince ironi bunun bir örneği.
Okuma yaparken tanıklık ettiğimiz önemli özelliklerinden birkaçını örnekleyeceğim. Daha fazlası için Tarih Vakfı yayınlarından Behice Boran’ın Mektupları I-II ve 110. Yaşının anısına armağan edilen bu iki kitabın devamı niteliğinde olan TÜSTAV’dan Behice Boran Mektuplar Günlükler Şiirler Bir Hikâye kitaplarına başvuracağız.
Sevgili Behice Boran’ın önemli özelliklerinden biri “mecburi olarak bulunduğu ortamlarda” dahi “iyi ve kendinden memnun olabilme” halidir ve bu çok kuvvetli olarak belirmektedir mektuplarında. İlk tutukluluk döneminin başladığı Ankara Cezaevine götürülüp kadınlar kısmına konulduğunun hemen ertesi gününde eşine yazdığı mektubunda şunları söyler:
“Çiçekli ve ağaçlı bir bahçeye bakıyor. Ağaçlar arasından da Cebeci tepeleri görünüyor. Cezaevi idaresinden ve bu kısımdaki kadın gardiyan Hayriye hanımdan gayet nazik muamele gördük. Gece iyi uyuduk ve sabah güzel bir kahvaltı ettik. Bu tafsilatı yazışım rahatımızın ve sıhhatimizin yerinde olduğuna sizi ikna etmek için. Çünkü siz kim bilir orada bizi ne üzgün tasavvur ediyorsunuzdur ve benim zaten bozuk olan sıhhatimin buna dayanamayacağını sanıyorsunuzdur. Halbuki ben sıhhat bakımından da haleti ruhiye bakımından da gayet iyiyim. Buna inanmanızı istiyorum, sizi teselli için yazmıyorum”
Yine 13 Kasım 1950 tarihli annesi ve eşine yazdığı mektubunda savunmasını hazırladığını söylüyor ve devam ediyor:
“Hazırladıktan sonra da fena olmadı, kuvvetli bir müdafaa oldu sanırım. Siz herhalde benim namıma üzülüp duruyorsunuzdur. Halbuki ben manen de, maddeten gayet iyiyim. İçimde en küçük bir heyecan yok. Gündüzleri çalışıyorum, geceleri deliksiz, rahat uyuyorum. Neşeli rüyalarda görüyorum da sanki sinemaya gitmiş gibi oluyorum. Hani hatırlar mısın anne? Mektepte iken ben imtihan zamanlarını çok severdim, bir değişiklik oluyor derdim. Şimdi üç buçuk ay kapandıktan sonra mahkemeye çıkmak ta bana öyle geliyor.”
Bu hapislik günleri için
“bir sınavdan geçiyoruz ve geçeceğiz, sorun sınavı iyi vermek. Sınavdan daha gelişmiş, olgunlaşmış, berraklaşmış ve durulmuş olarak çıkmak” der Sadun Aren’e 1973’te yazdığı mektubun da.
Sevgili Behice Boran tabiatla olan tutkulu ilişkisine de yine yazılarındaki duygu yüklü içeriklerde tanıklık ediyoruz. 1934 yılında ablasına yazdığı mektupta, “sadece yaşamdaki tersliklerden biri…” olarak gördüğü hapislik günlerinde annesine, eşine yazdığı mektuplarda ya da günlüğünde yazdığı gibi avluya açılan kapının eşiğinde mevsim değişikliğini betimlerken de bu ilişkinin benliğinin derinliklerinden geldiğini hissediyoruz zaten bu hissediş ki çarpıcı bir şekilde etkiliyor bizleri.
Evet, “tabiatla olan ilişkisi”, mektuplarında ve günlüklerinde dikkat çekicidir. Okumalarımızda görüyoruz ki iç dünyası ve tabiat arasında kurduğu ilişkiyle ilgili olarak: “Bu müphem, hisleri anlatmak, tarif etmek güç. Bunun için ancak kımıldanış olarak vasıflandırabiliyorum.” diyor.
Şimdi Boran’ın 21 Şubat 1951 tarihli günlüğünden dinleyelim:
“Bazen yarı hüzünlü müphem bir özleyiş ve bekleyiş, bazen tabiatla benliğinizin birbirine karıştığını ve birbirinin bir devamı olduğu hissini veren muazzam bir sükûnet, bazen içten içe kaynayan bir tabiat ve hayat aşkı içinizi doldurur. Çoğu zaman belki de her zaman bu üç çeşit his bir aradadır. Romantik hisler diyeceğiz. Şüphesiz öyle. Romantik hisler… Fert bakımından hayatı yaşanmaya değer yapan hissi hayattır. Derin, zengin, ince ve hassas, hissi hayatı olan ferde ne mutlu. Bu bir akıl-his ikiliği yapmak değil. Muvazeneli ve manalı hayat, akıl ve his cephelerinin birbirini tamamladığı ve ahenkli bir bütün teşkil ettiği hayattır…. Ama tabiat ve yaşamak aşkı, bunun önüne geçilmez bir hamle gibi içten içe kaynayışı, tabiatla kendi varlığımızın bütünlüğünü ve birliğini hissettiren o muazzam sükûn ve kudret hissi, bunlar, müspet yapıcı hisler. Çok şükür ki benim romantikliğimde bunlar daha galip geliyor.”
Sanki Boran’la karşılıklı konuşur gibi buluyoruz kendimizi mektupları, günlükleri, şiirleri okurken. Merak edip kendisine sorup öğrenmek istediğimiz konular mektuplarda, günlüklerde, karşımıza çıkıyor açıklamaları yine mektupların, günlüklerin birinde ya da şiirinde buluveriyoruz.
Sadece tüketilen hiç geri kazanılamayan “zaman” üzerine okuyacağımız iki örnekle sonlandırayım konuşmamı;
7 Ekim 1950, Cumartesi tarihli günlüğünden:
“Havada soba dumanı ve kebap kestane kokusu ve ilk sovukların hafif yakıcılığı vardı. Rüzgârın sovuğunu yanaklarımda hissederek oturdum elimdeki tepsi örtüsünün pembe çiçeklerini işledim. Sanki muayyen bir zamanda yetişmesi lâzım mış gibi akşam karanlığı basmadan bitirmek istiyordum. Mapusaneye gireli başladığım işlerin üzerine kendime de garip gelen bir israrla düşüyorum. Bir an evvel bitsin diye geceyi gündüze katıyorum. Bunun psikolojik sebebini de sezer gibiyim. Bende daima mevcut olan, zamanın akıp gittiği israf olduğu hissi içeri gireli büsbütün kuvvetlendi.”
1973 olarak tarihlenmiş Sadun Aren’e yazdığı mektubun bir bölümünde ise;
“..o sözünü ettiğiniz acelecilik, zamanın azaldığı hissi hep var. Ama dışarıdayken de hep vardı. Oldum olası, günler yirmidört saat olacağına otuzaltı saat filan olsaydı demişimdir. Ama annemin sık sık tekrarladığı bir sözü de hatırlarım arkasından “Dünyanın işi hiç bitmez” derdi anacığım, “kocakarı ölmüş, altı günlük işi kalmış” eh, biz de yapmak isteyip de yapamadığımız bir sürü iş, proje bırakacağız herhalde arkamızda…”
Diyor, sanki günlüğünde yazdıklarının bir uzantısı gibi ya da tersi.
Bu örneklerin, mektuplar, günlükler, şiirler içindeki yerine ve daha fazlasına erişmek için okuyacağımız Behice Boran’ın mektupları I-II-III, günlükleri, şiirleri bizim de bu yaşam örgüsü içinde onunla birlikte adımlamamıza, izin veriyor, Behice Boran’a çok teşekkür ediyoruz kendisine.
Hepimize iyi okumalar,
Sevgiyle, saygıyla, özlemle bir kez daha anıyoruz,
110. Yaşı kutlu olsun.