HAKAN GÜRGEN yazdı: “Peki ‘elma’yı kim olgunlaştıracaktır, kim ‘dalından koparılacak kıvam’a getirecektir? Biz, bizler, ülkedeki mücadele, Ortadoğu’daki başarılar ve buna paralel olarak yanı sıra Avrupa’da sürdürülen faaliyetler… Saray Diktatörlüğünün ‘gidişi’ yalnızca bize ve bizim mücadelemize, gücümüze bağlıdır. ”
HAKAN GÜRGEN
Tayyip, ruh ikizi “Ananas Suratlı” Manuel Noriega gibi, “kapıp-götürülür ve de yargılabilir” mi?
Bu zat ve bu iktidar, Süleyman Demirel ve AP iktidarı gibi değil. Bu Tayyip, Demirel gibi şapkasını (üç defa!) alıp, gitmez, gidemez.
Bu “normal” bir iktidar değil, Bu Saray çetesi ve AKP hükümeti, “şapkasını alıp gidecek” iktidar olmaktan -çoktandır- çıktı.
Ne zaman çıktı?
Yolsuzluklar, hırsızlıklar devasa boyutlara ulaşınca çıktı.
Suriye savaşında aldığı “rol” büyüyünce ve Suriye sınırlarını ihlal edince çıktı.
Sur'da, Silvan'da, Lice'de, Hani'de, Hazro'da, Bismil'de, Nusaybin'de, Dargeçit'te, Derik'te, Silopi'de, Cizre'de, İdil'de, Şırnak'ta “hendek kurdular” bahanesi ile kendi vatandaşını katledince çıktı.
Tayyip ve iktidarı, bu Kürt yörelerindeki katliam ve yıkımlarla, son damla meşruiyetini tamamen yitirdi ve büyük bir uluslararası suç işledi.
“Katliam” Türk devletinin kuruluşunda, temelinde, DNA'larında zaten mevcut.
Kendi halklarını kan'a boğmak ve imha, zorbalık: Cumhuriyet tarihinin her saniyesinde var, bu hal, istikrarlı(!) bir süreklilik gösterir, ne yazık ki.
Peki, neden bu toplam suçlar değil de, “Tayyip'in bu suçları” uluslararası yargılanma sebebi sayılsın/yapılsın?
Peki, neden bu katliamcı ve zorba devlet geleneği (topyekün ve şimdiye kadar değil de) şimdi ve yalnızca, Tayyip ve Saray iktidarının uluslararası yargılanmasına kapı açsın?
Neden, Kürt isyanlarında uygulanan katliamların, mesela, Dersim katliamının suçları değil de “bu zamane/günümüz katliam suçları” uluslararası yargılamalara (şimdi) konu olsun?
Çünkü zaman değişti.
İki kutuplu dünyanın diplomatik bakışı ve hukuk anlayışı geride kaldı.
Sistemler arası rekabete dayalı: “Tamam katil ama , ne yapalım benim katilim” korumacılığına pek ihtiyaç kalmadı.
Zamanın Panama diktatörü ve ABD emperyalizminin tasmalı işbirlikçilerinin “şahı” Manuel Noriega'nın başına gelenler ders dolu bir örnektir.
Mafyöz diktatör “Ananas Suratlı” Manuel Noriega, Kolombiya'nın Medellin uyuşturucu kartelinin mallarının düzenli olarak ABD'ye sevkiyatında rol oynuyor, elde edilen gelirin bir kısmı ile Nikaragua'daki Contra'lar finanse ediliyor, silah ve mühimmat ihtiyaçları karşılanıyordu (Bakınız: Albay Oliver North davası ve İrangate skandalı).
Gün geldi, Noriega kullanıldı ve bir sümüklü mendil gibi “işten” atıldı.
Hani bu aralar Sri Lanka modelini Kürtlere karşı savaşta dillerine dolayanlar, “Kürt kalkışması”na ölüm ve ömür biçenler, asıl olarak kendi tarih bilgilerini tazelesinler de, bizzat kendileri “Noriega sendromu” yaşamadan, “paçayı nasıl kurtarırız”a baksınlar önce.
İşbirlikçi mafyöz Noriega efendi, 1989 yılında bizzat ABD Navy tarafından “evinden” alındı ve yıllarca ABD hapishanelerinde çürütüldü. Sonra da, Fransız hapishaneleri ve Panama hapishanelerinde ömrünü tüketti.
Tayyip ve avenesinin başına böylesi bir şey gelir mi? Gelirse nereden, ne zaman gelir?
Tayyip'i ve onun suç iktidarını yargı sürecine sokacak unsurlar -fazla hukuk denizine dalmadan ve sayılar mezarlığında kaybolmadan- şunlar olabilecektir:
1) Tayyip ve şürekası hakkında, USA Citizen Act benzeri ABD yasaları ve uluslararası hukuk çerçevesinde kendisinin yargılanacağı bir madde veya maddeler bulunması durumunda.
Satranç dünya şampiyonu “Booby” Fischer'in ambargo altındaki Yugoslavya'da bir satranç turnuvasına izinsiz katılması sonrası başına gelenler gibi, bir “ambargoyu delme” gerekçesi bulunabilir.
Örneğin, İran'a karşı ilan edilmiş ambargo'yu delmekten dolayı yargı önüne itilebilir.
Erdal Kuyumcu davası, kara para aklama, dolandırıcılık ve İran’a uygulanan yaptırımları delme suçlamaları ile ABD’nin New York kentinde tutuklu olarak yargılanan işadamı Reza Zarrab davası emsal olabilir. Reza Zarrab da, hakkındaki öteki iddiaların yanı sıra İran ve İran kurumlarına yönelik olarak Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası’nı (IEEPA) planlayarak çiğnediği suçlamaları ile ABD’de tutuklu olarak yargılanıyor.
2) Tayyip ve hempaları Kürdistan'da, Sur'da, Nusaybin'de idil'de, Şırnak'ta ve onlarca başka Kürt sivil yerleşim alanlarında işledikleri devlet suçlarından dolayı, UNO Charta'ya (Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi) göre “insanlık suçlarından” dolayı, kendi vatandaşlarına karşı işledikleri öldürme, katliam ve sivil alanların yıkılması gibi suçlardan dolayı yargılanabilir, yargılanmalıdırlar.
Hamburg Üniversitesi Ceza Hukukçusu Prof. Dr. Florian Jessberger, 2002 yılından bu yana yürürlükte olan Uluslararası Hukuka Karşı İşlenen Suçlar Kanunu'nun, Almanya ile bir bağlantısı olmasa da, kanunda tanımlı suçların aydınlatılmasını ve suçluların cezalandırılmasını öngördüğüne dikkat çekmişti (Deutcshe Welle-DW, 29 Haziran 2016).
Ayrıca, iki Alman avukat tarafından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve o dönem başbakan olan Ahmet Davutoğlu ile bazı askeri yetkililer hakkında, Kürt illerindeki terörle mücadele operasyonları sırasında, ‘savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlendiği’ gerekçesi ile dava açılması türünden özel davalar açıldı, ki bu tür davalar çoğalabilir, çoğalacaktır.
3) “Ancak başsavcılığın başvurabileceği bir diğer seçenek daha var. Suriye örneğinde olduğu gibi, ağır savaş suçlarının işlendiği ülkelerle ilgili, bir gün bu suçların aydınlatılması hedefine dönük soruşturma başlatabiliyor. Deliller ve bilgiler, Almanya’da bir gün sorumlular hakkında dava açılması, konunun Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşınması ya da başka bir ülkede dava açılması hallerinde paylaşmak amacıyla toplanıyor” (DW, 29 Haziran 2016).
Ortadoğu işlenen savaş suçları (hepsi oradaydılar, hala oradalar! ve bu suçlara ortaklar). Bu yargılama olanağı: “Batı” güçlerinin Tayyip ile işi bittiğinde ve o bir sümüklü mendil gibi atıldığında masa üstüne ve uluslararası mahkemelerin önüne gelebilecektir.
Tayyip rejiminin, Can Dündar'ın haberciliğine yönelik çılgın ve abartılı tepkisi işte bu korkunun ve bilincin eseridir.
4) “Avrupa'da casusluk davaları”, Erdoğan ve çetesinin yargılanmaları konusunda bir baz sağlayabilecektir. Haberlere göre Hakan Fidan Almanya'da kaydettikleri gizli görüntüleri Almanya'da dış istihbarat teşkilatı BND'nin başkanı Bruno Kahl'e verdi, Almanya ise listede yer alan Türkleri takip edildikleri konusunda uyardı.
Almanya'da uzun süredir devam eden Erdoğan krizine şimdi de MİT krizi eklendi. Alman gazetesi Süddeutsche Zeitung'un NDR ve WDR televizyon kanalları ile yürüttüğü ortak araştırma sonucunda hazırlanan haberde, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) Gülen yapılanması ile bağlantı içinde olduğu iddia edilen Türklerin isimlerinin yer aldığı bir liste oluşturduğu öne sürüldü.
DW Türkçe'de yer alan habere göre, listede 300'den fazla kişi ile Gülen Cemaati'ne yakınlığı ile bilinen 200 kadar dernek, okul ve diğer kuruluşun isminin yer aldığı belirtildi. Ayrıca listede isimlerin yanı sıra adres, cep ve sabit telefon numaraları ile söz konusu kişilere ait bazı fotoğrafların bulunduğu ifade edildi.
Haberlere göre, MİT Başkanı Hakan Fidan'ın Şubat ayında yapılan Münih Güvenlik Konferansı sırasında Almanya'da dış istihbarat teşkilatı BND'nin Başkanı Bruno Kahl'e söz konusu listeyi verdiği belirtildi. BND Başkanı Kahl'ın da listeyi Federal Hükümet'e, Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı'na, Federal Emniyet Teşkilatı ile eyaletlerdeki emniyet birimlerine gönderdiği kaydedildi. Haberde, listenin değerlendirildiği ve fotoğrafların çoğunun gizlice, gözetleme kameraları tarafından çekildiğinin tespit edildiği belirtildi.
Bu durum, DİTİB camilerinde ispiyonculuk faaliyetleri, MİT ve Konsolosluklar yönlendiriciliğinde 6000 devlet ajanının Avrupa'da görevde olması gibi konuların gündemden inmemesi ile, salt Almanya'ya özgü de değildir. İsviçre, Hollanda, Avrupa'nın bir dizi ülkesinde bu tür girişimler söz konusudur.
Kafalardaki soru: Avrupa Tayyip'i “çizdi mi, çizmedi mi”?
Sizlere kötü haber: Avrupa (aynı şekilde ABD) Tayyip ve şürekasının “ipini” henüz çekmemiştir.
Çünkü: Tayyip, AKP ve Saray Diktatörlüğü hala önemli, göz ardı edilemeyecek bir iç siyasi desteğe sahiptir ve daha da önemlisi bu iktidarın bir “siyasi alternatifi” ufukta henüz görülmemektedir.
Avrupa, ABD, NATO Tayyip'in yerine koyacağı “alternatif”i görememektedir. Kendileri de bu tür “alternatifi” henüz bulamamışlar, yaratamamışlar, düzenleyememişlerdir ve koza, çekirdek halindeki bir siyasal iktidar alternatifinin önünü (henüz) açamamışlardır, ya da kendileri bizzat kurgulayıp, toplumumuzun siyasal ve sosyolojik böğründeki bir fidelikten alıp, kendi seralarında veya kendi laboratuarlarında yetiştirmeye, üretmeye, güçlendirmeye, büyütmeye (henüz) başlamamışlardır.
Bu tür siyasal “alternatifler” ise zaten salt laboratuarda sentetik, seralarda fidelik olarak yetişmezler, oluşmazlar.
Dünya egemenleri, bu tür gelecek iktidar konseptlerini verili durumdan, sosyal realitenin içinden alır, besler, kendilerine göre şekillendirir, hormonlar ve büyütürler.
Bu bağlamda, NATO çeperi ve “Batı” Tayyip'i silkelemekte, onu göndermeye kesin yelteneceği “gün” gelince, yapacağı “altın vuruş”un zeminini şimdilik genişletmekte, ama açık tavır, kesin tutum içine henüz girmemektedir.
Tayyip ve hempalarının “yargılanması”, işte bu bağlamda zaman ve gelecek tablosuna oturtulacaktır.
Tayyipgiller, dünyadaki, özel ve yegane zorbalık çetesi değiller, ama türünün nadide bir örneğidir
“Batı” ve NATO, bir süredir genel olarak “merkezileşmiş yetki” ve “güçlü iktidar” konseptlerini öne almıştır.
Bilhassa Milton Friedman'ın Chicago Boys'u sonrası dönem, bilhassa TINA sonrası dönemde, yani Margrit Theatcher'in ağzında ifadesini bulan, “There Is No Alternative” çağında ve de Fukuyama'nın tarihin sonu paradigmasının hakim olduğu, Varşova Paktı sonrası, bi-polar dünya dengelerinin ortadan kalktığı, içinden geçilen son 40 yıllık dönemde, “Batı demokrasisi” değerlerine karşı, neo-liberal egemenlik karşısında oligarşik yönelimlerin ve tarzın yoğunlaşması, pekiştirilmesi, güçlendirilmesi asıl “trend”dir.
Bu durum günümüzde mesela Macaristan'da böyledir. Polonya'da böyledir.
Tayyip iktidarı, bu bağlamda Avrupa'da tekil örnek değildir.
Bizlerin Tayyip zorbalığı ve Saray Diktatörlüğü ile yatıp-kalkmamız, bu “trend”i ve gerçeği gözden ırak tutmamıza engel olmamalıdır.
Dünya'da “tek” değiliz.
Tayyip'in zorbalık rejimi asla “özgün” ve “tekil” sayılamaz.
Demokratik haklar ve demokratik alışkanlıklar, gelenekler yerine, halkın kullanabildiği haklar ve özgürlükler aleyhine giderek daha fazla oligarşik hukuksal, idari, siyasi, anayasal düzenlemeler günümüzün “trendi”dir.
Brezilya'da liberal sol ekiplerin, hukuk ve meclis darbesi ile hükümetten uzaklaştırılması, Paraguay'da halkın parlamentoyu yaktığı “görev süresi uzatması” girişimi, bu gidişatın örnekleri ve unsurlarıdır.
Dünya egemenlerinin temel “yönelim”i budur.
Dünya hakimlerinin, bir yandan bu kıtalarötesi eğilimi ve süreci teşvik edip ve düzenlerken, salt Ortadoğu coğrafyasında, Tayyip'e yönelik olarak özel bir demokrasi ve insan hakları sevdalısı rolüne bürünebileceklerini var saymak aymazlık olacaktır.
Tayyip'in“son kullanım tarihi”nin gelmekte olması; bir yandan Tayyip iktidarının “metal yorgunluğu” yaşıyor olmasının yanı sıra, diğer yandan Ortadoğu'da ortaya çıkmış ve yaşanmakta olan devasa “kötücül enerjinin” sebep olduğu basıncın, düdüklü tencere örneği bir biçimde “boşaltılması” zamanının gelmiş olmasından dolayıdır.
Bunun yanı sıra, Tayyip iktidarının aymazlığı, hırçınlığı, ağzı bozukluğu, beceriksizliği, hesaplanamaz oluşu, “Batı” NATO, AB açısından, söz konusu bu “gitme süreci”ne ayrı bir ivme, özgünlük ve renk kazandırmaktadır.
Ama, bundan fazlası, bundan gayrısı değil…
“Batı”, NATO, AB, tek tek ve hep birlikte, dünya egemenlerinin çıkarlarını gözetirler, büyütürler. Bu çevrelerin Tayyip'e bakışı da, bu gez'den, gözden ve arpacıktandır.
Uluslararası sermayenin çıkarları, bu çevrelerin, devletlere önerdiği ve onlara zorladığı politikalarda da kendini göstermektedir.
Bu çevreler, pragmatiktirler. Kendi hazırladıkları v/veya doğmuş koşullara göre pragmatik davranırlar.
Bu nedenledir, örneğin Almanya'nın Tayyipgillerin üstüne gider gibi yapması, bazen de sınırlı, kontrollü bir biçimde gitmesi, ama yanı sıra Münih ATİK davasında görüldüğü gibi Türkiye devletinin nabzına şerbet vererek, Türkiye'nin isteğine göre devrimcileri yargı önüne çekmesi ya da 1500 kişilik polis ekibi ile düzenledikleri “Razzia” ile Osmanlı motosiklet güruhuna operasyon çektikten bir süre sonra, Kürt unsurlara 29b'den ceza vermesi ya da kısa bir süre önce, PKK, YPG gibi kuruluşların sembollerini, bayraklarını yasaklaması.
Yani hem nalına hem de mıhına vurmaktadırlar.
Böyle davranmaya da devam edeceklerdir.
Taa ki, “olgun elma” dalından koparılacak kıvama gelene kadar.
Peki “elma”yı kim olgunlaştıracaktır, kim “dalından koparılacak kıvama” getirecektir?
Biz, bizler, ülkedeki mücadele, Ortadoğu'daki başarılar ve buna paralel olarak yanı sıra Avrupa'da sürdürülen faaliyetler…
Yalnızca bu! Başka bir şey, başka bir durum ve başka bir güç veya güçler değil.
Saray Diktatörlüğünün “gidişi” yalnızca bize ve bizim mücadelemize, gücümüze bağlıdır.
Kendi işimizi kendimiz görmeliyiz, göreceğiz.
Avrupa'nın ve “Batı”nın ülkedeki muhalefete olan desteği, kendi halklarının kanaatlerinin doğrultusunda ve uzantısındadır.
Mülteciler sorununda ortaya çıktığı gibi, Erdoğan ve Saray kliğinin politikalarının, Avrupa halkları içerisinde yarattığı tepki ve infial oranında, Avrupa hükümetleri kendi “pozisyon”larını almaktadırlar.
Ne daha az, ne de daha fazla.
Tayyip, Avrupa'da Hitler'den bile daha fazla nefret edilen kişiliktir.
Her sözü, her açıklaması, her davranışı, her politikası Avrupa'da kitleler ve hatta hükümetler arasında büyük tepki ve dalgalanmalar yaratmaktadır.
Avrupa halklarının içinde bu tür oluşan tepki ve karşıt enerjiler, ancak, ne yazık ki bizim mücadelemize yeterince bağlanarak, bizim dalgamızı yeterince büyütecek bir sinerji ve ortaklık haline dönüşememiştir.
Bizler ise, Avrupa halklarının bu kanaatini ve pozisyonunu, bu devasa tepkiyi, kendi muhalefet hattımıza bağlayacak bir yaratıcılık, beceri ve kapsayıcılık (hâlâ) gösterememekteyiz.
Avrupa halklarına yönelik olarak, hala “Hoch die internationale Solidaritaet!” diye dışarıdan çağrı yaparak, “gerçekleri açıklama kampanyaları”mızı sürdürmekteyiz.
Avrupa hükümetlerinin ve AB'nin çok yakından farkında olduğu, Avrupa halklarının bu Erdoğan karşıtlığı, Saray Diktatörlüğüne ve bizahati Erdoğan'a karşı olan tepkileri ve bunun yarattığı basınç, hâlâ bizim hanemize doğrudan ve tam bir kazanç katamamaktadır. Aynı zamanda, bu tepki güçleri, yeni bir muhalefet cephesi olarak çeperimize katılamamıştır.
Hâlâ bunu beceremiyoruz. Avrupa halklarına doğru, pek de gür olmayan bir sesle dışarıdan konuşmaya devam ediyoruz.
Hükümet ve parlamentolar düzeyinde bir “diplomasi”ye ara vermeden, bu girişimlerimizi bir kaç misli katlayarak, ama bizlerin asıl “muhatab”ımızın Avrupa halkları olduğunu gözden ırak tutmadan, vites büyütmemiz için en uygun zamandır.