Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu’nun yazısıyla gündeme geldi; üst sınıf muhafazakar kesim yeni bir moda edinmiş; özel kiralanmış salonlarda, tıpkı şaşaalı düğün törenleri gibi yemekli, hediyeli “baş örtme törenleri” yapılıyor kız çocuklarına. İlahiler ve dualar eşliğinde sahneye çıkarılan ve “tesettürü yalnızca bir giyim tarzı değil bir yaşam tarzı olarak örgütlemek” üzerine sohbetlerin yapıldığı, darısının diğer kız çocuklarına dilendiği, katılanlara hediyeler dağıtıldığı törenler…
Sınıfsal şaşaa düşkünlüğünün bir yansıması olarak gündeme gelen bu törenler “aaa bu ne” diye şaşkınlık mı yaratacak? Yok artık. Pek çok emekçi mahallesinde Kur’an kurslarında, mukabelelerde, özellikle AKP’li kadın örgütçülerin tertip ettiği kadın toplantılarında ve hatta artık belediyeler eliyle çocuk merkezleri olarak açılan ‘sıbyan’ mekteplerinde örtünme törenleri yapıldığını bilmiyor muyuz yani? Bu törenlerde kızı başını örten ailelere hediye olarak “sosyal yardım, iş vs” verildiğini, karşılığında ise iktidarın dizayn ettiği kadınlığın dayatıldığını bilmiyor muyuz? Bu törenlerin geniş zamanlı anlamını bilmiyor muyuz? İktidarın kadınların gündelik yaşamına her yönden müdahale eden yerel yapılanmalarının bunu höt zötle yapmadığını, bu “kazanıcı” tutumlarının asıl olarak kadın kitlelerinin “uslandırılması, ıslah edilmesi ve susturulması” olarak karşılık bulduğunu bilmiyor muyuz? Kadınların türbanlı türbansız ayrımının nasıl derinleştirildiğini, kadınların nasıl bölündüğünü, bu bölünmeden nasıl da sömürü devşirildiğini bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Biliyoruz da ne yapıyoruz?
“Yeni Türkiye”yi “yaşam tarzı dayatmasına sooonnn”, “özgürlüklerin önündeki tüm engeller kaldırılıyoooorrr”, “inanç ve vicdan özgürlüğünün sonsuzca savunusuuuu” diye diye önümüze sürenler ve içini boşalttıkları özgürlük kavramını liberal tahayyüllerle doldurup olan biteni görmezden gelmemizi bekleyenlerin sorumluluğu bir tarafta dursun… Biz kendimize bakalım, kadın hareketinin bütün bu olan biten karşısındaki duruşuna.
Kadın özgürlüğünün mücadele eksenini gericiliğe karşı bir hattı içine alacak biçimde genişletmektense, başörtüsü serbestisini kadın özgürlüğünün temel bir alanı haline getirenlerin bir sorumluluğu yok mu yani? Din ve inanç özgürlüğü çubuğunu “anti laisizm” haline gelecek biçimde büken, her “laiklik” diyeni, her “başörtüsü özgürlük değildir” diyeni, her “dinci muhafazakar müdahale kadın özgürlüğünün düşmanıdır” diyeni “eski kafalı, laikçi teyze vs” diye yaftalayanların sorumluluğu yok mu? “Baş örtüsü serbestisini kadın özgürlüğü olarak sunmak, kadınların mücadele taleplerini darlaştırmak ve gericilik karşısında kavramsal bir kalenin düşmesine yol açmaktır” diyeni başörtülü kadınları dışlamakla eleştiren, ama başörtülü kadınların tüm yaşamları erkek egemen dinci totaliter bir iktidar tarafından zapturapt altına alınırken ortak bir direnç noktası oluşturamayanların, tam da bu nedenle kadınlar arasındaki bölünmenin derinleşmesini seyreder pozisyonda kalanların sorumluluğu yok mu?
Daha yeni yeni dinci gericileştirmeyi direkt hedef alan açıklamalar vs yapılıyor feminist örgütlerce. Ama bu açıklamalar bile başörtüsü serbestisini kadın özgürlüğünün kalesi olarak gören kimi muhafazakar kadın örgütlerince tahammül edilemez bulunuyor, karşı açıklamalara konu oluyor. Bir zamanlar “ittifak gücü” olarak gördükleri kadınları “aa oldu mu şimdi bu” diyerek eleştiriyorlar. Diyorlar ki “kendini özgürlükçü olarak tanımlayan ve zaman zaman da üniversitelerde başörtüsü yasağı ile ilgili özgürlük taleplerinin yanında tavır almış kimi sol, feminist vs çevreler, ortaöğretimde getirilen serbestlik noktasında sınıfta kaldılar.” Neden sınıfta kalmışlar, çünkü kız çocuklarının kapatılmasını tercih değil teşvik meselesi haline getiren yasal düzenlemeleri eleştirmişler! Açıklamanın tamamı özgürlük, eşitlik, kadın hakları, kadın mücadelesi kavramlarının içinin nasıl da “törensel bir biçimde” boşaltılabileceğini göstermesi bakımından ibretlik bence, açın okuyun. Ama şaşırtıcı değil. Bu ibret vesikasının kadın hareketi açısından anlamını daha çok tartışacak gibiyiz. Hayırlısı olsun.
Bu yazı Evrensel Gazetesi’nden alınmıştır.