Bugünlerde kabusumuz olagelmiş bütün imgelerin saldırısı altındayız. Ölü çocuklar, erken büyümüş katiller, şehirlerin üstünde havai fişekler gibi patlayan bombalar, orta yerde parçalanan kadınlar. Güçlülerin avuçlarını ovuşturarak izlediği; açlığı, adaletsizliği, zulmü gölgede bırakacağı umulan güvenlik kaygısının büyüdükçe büyümesi.
Bütün dertleri unutup, devlet terörünün sıcacık koynuna girmeye can atan kitleler.
İyice soluksuz kalmış, üretebildiği ortak akıl ‘şiddetin her türüne karşıyım’, ‘herkes kendi kapısının önünü temizlese’ den öteye geçemeyen şehirli orta sınıf ve oradan buradan bütün kanalları yine bildik çözümlerini inci gibi diziyorlar.
Onlarca suç işlemişliği göz ardı edilmiş genç hayatının en büyük yanlışını yapıp bir polis öldürerek sınırını ihlal ettiğinde, idamın gerekliliği yine gündeme geliyor. Çöp torbası giydirilip hırpalanarak kadın polisler tarafından çöp kamyonuna bindirilişi bütün toplumda ferahlık yaratması umulan bir gösteri olarak sergileniyor. Bu gösterinin kolluk güçlerinin haddini fersah fersah aşıyor olmasından geçtim, insanlık haysiyetini zedelediğini söyleyenler nanemolla terör sevici oluyor. Memleket yine bir linç meydanına çevriliyor.
Bu toplum pozunda duran kalabalığı cesarete çağırmak istiyorum. Kokmadan o çöpe attığınız gencin gözlerine bakın. Sizin örgütlü kininiz, sizin kanlı milliyetçiliğiniz, her şeyden öte sizin erkeklik öğretiniz o çocuğu bu noktaya getirdi. Kolluk kuvvetleriniz kim bilir kaç kez sırtını pışpışlayıp yolladılar o yiğit buldukları vahşi çocuğu. Düşman bellediklerinizden birini öldürseydi belki onunla hatıralık poz verirlerdi. O zavallı canavar şu hayatta hiçbir şeyi olmadığı için erkeklikten bir meslek edindi. Şimdi polis katlederek erken yaşta emekliye ayrıldı.
Abilerinin ona neden böyle davrandığını anlamıyordur büyük ihtimalle.
Bir genç kızı öldürüp kendini surlardan atan çocuk da hemen ‘satanizm’ çürük sakızıyla karşılandı. Bütün anne babalar çocuklarıyla (Allah korusun) daha çok ilgilenmeye çağrıldı. Çocuklarına sahip çıkmaları, onları daha yetkin gözetleyebilmeleri salık verildi her üremiş olana. Henüz bilmediğimiz ve belki hiçbir zaman bilemeyeceğimiz bir örgütlenme ile küçük kızlarını yok eden ailenin sarsıntısını hissederken üstelik.
Bu az düşünen, gönüllü körlük karşısında bağırasınız gelmiyor mu? Aynı ay içinde kaç babanın karısını ya da eski karısını öldürdüğünü biliyor musunuz? Kendi çocuklarına tecavüz eden onca baba faş olmuşken. Anaların boyun eğmek, ezilmek ve sevgisizlikten kuruyup kalmak dışında nasıl bir bilgileri var evlatlarına aktaracak?
Bu arada büyük barış imkanı inançlı ve azimli kanseverler dışında herkesi heyecanlandırdı. Barışın bir olasılık olarak muktedirler tarafından dile getirilmesi bir milat olarak yazılabilir.
Bu arada yeni bir haber de müjde olmaya kanatlarını açıverdi. Şenyaşar ve Yıldız ailesi AKP ve DEM Parti’den yetkililerin girişimiyle barıştırıldı.
Yüreğimizi daraltan görüntülere gelmeden önce o görüntülerde yerini bulamamış anadan; Emine Şenyaşar’dan söz edelim. Birkaç yıl önce Yeniden TV’ye yazdığım yazıdan alıntılıyorum.
Emine Şenyaşar.
Bu ismi hemen herkes duymuş olmalı. Zalimler de mazlumlar da. Yüreği dünyayla birlikte çarpanlar da, böyle haberler karşısında başlarını öte yana çevirenler de. Emine Şenyaşar artık ailemizin tanınmış bir ferdi.
Küçücük bir köyde, Suruç’un Eşme köyünde doğup büyümüş; kızlara uygun değil ya, okutulmamış; Zaten çocukluğundan itibaren pamuk tarlalarında çalışmış. 20 yaşına geldiğinde, “Sadece bir elbise giydirdiler, evlendiğimi söylediler. Evleneceğim güne kadar onu görmemiştim. Evlendikten sonra Suruç’a yerleştik. Hacı Esvet gübre ticareti yapıyordu. Onun ailesiyle birlikte aynı evde yaşadım. Evliliğimden dört yıl sonra eşimin köyüne yerleştik.”
Köyde de tarım ve hayvancılıkla uğraşmış. Yetmedi, Harran’a pamuğa gidermiş. İlk kızı 25 yaşına geldiğinde kanserden ölmüş. Torunu da Emine’ye kalmış. Rojda’ya hala o bakıyor. Altı çocuk daha doğurmuş.
90’ların başında yokluktan Suruç merkeze taşınmak zorunda kalıyorlar. Burada bin bir güçlükle bir dükkan açıyorlar. İşte o dükkanda kopuyor kıyamet.
Pekiyi ömrü boyunca tarlada çalışmış bu yol iz bilmeyen kadın, bu dünyanın sessiz kölelerinden biriyken şimdi hepimizin tanıdığı bir adalet simgesi haline nasıl gelebildi? Böylesine küçük bir coğrafyadan, kaçgöç dünyasından gelen, ne çocukken çocuk, ne kadınken kadın olmuş, okuma yazması olmayan bu yaşlı kadına bu direnme azmi; onca hakarete, onca suskunluğa, onca tehdide karşı bu benzersiz güç nereden geliyor?
Emine Şenyaşar, katillerine karşı devletin cezasızlık politikasına sesini yükselten Kürt halkıdır. Arkasında Roboski’den Suruç’a, Diyarbakır’dan Dersim’e, sokak ortalarından asit kuyularına yüzlerce katliamın faillerinin devletin kalkanı ardına sığınıp cezasız bırakılmasının isyanı var. Devlete sesleniyor, devlet kapılarından kovuldukça kapılarda bekliyor. Kendini, gözünün önünde öldürülmüş yakınlarını unutturmuyor. Orada bir küfür gibi dikilmiş hepimize görünüyor. Bizi utanca davet ediyor. Hayatı devlet gözünde beş para etmeyen Kürt halkının çığlığını ille de ille de duyalım istiyor.
Seçim propagandası için çetesiyle birlikte dükkanlarına gelen AKP milletvekili ve kardeşlerinin silah çekip vurduğu oğullarını yaralı kaldırıldıkları hastaneyi basarak sedyelerinde ve oğullarını ziyarete giden babalarını oracıkta linç eden vahşilerden hesap sorulsun istiyor. Hastanede görevli güvenlik güçlerinin nasıl sessizce arkalarını döndüklerini, iki oğlu ve kocasının gözlerinin önünde katledilişi unutulmasın istiyor. Tedavi görmesine rağmen, sağlık sıkıntılarına, ameliyat olma zorunluluğuna kulak asmayıp bağırıyor. Suruç adliyesinden de Urfa adliyesinden de kovuluyor. Ankara’ya gidiyor. Orada da kimse kapısını aralayıp bu kadının derdini dinlemiyor. Kürtler katledildiğinde devletimizin on yıllardır gelenekselleşmiş tutumundan nasibini alıyor. Ama durmuyor, yılmıyor, susmuyor.
Emine Şenyaşar, yaralı kurtulan oğlu Ferit ile birlikte 8 Mart’ta Adalet Nöbeti’ne başladı. Nöbet, 190 gündür urfa adliyesi önünde sürüyor. Bu sırada anne ve oğlu defalarca gözaltına alındı, haklarında davalar açıldı. Tüm bu baskılara rağmen pes etmediler.
Milletvekilinin silahlı kardeşlerinden birinin dükkandaki çatışmada ölmesi sonucu gözü dönen saldırganlardan ancak biri, neden sonra teslim olup 18 yıla mahkum ediliyor. Emine’nin ağır yaralı dört oğlundan biri hemen maktulün katili olarak tutuklanıyor. Ona uygun bulunan ceza, 37 yıl.
Emine Şenyaşar’ın adliye önünde toprağı kazıp ‘adalet arıyorum’ diye bağırdığı görüntüler isteyene de istemeyene de ulaştı. Emine, bunca acıya rağmen ayakta kalmasının bedelini ağır ödedi elbet. Ağlamaktan sağ gözünde yüzde 70 görme bozukluğu gelişti. Kapı kapı dolaşmaktan dizlerinden rahatsızlandı. Kalbi sıkışmaya başladı. Doktorlar ameliyat olması gerektiğini söylese de Emine Şenyaşar bunu reddediyor ve oğlu Fadıl serbest bırakılana kadar tedavi olmayacağını söylüyor. Gözlerini kapayınca, katledilen çocuklarını ve kocasını görüyor, uyuyamıyor. Ancak uyku ilacı ile dalabiliyor. Ölmeden son bir kez oğlunu görmek istiyor.
Birlikte nöbet tuttuğu oğlu Ferit Şenyaşar, dosyaya bakan savcının kendilerine, “Birçok kişinin kellesi gider, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcısı ile konuşun, bana destek versin ben 23 kişiyi tespit ettim, bu soruşturmayı hemen başlatayım, namus borcum olsun” dediğini ancak bu konuşma sonrasında başka bir yere tayin edildiğini söylüyor. Hikayenin bu ayrıntısı da ne kadar tanıdık değil mi?
Ezcümle, hastanede onlarca kişilik bir linç güruhunun onca insanın önünde üç kişiyi katletmesi hakkında bir türlü dava açılmıyor. Emine’nin gözleri önünde yaşandığı için ‘ben onları tanıyorum, teşhis edebilirim’ diyor. Ancak savcı kulağını Ankara’ya dikmiş, talimatını oradan alıyor. Üç insanın hastane önündeki polislerin sesiz katkısıyla linç edilerek katledilmesi bir türlü devletin hukuk kayıtlarına giremiyor. Ancak Emine Şenyaşar hakkında sürekli davalar açılıyor.
Tayyip Erdoğan tabii ki resimdeki yerini alıveriyor: “Vekilimiz ağabeyi PKK’lılar tarafından katledildi” buyuruyor bütün hukuk ve basın aygıtlarına. Nitekim basını da kendisini takip ediyor. Emine Şenyaşar’ın direnişi olmasa bu katliam da öncekiler gibi ‘PKK’nin işi’ olarak yazılacak şanlı resmi tarihimize.
Emine Şenyaşar’ın gücü, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamışların gücü. Onun sesi, onlarca yıldır cezasız kalmış katliamlarda hayatını kaybedenlerin sesi. Bu güç karşısında, yok edilen Kürt hayatlarını hala hesabı sorulabilir bulmayan, gücün karşısında eğilip bükülen Türkiye Cumhuriyeti Hukuku en büyük sınavını belki de Emine Şenyaşar’ın bir türlü susturalamayan sesi karşısında verecek.
Hayatını uzun bir çile olarak yaşamış bu kadın hepimizin gözlerinin içine bakıyor. Bu ülke vatandaşlarının da önemli bir haysiyet sınavı olarak orada, karşımızda dikilmiş duruyor.
Bir gün belki, hayır bir gün mutlaka Şenyaşar kazanacak. Onunla birlikte insanlık onuru, adalet de kazanacak. Bu yiğit adalet savunucusu hepimiz için, geleceğimiz için mücadele ediyor.
İlerde belki adalet saraylarındaki gözleri bağlı Themis heykelinin terazisinin yanı başına onun heykeli dikilecek.
Evet, Emine Şenyaşar, oğluna kavuştu. İstediği adalet böyle bir teselli mükafatı değildi büyük ihtimalle. Ama daha acısı, barışın resmi olarak sunulan bu gösterinin ta kendisi. Bir sahneye çıkıp mübalağa Türk bayrakları önünde duran çoğu kravatlı adam barışı çağrıştırıyor mu?
Bir kadının tek başına verdiği mücadele sonucu atılmak zorunda kalınan adımın resminde Emine’ye yer yok.
Onun insanlık direniş tarihine geçecek olan bu mücadelesi bu haşa kadınsız zorlama barış müsameresini mi hak ediyor?
Barıştan anladığımız bu mu? Barış pullarına bu resim mi basılacak? Bolca bayrak önünde kadınsız adamlar.
Barış bu kadar korkutucuysa bir daha mı düşünsek?