KORKUT AKIN yazdı: “Hepimizin fotografçı olarak tanıdığı Ara Güler, gençken öyküler yazan, yazdıklarıyla da görsel şölen yaratan bir yazarmış. “Babil’den Sonra Yaşayacağız”, 1949’dan 1959’a dek anadilinde yazdığı öyküler.”
KORKUT AKIN
“Bu gece dikkat edin, biri ıslık çalarak kapınızın önünden geçecektir. O kişi ben olacağım.”
Hayır, hayır! “Bir gece ansızın gelen”lerden değil, doğuştan Hint-Avrupalı, Ari veya Sami ırklarına mensup; sarışın, beyaz, Habeş, zenci, Grönland, Adisababa, Sulukule, Sidney, Leningrad, New York veya Nagazaki’de doğmuş; adı Petrof, Ferdinand, Hans, Mişel, Sotiri, Haçatur veya Mehmet olan, 16, 27, 35 veya 67 yaşındaki uzun boylu denizci… bu geçecek olan.
Okumak düşünmek…
Okumak, düşünmeyi öğrenmekmiş. Okudukça sadece kendinizi değil, çevrenizi, ülkenizi, tüm dünyayı, yaşayanları ve yaşananları öğreniyorsunuz. Okudukça daha bir düşünüyor, daha bir çözüm yolu bulmaya çabalıyorsunuz. Okudukça büyüyorsunuz.
Hepimizin fotografçı olarak tanıdığı Ara Güler, gençken öyküler yazan, yazdıklarıyla da görsel şölen yaratan bir yazarmış. “Babil’den Sonra Yaşayacağız”, 1949’dan 1959’a dek anadilinde yazdığı öyküler. Okurken sizi de yanına alıyor, aynı sokakları, aynı meyhaneleri, aynı gemileri, aynı sokak lambalarını, aynı insanları tek tek gösteriyor.
Önce yazı vardı
Ara Güler, fotografçı olmadan evvel öykücüymüş. Kelimelerle betimlediği yaşamı sonradan kamerasıyla çerçevelemiş bizler için. Her iki alanda da okura/izleyene yorum hakkı tanımış, yorumlaması için fırsat vermiş. Yazdığı ve yayımlattığı (birçoğu, çeşitli Ermenice gazetelerde yayımlanmış. Biri -ki çok güzel bir kısafilm olur- New York Times’ın uluslararası edebiyat yarışmasında ödül de kazanmış) öyküler yalnız yaşayan, gariban demek yanlış olur da, nevi şahsına münhasır insanları anlatıyor. Hepsi birbirinden farklı, hepsi birbirinden özellikli, hepsi birbirinden yoğun bu insanlar, sadece bir kentte, bir mahallede değil, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar alabildiğine gerçekler. Tıpkı, kitaba adını veren öyküde anlatıldığı gibi…
Bizim hikayemiz, anlatılan…
Kapitalist dünyanın, yazılmasının üzerinden geçen yarım asır sonra da insana bakışını çok incelikle, çok naif veriyor Ara Güler. Hele “Sofya – Zagrep” treni… o daracık, belki de havasız, insanın içini kurutan o kompartımanda geçen öykü… Değme öykücünün kotaracağı bir kurgu değil. Tamam, basit bir olay, herkesin aklına gelebilecek bir şey, ama onun işlenmesi, anlatılması, okurun benimsemesi… işte başarısı burada Ara Usta’nın… Ayıplamayacağını/zı bilsem öykücülüğü hiç bırakmasaydı derim.
Muhabbet…
Küçük bir noktayı atlamamalıyım… Hiç ırkçı değil Ara Güler. Kadın erkek ayrımı da yok, şurası, burası gibi bir ayrımı da… Yukarıda, çok etkilendiğim için olsa gerek, aktardım zaten. Bu gün artık kalmayan (ah ki, ne yazık) kıyı meyhaneleri, ara sokak kahvehaneleri, sokak lambaları yaşamın artık eskisi gibi olmadığını da seriyor gözlerimizin önüne. Okurken o sokakları, o kıyı meyhanelerini görecek, o denizcilerle birlikte muhabbete dalacaksınız.
Görsel öyküler
Yaşama hep olumlu ve görsel açıdan bakıyor Ara Güler. “Fotografımdaki ‘anı yakalama ve kompozisyonu kurma’ özelliğimi bütün bu eski çalışmalarıma borçluyum. Bir ‘kadr’ (çerçeve) içinde kompozisyon kurmayı tiyatro çalışmaları günlerimden, anlamlı anların yakalanması ve bir anlatıma varmasını da öykücülüğümden esinlendiğimi sanıyorum” diyor. Şunu kabul etmeliyiz ki, sanat bir bütündür, izleyicisine/okuruna hayatın içinden bir şeyler verir mutlaka. Ara Güler bunun en güzel örneği… Ah ki, bırakmasaydı yazmayı.
Uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum Ara Usta’ya…
Babil’den Sonra Yaşayacağız, Ara Güler, öyküler, Aras Yayıncılık, 1996, 125 s.