Zeki Müren tam çeyrek asır önce, 24 Eylül 1996 tarihinde hayata gözlerini kapadı. Onun anısına hazırladığımız videoyu sizlerle paylaşıyoruz. Mertcan Karakuş’un kaleme aldığı metni Kerem Fırtına seslendirdi…
Sahne cambazlık ehli olmayanların üzerinde duramayacağı bir ip gibidir. Usta cambaz ipte yürürken dengesini yitirmeden lobutları çevirebiliyorsa, aşağıdan alkışlar yükselir. Takdir ve hayranlık sahnedekinin seyircilerden farklı olması, onların yapamadığı bir şeyi yapabilmesinden doğar. Bir de kötü ikizi vardır hayranlığın, adına haset derler. O kadar benzerler ki birbirlerine, yer değiştirdiklerini fark etmek güçtür. Bir dikkatsizlik anında lobutlardan birini bile düşürüverse cambaz, ahalinin gözünde cambaz değildir artık. Yanılsama dağılmıştır. Aşağıdan hayran hayran izleyenler kurdukları ast-üst ilişkisini bitirirler. Cambaz iki direk arasında ne kadar mesafe kaydetmiş olursa olsun, üstün değildir artık diğerlerinden, sıradan biridir. Hele ip titremeye başlar da düşerse cambaz, aradaki yükseklik de yerle yeksan olursa, vay haline. Uçmayı öğrense bile bir daha ikna edemez seyircileri büyüsüne.
Zeki Müren bu zorlu yolu zarafetle yürümüş, hatta kendine has yürüyüş tarzını bir ekole dönüştürmüş sanatçılardan. Yeteneğiyle yetinmemiş; sesini, kendinden sonra gelen birçok yorumcuya ilham olacak bir vokal tekniğiyle birleştirmiş. Yürürken çevirdiği lobutları her daim cilalı, parıl parıl tutmakla kalmamış; sürekli yeni lobutlar eklemiş kariyerine. Üç yüze yakın şarkı bestelemiş; güfteler, şiirler yazmış. Filmlerde oynamış. TRT baskısının yarattığı, mikrofon önünde elleri bağlı şarkı söyleyen solist klişesine kafa tutmuş. Sahnesine kostümü ve dekoru dahil etmiş. Zamanla kostümleri ve tavrı, seyircisi olagelmiş muhafazakar toplumun kalıplaşmış cinsiyet rollerine karşıt bir hale evrilmiş. Ama bu karşıtlık hiçbir zaman tam potansiyeline ulaşmamış, hiçbir medyada yüksek sesle dile getirilmemiş. Sanat güneşimizin sahneye taşıdığı cinsiyetlerarası varlığı bir fısıltı olarak kalmış hep.
Elli yıla yakın kariyeri boyunca ‘‘en derin duyguların’’ betimlendiği yüzlerce sanatsal üretime, binlerce röportaja, milyonlarca açıklamaya rağmen; Zeki Müren’in, kendi cinsel kimliğine ve/veya yönelimine dair hiçbir beyanı bulunmamakta. Işıl ışıl taşlar, parlak pelerinler, rengarenk tüyler açık ettikleri kadarını gizlemişler de. Hep üçüncü, beşinci ağızlar konuşmuşlar bu konuda. Kendisiyle yakın dönemlerde, aynı kalıplaşmış rolleri eğip büken Huysuz Virjin’in bir anısı var yalnızca elimizde. Bir gece Zeki Müren, Huysuz’un sahne aldığı bir mekana geliyor. Şov sırasında Müren’in bir şarkısını seslendirirken, güftedeki ‘‘elemlerle doldu benim her anım’’ dizesini, ‘‘erkeklerle doldu’’ olarak değiştiriyor Huysuz. Sanat Güneşimiz de ölümünden sonra arkadaşlarından öğrendiğimiz muzipliğiyle atlıyor lafa: ‘‘Arada kadınlar da oldu canım!’’ Beyana en yakın bir tek bu cümle kalıyor geriye. O da ikinci ağızdan; hafızanın yanlı, kendine yontan ellerinden çıkma.
Sanatının saygı görebilmesini bu suskunlukla sağlamış Zeki Müren. Zira narsistik kişilik bozukluğundan muzdarip toplumumuz empatiden yoksundur. Akacak mecra bulamadığı için değirmende dönüp duran libidolar, aksi büyük harflerle, altı çizilerek söylenmedikçe kendi kafalarındakini tek gerçek addederler. Şartları sağlayıp içinizdekini açık ederseniz de vay halinize. Çünkü onların gerçekliğiyle çatışıyorsa söyleminiz, düşmanları olursunuz artık. Zeki Müren bu bıçak sırtı ikiliği idare edebilmek, seyircisine nefretlerini tetiklemeden ulaşabilmek için kariyeri boyunca çok çabalamış. Yoğun gazino programı sebebiyle İstanbul dışında çalışamadığı, turneye çıkamadığı zamanlarda Anadolu’ya ulaşmak için filmler çevirmiş. Sesini böyle duyurmuş kendisine ulaşamayanlara. ‘‘Canı Ege’sine saygısıyla’’ gitmiş. Her konuşmasında ‘‘onu var eden dinleyicilerine sonsuz minnetlerini’’ sunmuş. ‘‘Alkışlarla yaşamış.’’ Bütün bunlar adının birkaç nesil boyu bir küfür gibi kullanılmasından koruyamamış onu ama ikiyüzlü ahlak yapımızın omuzlarında bir yer edindirmiş kendisine.
Gizli saklı yaşanan, hasıraltına süpürülen, etrafı çevrilip sınırlı bir alana sıkıştırılan hayatlar yabancılaşmaya, içine itildiğin çukurun çıkışsızlığına inanmaya sevk eder insanı. Yalnızlaştırır. Güvensizleştirir. Bütün hayat enerjisini Zeki Müren’i ip üzerinde tutmaya harcayan Müren de kariyerinin son demlerinde bu hissiyatla baş başa kalmış. Son röportajlarında yalnızlığını anlatmış hep. Çünkü alkışlardan doğan bir aradalık yanılsaması sahneye aitmiş, sahnede kalmış. Onca zaman hem kendisi hem de milyonlar için sahnelerin Zeki Müren’i olmak, hayata hiç sirayet etmeyecek ‘‘bir sevgiyi istemek’’, ilk plağında okuduğu şarkının sözlerindeki gibi sevilebilmek, takdir görebilmek için durmadan şakıyan parlak tüylü ‘‘Bir Muhabbet Kuşu’na’’ dönüşmek yormuş kalbini. İp kopmuş. Sahne hayatı yutmuş.