27 Avrupa Birliği (AB) ülkesinden yaklaşık 375 milyon AB vatandaşı, 6-9 Haziran 2024 tarihleri arasında Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 720 üyesini seçmek için sandık başına gitti.
7 siyasi partinin/grubun ve bağlantısız milletvekillerinin yarıştığı Avrupa Parlamentosu seçimleri dünyanın en büyük uluslararası seçim pratiğiydi.
Avrupa Parlamentosu Avrupa Birliğinin kurumsal yapısının Avrupa Konseyi ve Avrupa Komisyonu`yla birlikte üç ana unsurundan biri ve yasama organı işlevini görüyor. AB içerisindeki tüm hukuki düzenlemeler Avrupa Parlamentosu`nda kararlaştırılıyor. Ayrıca AB`nin Bakanlar Kurulu sayılabilecek Avrupa Komisyonu`nu da belirliyor AP.
Yani AB`nin bütçe planlamasından savaş politikalarına, göç yasalarından genişleme politikalarına, üye ülkeleri bağlayacak hukuki düzenlemelerden denetleme raporlarına pek çok önemli meselesi Avrupa Parlamentosu`nda kararlaştırılıyor.
Seçimlerin genel bilançosu
AP seçimlerinde merkez sağ eğilimli, Hristiyan Demokratların oluşturduğu Avrupa Halk Partisi (EPP), merkez solun oluşturduğu Sosyalistler ve Demokratlar (S&D), başını Macron’un çektiği liberal çizgideki Avrupa’yı Yenile (Renew Europe), iklim ve göçmen politikalarına yoğunlaşan Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı, aşırı sağ iki bloktan biri olan İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin başkanlığındaki Avrupa Muhafazakarları ve Reformistleri (ECR), Fransa’daki aşırı sağcı lider Marine Le Pen’in öncülüğündeki diğer aşırı sağ blok Kimlik ve Demokrasi (İD) ve Sol – sosyalist görüşlü Avrupa Sol Parti (The Left) olmak üzere 7 grup ile bağımsız vekiller yarıştılar.
AP’deki en büyük siyasi oluşum olan, merkez sağ eğilimli, Hristiyan Demokratlar olarak bilinen, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile AP Başkanı Roberta Metsola’nın da üyesi olduğu EPP, 178 olan sandalye sayısına 8 arttırarak 186 vekille AP’nin en büyük partisi oldu.
İkinci büyük grup olan merkez sol eğilimli S&D ise 6 sandalye kaybederek 134 milletvekile ikincilik pozisyonunu koruyabildi.
AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in üyesi olduğu, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un girişimiyle kurulan liberal çizgideki Renew seçimlerin en büyük kaybedeni oldu. 2019 seçimlerinde kazandığı 102 sandalyeden 23’ünü kaybeden Renew ancak 79 vekille temsil edilecek Avrupa Parlamentosunda.
İtalya Başbakanı aşırı sağcı lider Giorgia Meloni’nin başkanlığındaki Avrupa Muhafazakar partilerinin oluşturduğu ECR, 2024 seçimlerinin çıkış yapan partilerinden oldu. Milletvekili sayısını 68’den 73’e yükselterek AP’nin dördüncü büyük grubu olmayı başardı.
Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı’nın dramatik düşüşüyle önü açılan diğer aşırı sağ ittifak Kimlik ve Demokrasi (ID) ise bir sandalyesini kaybetse de 58 vekille AP’nin beşinci büyük grubu oldu. Üye ülkelerden 11 partinin bir araya gelerek oluşturduğu ID içerisinde Hollanda’dan Geert Wilders liderliğindeki PVV, Fransa’dan Marine Le Pen’in partisi RN, Almanya’daki aşırı sağcı AfD, Avusturya’daki FPÖ, İtalya’da Matteo Salvini’nin partisi Lega, Belçika’daki aşırı sağcı Vlaams Belang, Bulgaristan’dan Diriliş, Slovakya’dan Ulusla Parti, Portekiz’den “Yeter” hareketi yer alıyor.
Son seçimlerde 23 sandalyesini kaybeden Yeşiller/Avrupa Özgür İttifakı, AP’de ancak 69 üyeyle temsil edilecek. Bu dramatik düşüşte Almanya’nın iktidar koalisyonunda yer alan Yeşiller’in savaştan ve sermayeden yana tutumları büyük rol oynadı şüphesiz.
Avrupa Sol Parti ise (The Left) 2019’daki pozisyonunu 1 kayıpla korusa da 2014’deki yükseliş çizgisinden gerilemeye devam etti. Kazandığı 36 milletvekiliyle AP’nin en küçük grubunu oluşturuyor Avrupa Sol Parti.
46 Bağlantısız milletvekili (ki bunların içerisinde de önemli ölçüde sağcı, aşırı sağcı vekiller var) ve ilk kez Avrupa parlamentosuna üye yollayan kimi partilerin 55 vekiliyle birlikte tabloya bütün olarak baktığımızda zaten sağ eksende oluşan siyasal dengenin daha da sağa kaydığını söyleyebiliriz.
Sağ yükselişte, sol arayışta
Seçim sonuçlarının da açıkça gösterdiği gibi sağ ve aşırı sağ, faşist hareketler yükselişini sürdürüyorlar. Her ne kadar bir süredir iktidarda ya da iktidar ortağı olan Macaristan diktatörü Orbán’ın Fidesz’i ya da İsveç’te hükümet destekçisi olan faşist “İsveç Demokratları”nın desteği düşmüş görünse de Almanya’da AfD, Fransa’da Ulusal Blok, İtalya’da Giorgia Meloni’nin Kardeşler Partisi, Hollanda’da Geert Wilders’ın Özgürlük Partisi, Avusturya’da faşist FPÖ yükseliş ivmesini sürdürmekte.
750 üyeli Avrupa Parlamentosu’nda merkez sağ grup EPP 186, aşırı sağcı gruplar ECR 73, ID 58 üyeyle toplam 317 sandalyeyi dolduruyorlar. Buna henüz bir gruba dahil olmamış Avrupa Parlamentosuna ilk kez temsilci gönderen sağcı / aşırı sağcı küçük partileri ve kimi bağlantısız vekilleri de dahil ettiğimizde tablonun hiç iç açıcı olmadığını söyleyebiliriz.
Buna bir de gençlik ve işçiler arasında bu popülist sağ / aşırı sağ partilere desteğin artmakta olduğu verisini eklediğimizde tablo daha da karanlıklaşıyor.
Yine de tablonun tamamını, mücadelenin gelişme potansiyellerini görebilmek için İspanya ve Portekiz’de sosyal demokratların yükselişinin yanı sıra Belçika’da PVDA, Hollanda’da İşçi Partisi Yeşiller İttifakı, İsveç ve Portekiz’de Sol Blok, İtalya’da Yeşil Sol Birlik (AVS), İspanya’da Sumar ittifakı (her ne kadar düşüş yaşasa da) ve PODEMOS, Danimarka’da Kızıl-Yeşil İttifak gibi sosyalist, komünist direniş öbeklerinin sağa kayışa karşı başka bir yolu açmayı zorladıklarını da tabloya dahil etmek gerekiyor. Macron’un erken seçim kararının ardından Fransa solunun hızla ilan ettiği “Halk Cephesi” bu arayışın ve ısrarın güzel bir örneğini oluşturdu.
Görece yükseliş sağlayan sol-sosyalist öbeklerin sınıf, kadın, ekoloji mücadelelerini ve savaş karşıtı antiemperyalist politikaları öne çıkartmanın yanı sıra doğru bir ittifak stratejisini hayata geçirebilenler olduğuna özel olarak dikkat etmek gerekli. Ayrıca tamamı olmasa da bu partilerin önemli bir kısmı net bir anti-kapitalist çizgi izliyorlar. Örneğin Yeşillerin Almanya, Fransa ve Avusturya’daki örnekleri gibi kapitalist sistemi meşrulaştıran “yeşil kapitalizm” hattında olanlar değil de antikapitalist kızıl-yeşil hat başarı kazanıyor.
Sonuçları nasıl okumalı?
AP’de en solda duran Avrupa Sol Parti’nin zayıflığı ve bunun yanı sıra Sol’u oluşturan kimi bileşenlerin (örneğin Almanya Sol Parti’nin) içinde bulundukları katastrofik durumu dikkate aldığımızda neoliberal / post-neoliberal sermaye saldırısının tam gaz devam edeceğini görmek zor değil. Emeklilik yaşının yükseltilmesinden çalışma saatlerinin artmasına, pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşı sonrası ekonomi denklemine sokulan yeniden enflasyonla birlikte yükselen fiyatlar ve düşen alım gücüne, artan kiralara, yükseltilen sigorta primlerine, vergilere ilişkin agresif ekonomik politik uygulamalar hızlanarak devam edecek.
Sermayenin “tersine küreselleşme” yönelimiyle güç kazanan ulusalcı ekonomik politikalar milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, göçmen ve doğa düşmanlığı eşliğinde politik arenada daha da güç kazanacak.
AP’nin önceki bileşeniyle bile neredeyse hiç muhalefet görmeden çıkartılan yeni göç yasasının uygulanmasına ve daha da sertleştirilmesine dönük yeni düzenlemeler gündemde olacak.
Mevcut savaş ve çatışma alanlarına ilişkin farklı yaklaşımlar olsa da militarizasyon ve silahlanma konusunda hemfikir olan AP’nin büyük çoğunluğu emekçilerden el koydukları bütçeyi bu alana kaydırmaya ve silah tekellerini zenginleştirmeye devam edecek. Bırakalım sağ / aşırı sağ partileri, Almanya, Fransa örneklerinde gördüğümüz gibi merkez sol, liberal yeşil partiler de bu çizginin uygulayıcıları durumundalar. Her ne kadar Rusya- Ukrayna savaşında ulusalcı reflekslerle ABD / NATO perspektifi dışında şeyler söylüyor, Çin ve Rusya’yla farklı ilişkiler kurmaya çalışıyor olsalar da Almanya’da AfD, Fransa’da Ulusal Cephe, İtalya’da Kardeşler Partisi de halihazırdaki NATO’cu savaş, çatışma, gerilim konseptinin dışında yer almıyorlar.
Bu sağcı, militarist yükseliş beraberinde cinsiyetçiliği de yükseltiyor elbette. Doğusundan batısına Avrupa’nın bütün coğrafyasında patriyarka, homofobi atakta. Kadınların, LGBTİQ+ların büyük mücadeleler vererek, bedeller ödeyerek elde ettikleri haklar hedef haline getirilmiş durumda. Kürtajdan, kadınların emeklilik yaşına, eşit işe eşit ücretten, toplumsal yaşamdaki cinsiyet eşitliğine pek çok kazanım yeniden tartışma konusu ediliyor, edilecek.
Bu saldırgan neoliberal / post-neoliberal politikaların doğaya yansımasının en ibretlik halini pandemi sürecinde yaşadık. Sonrasında başlayan Rusya-Ukrayna savaşıyla ise iklim krizi, nükleer tehlike, küresel ısınma vs bizzat başta Almanya’daki iktidar ortağı Yeşiller tarafından pencereden atıldı. Solun ve ekolojik hareketlerin, yani bizlerin beceriksizliğiyle küresel gıda ve enerji tekellerinin yarattığı krizi ekolojik üretim kurallarına (pestisit kullanım sınırı, manipüle edilmiş tohumlara getirilen sınırlamalar, hayvan hakları vs.) tahvil etmeyi başaran sağ, Avrupa’daki çiftçi hareketinden de önemli destek almış durumda.
Türkiye’ye yansıması
Öncelikle geriletilmek şöyle dursun yükselişte olan muhafazakâr, milliyetçi, sağ dalga en çok mevcut iktidar bloğunun işine yarıyor. AKP-MHP bloğu iktidarını sürdürebiliyorsa bu sağcılaşma dalgasından beslenebildikleri için biraz da. Milliyetçilik, ırkçılık, dincilik hamasetinin politikaya tahvili açısından iki taraf için de bulunmaz nimetler yaratıyor bu karşılıklı var oluş.
Avrupa’nın önümüzdeki günlerde daha da sertleşecek göçmen politikası Türkiye ve benzeri “üçüncü ülkelere” önemli bir “mülteci pazarı” yaratıyor. Avrupa Türkiye’ye mültecilerin kalifiye olmayanlarını gönderebileceği, Ortadoğu ve Asya’dan gelen mülteci akınına set çekebileceği ülke olarak bakarken, Erdoğan ve sermaye ise mülteci ticaretinden kazanacağı paraya, ucuz / korumasız göçmen emeğiyle emek piyasasında yaratacağı baskılamaya bakıyor. Meselenin demografik, sosyokültürel, ideolojik çıktıları ise iç siyasette kullanışlı malzemeler sunuyor iktidara.
Türkiye’ye açıkça “Avrupa Birliği’nde yeriniz yok” diyen anlayışın güçlenmesi, iktidarın Avrupa emekçi halklarının, kadınlarının, ekolojistlerinin kazanımları olan demokratik normlara yönelme baskısını daha da azaltacak. Avrupa’nın kendisi anti demokratikleşir, muhafazakarlaşır, ırkçılaşır, sağcılaşır, faşistleşirken kim umursar Türkiye’nin antidemokratikliğini!
Demokratik değerlerden ve insan haklarından uzaklaşan Batı, Türkiye’de, Kürdistan’da, Yemen’de, Filistin’de ve dünyanın diğer coğrafyalarında devam eden savaş ve çatışmalara yeni pazarlar bulma, etkinliklerini geliştirme ve egemenliklerini güçlendirme fırsatı olarak bakacaktır.
Kısaca Avrupa’da sağ politikaların güçlenmesi ve demokrasinin gerilemesi Türkiye’de de aynı hattı güçlendirecektir. Hem Avrupa’da hem Türkiye’de demokrasinin güçlenmesinin yolu ise halka ekonomik, ekolojik, cinsiyetçi ve siyasal krizin gerçek sorumlularını göstermekten ve alternatif politikaları geliştirecek güçlü bir enternasyonalist özne kurmaktan geçiyor. Şimdi her zamankinden daha fazla Avrupa’daki demokrasi ve sosyal mücadele dinamikleriyle buluşma, birlikte hareket etme göreviyle yüz yüzeyiz. Bu siyasal gericilik dalgasını durdurmak ve geriletmek için hiçbir ülkede kazanılacak tekil başarılar yeterli olmayacaktır.