Geçtiğimiz günlerde Finlandiya Göçmenlik Bürosu’nun 14 Ağustos’ta yayınladığı raporda 15 Temmuz sonrasında gözaltılar süresince Türkiye’de tecavüze uğrayan ve bu tecavüzlerden hamile kalan 12 kadının olduğu bilgisi gündeme düştü.
Raporu, verdiği bir röportajda gündeme getiren İnsan Hakları Savunucusu Avukat Hatice Kurt, raporda kadınlara yönelik sadece tecavüzün değil işkencelerin de belgelendiğini söyledi. Kurt, verdiği röportajın ardından daha çok kadının kendisine ulaşmaya çalıştığını ve benzer iddiaları dile getirerek konuşmak istediklerini aktardı. Hatice Yıldız, JINNEWS’ten Melek Avcı’nın sorularını yanıtladı.
- Günlerdir dijital medyada verdiğiniz bir röportajın bir kesiti dolanıyor. Burada 12 kadının cemaat ve KHK gözaltlarında tecavüze uğradığını, Finlandiya’nın yayınladığı raporda yer aldığını belirtiyorsunuz. Bunun detayları nedir, raporda neler geçiyor?
Finlandiya Göçmenlik Bürosu’nun 2-6 Ekim 2023 tarihleri arasında Ankara ve İstanbul’da gerçekleştirdiği inceleme gezisi sonucunda Haziran 2024 de hazırladığı “Türkiye-Gülen hareketi ile ilişkili kişiler” başlıklı rapor 14 Ağustos’ta kendi internet sayfalarında yayınlandı. Raporun birinci sayfasında “Finlandiya Göçmenlik Bürosu Ülke Bilgi Servisi tarafından hazırlanan rapor, menşe ülke bilgilerinin işlenmesine yönelik ortak AB kılavuz ilkeleri ve bilgi toplama misyonlarına yönelik kılavuz ilkeler doğrultusunda derlenmiştir. Raporda, bilgi toplama misyonu sırasında yapılan görüşmelerden yararlanılmıştır. Rapor, kapsamlı olmayı amaçlamamaktadır ve herhangi bir oturma izni, mülteci statüsü veya sığınma talebinin haklılığı konusunda kesin olarak değerlendirilmemelidir. Raporda belirli bir olay, kişi ya da kuruluştan bahsedilmese dahi, bu durum söz konusu olayın gerçekleşmediği ya da söz konusu kişi ya da kuruluşun var olmadığı anlamına gelmez. Rapor, Ülke Bilgi Servisi tarafından yapılan bağımsız araştırma ve analizlere dayanmaktadır. Raporun içeriğinden Ülke Bilgi Servisi sorumludur. Rapor, Finlandiya Göçmenlik Bürosu’nun görüşlerini yansıtmak zorunda değildir ve siyasi bir açıklama ya da adli bir değerlendirme değildir” şeklindeki açıklamayla raporun hazırlanma kriterleri de özetleniyor. Raporu incelediğimizde insan hakları örgütleri, milletvekili, avukat, akademisyen gibi geniş bir yelpazeden 18 kaynaktan ve daha önce yayımlanmış çok sayıda rapordan, istatistikten yararlanıldığı görülmekte.
12 kadına tecavüz ve cezaevlerinde işkence belgeleniyor
75 sayfalık, belirli bir kronoloji ve teknikle hazırlanan raporda 15 Temmuz sonrası soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalan kişi ve kurumlar için “Gülen hareketi üyesi ve destekçisi olduğu iddia edilen kişiler” tanımlaması kullanılmış. Bu kişi ve kurumların maruz kaldığı soruşturma ve kovuşturmalara dayanak gösterilen iddialar, soruşturma ve kovuşturma istatistikleri, kamudan ihraçlar, yargılama süreçleri, soruşturma veya yargılama sonucunda takipsizlik/beraat kararı alanlardan görevlerine iade edilmeyenler, ankesörlü hatlardan aranma iddiasına dayalı yargılamalar, gözaltında ve cezaevi süreçlerinde yaşanan hak ihlalleri, hasta ve yaşlı tutuklular, cezaevlerindeki kadınlar, çocuklar ayrı ayrı başlıklarla incelenmiş. KHK TV’ye verdiğim röportajda, raporda yer alan “15 Temmuz sonrası gözaltına alınan 12 kadının gözaltında hamile kaldığına” ilişkin iddia çok ses getirdi.
Ancak rapor bundan ibaret değil. Gözaltı ve cezaevi süreçlerinde yaşanan kötü muamele ve işkenceler de detaylı olarak incelenmiş. Rapor bir bütün olarak son 8 yıldır rapordaki ifadesiyle “Gülen Hareketi” mensubu oldukları iddia edilen kişilere uygulanan hukuku gözler önüne seriyor. Son 8 yıldır sayıları yüz binleri bulan tutuklamalar, milyonları bulan soruşturmalar yaşanmakta iken siyasi partilerin, üniversitelerin, baroların 8 yıldır yap(a)madığı bir araştırmayı Türkiye’den 4 bin 234 km uzakta bir ülkenin yapma ihtiyacı duymuş olması da ayrıca üzerinde uzun uzun düşünmemiz, öz eleştiri yapmamız gereken bir başka husus. Diğer taraftan üzülerek gördüm ki, 14 Ağustos tarihinde yayınlanmış bir rapordan neredeyse toplumun önemli bir kısmı bu röportaj sonrası haberdar oldu. Üzerinden 15 gün geçmiş bir rapordan ne insan hakları örgütlerinin, ne kadın derneklerinin, ne siyasi partilerin, ne baroların, ne basının haberdar olmadıklarını kabul edeceksek bu bir sorun, haberdardılar ancak sessiz kalmayı tercih etmişlerse bu çok daha büyük bir sorun.
- Bu rapor baz alınarak ve hatta sizin beyanlarınız, normal koşullarda konuya dair bir inceleme başlatılması gerekirken, suçtan bağımsız olarak kadınlara yönelik tecavüzün soruşturulmasına dair herhangi bir adım var mı yoksa olmamasını neye bağlıyorsunuz?
Gözaltında tecavüz veya kötü muamele iddiasının soruşturulması için mağdurun, vekilinin veya yetkili yakınının şikâyeti gerekiyor. İnsan hakları örgütlerinin raporlama yapması için de ilk şart mağdurun rızası. Ülkenin adaletsizlik çemberi ve bu yargılamalara konu edilen kişilerin her nevi şikayetlerinin takipsizlikle sonuçlandığı maalesef yaşanan bir vakıa. Ayrıca kadın, erkek fark etmeksizin cinsel saldırıya uğrayan bir bireyin bunu sindirmesi, sonrasında ifşa etmesi çok zor, çok travmatik bir durum. Gündelik hayatta dahi tecavüze uğrayan kadınların toplumsal dışlanma, toplumun baskısı, ifşa olmanın ailesi ve varsa çocukları üzerinde yaratacağı olumsuzluklar gibi pek çok faktör sebebiyle bunu ifşa etmekte zorlandıkları pek çok çalışma ile de ortaya konulmuş bir husus. Hele burada failin kamu gücünü kullanan biri olduğu iddiası var ki bunun ifşası çok daha zor. Ayrıca bu saldırıya maruz kalan insanların terapi almaları tedavi edilmeleri gerekirken evlerine değil cezaevine gönderildiler. Hürriyetlerinden, ailelerinden koparıldılar. Bunun da eklemlenen psikolojisini düşündüğümüzde bu çok daha zor diye düşünüyorum. Ayrıca bazı mahkemelerde sanıkların uğradıkları işkenceleri anlatmak istediklerinde mahkemelerce buna izin verilmediği tutanaklarla sabit. Dolayısıyla işkence ve kötü muamele iddiaları da dahil olmak üzere mağdur olmuş insanlar bu hukuk sisteminde netice alacaklarına inanmıyorlar.
Olayın mağdurları konuşabilir
Şikâyet haklarını kullandıklarında cezaevinde kötü muameleye tabi tutulmaktan, denetimli serbestlik-koşullu salıverme haklarını kullanmalarının engellenmesinden, cezaevinde değillerse yeniden bir soruşturmaya konu olmaktan korkuyorlar. Yargının dağıtamadığı adaleti cinsel saldırıya uğramış bir bireyin sağlamasını ummak ve beklemek gerçekçi değil. Açıkçası benim ve pek çok kişinin kulağımıza gelen tecavüz iddiaları oluyordu ancak birebir mağdurlarla görüşmediğim ve mağdurun rızası öncü şartı sebebiyle bu iddiaların doğruluğunu bilemiyordum. Fakat ses getiren röportaj sonrası bana ve bu konuya hassasiyet ve özenle yaklaşan bazı kişilere daha net bilgilerin gelmeye başladığını, olayın mağduru insanların en azından bir kısmının konuşabileceklerini belirtmek isterim. Bu sağlanırsa mağdurların hak arayışına girecek cesareti göstereceklerini umuyorum. Zira bu üzeri örtülecek, yok sayılacak bir konu değil.
- Biliniyor ki iktidar cemaat ile şu anki konumunu elde edene kadar kol kola yürüdü, bizzat bunu Tayyip Erdoğan da doğrulamış ve “kandırıldık” diye bir argüman ortaya atmıştı. Şu an başörtüsünü her gün diline dolayan ve 28 Şubat’ı konuşan iktidarın kayıtlara alınan bu işkenceye ve kadınlara yönelik muamelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaşanan bu süreç zaten olağanüstü ama sürecin bir diğer olağanüstülüğü de bu. Geçmişte iktidarın seçmeni, destekçisi olan, kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan, iktidarın başörtüsüne özgürlük getirdiğine inanan kadınlar apayrı bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. İnanın son iki gündür yaptığım görüşmelerde bu saldırının mağduru olmuş kadınların bir kısmının “Bize bunu devlet yapmadı. Bunu yapanlar devletin görevlileri olamazlar” dediklerini öğrendim. İnandıkları ve kutsadıkları “devlet babanın” kendilerine bu zulümleri yaşatan olamayacağını düşünüyorlar. Biliyorsunuz ki, muhafazakâr sağ ideolojide devlet kutsal kabul ediliyor. Oysa devlet insanlığın var ettiği, belirli kurallar düzeni içerisinde iş bölümü esasına dayalı bir ortak yaşamı sağlamak için kurulmuş organizasyondur. Devlet kutsal değildir. Kutsal olan yaşam hakkıdır, insan onurudur yani insandır. İnsanın canının kıymetsiz olduğu hiçbir yerde hiçbir organizasyon, yapı, grup, devlet adı her ne ise kutsal değildir. Devletin rasyonel temelden uzak maneviyat atfedilen bir yapı olarak görülmesi demokrasi talebi önünde de önemli bir engel oluşturuyor. Yaşanan sürecin bu insanların önemli bir kısmında “devlet nedir, demokrasi nedir” sorularına geçmişten farklı cevaplara ulaştırdığını gözlemliyorum.
- Son olarak, bu kadar sarsıcı bir gerçeklik varken hiçbir yayın kuruluşunun ve siyasinin, muhalefet ve iktidar da dahil, bu gerçekliği dillendirmediğini görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz, sonuçta ortada bir insan hakları ihlali söz konusu?
Bunu gerçek anlamda demokrat olamamaya, insan onur ve haysiyetini özümsememeye bağlıyorum. Slogan partileri, slogan örgütler, ellerine verilen sloganları haber diye sunan medya… Yaşadığımız gerçeklik bu. Adlar var, fiziki mekânlar var ama insan odaklı bir gayret yok. Oysa yaşanan yüzlerce olay, bir kişinin dahi can ve mal güvenliği yoksa kimsenin can ve mal güvenliğinin olamayacağını, olmadığını defalarca kanıtladı. Rapor yayınlanalı 2 hafta oldu. 2 gündür KHK TV’ye verdiğim röportaj X platformunda önemli bir etki doğurdu. Buna rağmen konuyu ele alamayan veya almayan siyasi partiler, barolar, dernekler, sendikalar, basın kuruluşları şapkalarını önüne koyup önce kendileri ile yüzleşmeliler. Herkes bağrında taşıdığı faşizmden kurtulmadığı, en azından kurtulmak için gayret sarf etmediği müddetçe antidemokratik rejimlerin yan yana mağduru olmaya devam edecekler, aslında hep birlikte mağdur olmaya devam edeceğiz.