KORKUT AKIN yazdı: “Bir aşk öyküsü… Bilimsel olmayan yöntemlerle gizli(!!!) bilgiler araştırılıyor; bir aşk ilişkisi çerçevesinde. Sihir mi demeli, simyacılık mı yoksa? “Yazar”, yani anlatan, yani aşık, tarihin bütün dönemlerinden yapıtlarla, sanatçılarla bağ kurup kurdurarak, bizi de onların dünyasına taşıyarak anlatıyor…”
KORKUT AKIN
Büyük bir aşk, büyük olduğu kadar yıpratıcı, bir o kadar da sarsıcı ve kuşkusuz gizemli. Bir okült klasiği olarak tanımlanan ve çevirisinin zor olacağı inancıyla bu güne kadar hep ötelenen Ateş Meleği, artık Türkçe’de…
Valeri Brüsov, kendine özgü bir dil, biçem denemesiyle, alabildiğine uzun cümlelerle güçlü betimlemelerle anlatıyor yaşananları… Yaşananlar mı? Tabii ki aşk! Bazen korkunç, bazen umut verici, bazen sevinçli, kimi zaman hüzünlü, ama asla uzak durulamayan…
Acemi yürek…
Şöyle tanımlıyor, bakalım sizi de etkileyecek mi: “Şairlerin diliyle söylemek gerekirse, gül yapraklarıyla örtülü kar gibi yanaklı, Sicilya mercanları gibi dudaklı, Seylan incisi gibi dişli…” Gerçekten şiirce bir betimleme… Kendisini ise, kitapta okuyup siz bana aktarın olmaz mı? Küçük bir ipucu: “Çağımızın en iyi insanlarıyla birlikte, inancın dış görünüşte değil, kalbin derinliklerinde olduğunu kavramış biri olarak…” Böylesi betimlemeyi yapabilen biri az değildir, bence.
Paustovski’den Taşan Irmakları çeviren (uzun yıllar girdi araya, oysa çok da umutluyduk, iyi bir çevirmen kazandı dilimiz diye) Mehmet Yılmaz, aslında hiç kopmadığı edebiyata yeniden döndü Ateş Meleği ile.
Belleğin süzgecinden geçirince…
Yaşananları, aradan zaman da geçince, bir anlamda biraz da unutunca, kendi algıladığımız gibi aktarırız. Bunda bir çelişki aramak yerine, akışın doğallığı içerisinde -arada oluşan boşlukları- doldurmaya çalışmak gerekir. Gerçi, “Ateş Meleği”nde, buna hiç fırsat bulamıyoruz. Anlatının anlatısı yöntemiyle yazıldığı için olsa gerek, anlatılanı aktaran romancı (karıştı değil mi, bilinçli olarak… istiyorum ki, merak edin, merak ettikçe giderek derinleşen duygu seli, sizi 1800’lerin sonlarından alıp bu günlere taşıyacak) betimlemeleriyle sarıp sarmalıyor okuru.
Bir aşk öyküsü… Bilimsel olmayan yöntemlerle gizli(!!!) bilgiler araştırılıyor; bir aşk ilişkisi çerçevesinde. Sihir mi demeli, simyacılık mı yoksa? “Yazar”, yani anlatan, yani aşık, tarihin bütün dönemlerinden yapıtlarla, sanatçılarla bağ kurup kurdurarak, bizi de onların dünyasına taşıyarak anlatıyor… Asıl zorluk, daha doğru deyişle Brüsov’un, yani gerçek yazarın bu kadar çok atıf yaparak aktarması… Hepsini birbirine ulamış, deyim yerindeyse diyalektik bağını kurmuş olması.
Şeytan mı acaba?
Ruprecht ile Renata… Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin gibi değil, birlikte ama sürekli didişerek, çatışarak, sevgileri belki de nefrete varasıya dönüşerek sürdürüyorlar yolculuklarını. Aradıkları ise “…eğer bütün bunlar gerçekse saçma sapan ve eğer rüyaysa yalan olduklarını, yok eğer kehanetse bundan bir şey çıkmayacağını…” (s. 109) cümlesiyle açıklıyor.
1800’lerin sonunda, toplumsal çatışmalar yaşanıyor, yeni yaşam biçimini belirlemek isteyen güçlerin ilki din, dolayısıyla savaşın bir tarafı da o. Antik Yunan, Mısır, Rönesans felsefecileri de katılıyor bu savaşıma… Sonucu okuyarak göreceğiz (yaşayarak da diyebiliriz, hâlâ devam ediyor da…).
Ateş Meleği, Valeri Brusov, roman,Çeviribilim Yayınları, 2017, 365 s.