GÜLFER AKKAYA yazdı: “Malum aşk örgütlenmektir. İnsanın kendisinin dışına çıkabilmesidir. Başkaları ile karşılaşmasıdır. Bir başkasını sevebilme cesaretidir. Bir başkasında kendisi ile buluşmasıdır. Başkasının kendisine ayna olmasıdır. O kusursuz ben, hep haklı olan ben’in başkası dolayısı ile yeniden gözden geçirilmesidir.”
GÜLFER AKKAYA
İnsanın en derin kırgınlıklarından biridir aşk. Terk edilmek. Unutulmuş olmak. Hem de onca yaşanmışlıklara rağmen unutulmuş olmak. Nasıl bir yalnızlıktır o unutuluş hali. Bazen başkası gelmiş olsa dahi kapatılamaz unutuluşun verdiği boşluk. Bilen bilir.
İnsanın aşkı unutması diğer meseleleri unutması ile aynı değildir.
Aşkın unutuşu alan değiştirmek şeklindedir. Legalden illegaliteye çekilir aşk. Varken yok, hatırdayken silinmiş gibidir. Tabii çevrene olduğu kadar kendine de iyi yalancıysan.
İnsan, gücü ve güçlü olmayı seviyor. Aşkı güçsüz olmak sayıyor. Zaaf olarak görüyor. Yahut çıkarlar dünyasında aşk yatırım gibi görülüyor. Her geçen gün daha da vahşileşen yaşam koşullarından duygular da nasibini alıyor. Birini sevmek, âşık olmak hesap kitap işine indirgeniyor. Aşk kaç para eder? Elde hesap makinaları insanlar hesap peşinde.
Aşkından dağı delecek erkek, kurbağayı insana çevirecek kadınlar olalım demiyorum ama insanın da bu kadar içini kurutan pespayeleşmiş hali içler acısı.
İçinde yaşadığımız toplumda insanlar için insanca ilişkiler artık kuşku nedeni. Biri birine yardım etse neden diye işkilleniyoruz. Minik dayanışma alanları açılsa, acaba diye sorguluyoruz.
İnsan ilişkilerinin son bulduğu, kötülüğün, fesatın, şüphenin ve çıkarın ele geçirdiği bitimsiz distopyanın orta yerindeyiz.
Bu distopik rejimde, insanı gururu üzerinde ayakta durmaktan vazgeçiren, yan yana gelmekten ürküten bir toplumsal yapı içindeyiz. Kast ettiğim siyasal iktidar değil. Hepimizi içerden ele geçiren rejim. Bu distopik rejim, insan ilişkilerini zayıflatıp eriten, kişisel çıkarlara indirgeyen, her bir insana kendi bireysel karanlığından başka şey sunmayan aciz bir rejim.
Bu rejim, aşık olmaktan korkan, ona emek ve zaman ayırmaktan imtina eden insanlardan oluşuyor. Günlük hayatlarını çekip çevirmekten aciz, değil başkaları kendisi için bile harekete geçmekten yorgun kişiler var.
Sevmek mi? Nasıl demode bir kavram?
Malum aşk örgütlenmektir. İnsanın kendisinin dışına çıkabilmesidir. Başkaları ile karşılaşmasıdır. Bir başkasını sevebilme cesaretidir. Bir başkasında kendisi ile buluşmasıdır. Başkasının kendisine ayna olmasıdır. O kusursuz ben, hep haklı olan ben’in başkası dolayısı ile yeniden gözden geçirilmesidir. İnsanın kendini inşa sürecinde çok az insanın ulaşabileceği bambaşka olanaklara ulaşabilmesidir.
Aşk, insanın kendisi ile meselesinin olmasıdır. Ne kadar adil, ne kadar hain, ne kadar şefkatli olduğunu ölçüp biçebildiği duygu zulasıdır. “Ne yani ben muyum?” diye kendi kendisini hesaba çekmesidir.
Aşk, âşık olduğun kişi ile karşılaşmaktır ama ondan da fazlasıdır. Aşk aslında kendinle karşılaşmaktır. Kendine yüklediğin niteliklere, kendinde taşıdığını iddia ettiğin anlamlara yoğunlaşmış duygusal bir vesile ile yeniden, başka bir yerden bakabilmektir.
“İstesem de âşık olamıyorum” diyen çokça insanla karşılaşıyorum. Çevremde âşık olmayı isteyen onlarca kadın ve erkek var. Aşık olamadıkları için canı sıkkın kişiler bunlar.
Neden olamadıklarını sorduğumda çeşitli cevaplar alıyorum. Lafın sonunda “Boş ver, böylesi daha iyi” diyorlar.
Bu cümleler kurulurken aklıma aşkın hayatı alt üst eden, mevcudu tarumar eden, kendini başka bir zeminde yeniden kurmak zorunda bırakan yıkıcı ve yakıcı yanı geliyor.
İnsanı içten içe çürüten, düzene asılı kalmasına neden olan korkuları, bu korkuları büyüten konformizmi değil mi? Korku ile eli kolu bağlanmış, konfor ile uyumlulaştırılmış insana kalan, her şey yolundaymış gibi davranabilmek.
Oysa başkaldırmak, isyan etmek, âşık olmak gibi hayatı bambaşka bir zeminde var eden duyguları yok ettiğinizde geriye pek bir şey kalmıyor.
İnsan her ne kadar kendi kuytusunun mimarı olsa da aynı insan kendi kuytusunun kurdudur, dinamitidir. Ve aşk en güçlü patlayıcılardandır. Bu yüzden aşk unutulmaz, ancak illegaliteye geçer. Ve ara ara anımsandığında bile sönmüş bir volkanik dağ misali insanı yeniden harekete geçirebilir.
Peki aşk kapıyı çalmaz mı?
Birçok şey gibi aşk da zamanlama meselesi. Aşk kapıyı çalınca evde olmamak da var. Olup kapıyı açacak cesarete sahip olamamak da.
Geçti gitti 2018, 2019 kapıda. Herkes kapısına mukayyet olsun.
Mutlu yıllar.