Türkiye uzun bir süredir derin bir ekonomik krizle boğuşuyor. Her ne kadar cumhurbaşkanı, “Yasakların, baskıların, yokluk ve yoksullukların olduğu o eski günler artık bir daha gelmemek üzere tamamen geride kalmıştır” diyerek güneşi balçıkla sıvamaya çalışsa da halkın gerçekliği bambaşka. Enflasyon, hayat pahalılığı, düşük ücretler, yoksulluk, gelir eşitsizlikleri “Yeni Türkiye”nin anahtar kelimeleri haline geldi.
DİSK-AR’ın yayımladığı asgari ücret araştırmasına göre, Türkiye’de asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 50’ye ulaşmış durumda. Kadın işçiler açısından bu oran daha da yüksek. Türk-İş ağustos ayında açlık sınırını 19 bin 271 lira olarak açıkladı. Buna göre 17 bin 2 lira olan asgari ücret, açlık sınırının altında. Bu ücretle bir işçinin insan onuruna yakışır bir yaşam sürmesi bir yana en temel ihtiyaçlarını karşılamasını dahi imkansız. Asgari ücretin durumu ve yetersizliği birçok siyasi partinin ve sendikanın gündeminde. Asgari ücretin miktarının ne olması gerektiği, nasıl belirlenmesi gerektiğine dair birçok tartışma yürütülüyor. Geçtiğimiz aylarda CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bölgesel ve sektörel asgari ücret önerisi de bunlardan biriydi.
Hemen belirteyim ki bu yazı, asgari ücret tartışmalarından biri değil. Asgari ücretin ötesini tahayyül etme, talep etme ve yükseltmeye dair bir yazı. Asgari ücret, işçilerin “hayatta kalmasını” sağlayacak miktarı ifade ettiği müddetçe yoksulluğun ve eşitsizliğin azaltılmasında yeterli bir rol oynamayacak. Bunun yerine topluma tam anlamıyla katılabilecekleri, insana yakışır bir yaşam standardına sahip olabilecekleri yaşam ücreti (living wage) kavramını önemli bir etkiye sahip olacaktır.
Yaşam ücreti (living wage) nedir?
Yaşam ücreti, asgari ücret değildir. Bir işçinin yasal çalışma saatleri çerçevesinde alması gereken, insan onuruna yakışır bir yaşam sürebilmesi için yeterli olacak ücrettir. Salt geçimin ötesinde daha geniş ve insani bir yaşam standardına işaret eder. Yaşam ücreti şunları kapsar:
- İşçilerin ve ailelerinin yeterli ve dengeli beslenmelerini sağlayacak yiyecek (Bir yetişkin için günlük 3000 kalori olacak şekilde)
- Güvenli ve sağlıklı konut
- Temel sağlık hizmetleri ve ilaç masrafları
- Çocukların eğitim masrafları ve materyalleri
- İşe ve diğer temel yerlere ulaşım masrafları
- Beklenmedik durumlar ve gelecekteki ihtiyaçlar için birikim
Yaşam ücretindeki önemli noktalardan biri çalışma saatlerinin sınırıdır. Buna göre yaşam ücreti yasal çalışma süreleri içerisinde kazanılmalıdır, diğer bir deyişle işçilerin bir yaşam ücreti elde edebilmek için uzun saatler çalışmaları gerekmemelidir. Türkiye’de asgari ücretle çalışan bir işçi açlık sınırına çıkabilmek için uzun mesailere kalmak zorundadır. Yaşam ücretini asgari ücretten ayıran bir diğer nokta da bağımsız olarak belirlenmesidir. Hükümetler ya da işverenler tarafından değil bağımsız kurumlar tarafından gerçek yaşam maaliyetlerine dayalı güvenilir hesaplamalarla belirlenir.
Yaşam ücreti hareketleri
Özellikle pandemiyle birlikte küresel çapta artan enflasyon oranları, yoksulluğun artışı, gelir eşitsizliklerinin derinleşmesi, en temel hizmetlere dahi erişimin zorluğu yaşam ücreti tartışmalarını ve hareketlerini tekrar canlandırsa da esasen kökleri 19. yüzyıla dayanır. Bilhassa Amerikan işçi sınıfı tarihinde önemli bir yere sahiptir. 1886’da kurulan Amerikan İşçi Federasyonu (AFL), bir sendikaya üye olan ya da olmayan tüm işçilerin ailelerini geçindirebilmelerine, kamusal yaşama katılmalarına ve 19. yüzyıl Avrupa kenti işçi sınıfından daha yüksek bir “Amerikan yaşam standardını sürdürmelerine olanak sağlayacak bir “yaşam ücreti” talebini yükseltmiştir. AFL’nin mücadelesi kavramın sendikalar ve işçi hakları örgütleri arasında yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. Günümüzde de ABD yaşam ücreti hareketlerinin (living wage movements) en güçlü olduğu ülkelerden biridir.
1990’lı yıllarda yaşam ücreti hareketleri yükselişe geçmiştir. Küreselleşmeyle birlikte gelir eşitsizliklerinin iyice artması, esnek ve güvencesiz çalışma modellerinin yaygınlaşması, yaşam maliyetlerinin hızla yükselmesi ve teknolojik değişimlerin işgücü piyasasında yarattığı dönüşümler işçilerin yaşam ücreti taleplerini güçlü bir şekilde dile getirmelerine yol açmıştır. Hareketlerin ateşleyicisi 1994 yılında Amerika’nın Baltimore eyaletinde kamuda düşük ücretli olarak çalışan işçilerin başlattığı kampanya olmuştur. Sendikaların, aktivistlerin ve halkın yoğun destek verdiği kampanya kazanımla sonuçlanmış, Baltimore yaşam ücreti yasasını kabul eden ilk Amerikan şehri olmuştur. Bunun üzerine birçok Amerikan şehrinde yaşam ücreti hareketleri başlamıştır.
Yaşam ücreti hareketi 2000’lerin başı itibariyle İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya sıçrayarak küresel bir toplumsal harekete dönüşmüştür. Yaşam ücreti hareketlerinin temel amacı, işçilerin insana yakışır bir yaşam sürdürebilmeleri için gerekli olan ücretleri elde etmelerini sağlamaktır. İşçilerin sadece temel ihtiyaçlarını karşılamalarını değil, aynı zamanda onurlu bir yaşam sürebilmelerini hedeflerler. İşçi haklarının genişletilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi, bu hareketlerin öncelikli hedefleri arasındadır.
Aynı zamanda, hükümetlerin ve yerel yönetimlerin asgari ücret politikalarını yaşam maliyetlerine uygun hale getirmeleri için baskı yaparak kamu politikalarının değiştirilmesini sağlarlar. Bu anlamda yaşam ücreti talebi asgari ücretlerin yükseltilmesinde de güçlü bir etkiye sahiptir. Örneğin İngiltere’deki yaşam hareketi kampanyaları sayesinde 2016 yılında “ulusal yaşam ücreti” uygulamaya konmuştur. Buna göre 25 yaş ve üzeri çalışanlara asgari ücretin üzerinde bir yaşam ücreti ödenmesi kararlaştırılmıştır. Bu ücret hükümet tarafından değil Low Pay Commission denilen bağımsız danışma organı tarafından belirlenmiştir.
Sendikalar ve çalışma örgütleri neler yapıyor?
Çeşitli uluslararası sendikalar ve çalışma örgütleri de yaşam ücretine dair çeşitli faaliyetler yürütmekte. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) bunların başında geliyor. Yaşam ücretlerinin arttırılması ve politikalar geliştirilmesi için diğer sendikalar ve sivil toplum örgütleriyle işbirlikleri kurarak küresel çapta kampanyalar ve araştırmalar yürütüyor. ILO da geçtiğimiz mart ayında, “yoksulluğun ve eşitsizliğin azaltılmasında, insana yakışır ve onurlu bir yaşam sağlanmasında önemli bir rol oynadığını vurgulayarak” yaşam ücretinin tanımı üzerinde resmi olarak anlaşmaya vardıklarını duyurdu.
Türkiye’de yaşam ücreti meselesi
Türkiye’de yaşam ücreti tartışmaları maalesef ne sendikalar ne de siyasi yapılarda yeterince yer buluyor. Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD), 2008 yılından beri her aralık ayında İnsani Geçim Ücreti (İGÜ) açıklıyor. İşçinin insanca bir yaşam sürmesi için alması gereken ücret olarak tanımladığı bu ücreti “helal kazanç” kavramı etrafında örüyor. “Helal kazancın adil paylaşımı” olarak tanımladıkları bu ücretlendirmeyi “hakkaniyet”, “yardımlaşma” ve “ücret yeterliliği” gibi muhafazakar, sağ jargonlarla temellendiriliyor. Piyasa şartları karşısında işçiyi korumayı ama işvereni de mağdur etmemeyi hedefliyorlar. Nitekim 2024 yılı için belirledikleri yaşam ücreti 23 bin 120 lira! Açlık sınırının birkaç bin lira üzerinde olduğu için sevinsek mi, üzülsek mi?
Yaşam ücreti meselesinin emeği önceleyen, sol perspektifle beslenmiş kurumlar ve yapılar tarafından yükseltilmesi bu anlamda büyük önem arz ediyor. Sendikaların yaşam ücretine dair politika üretmeleri, toplu sözleşmelerine dahil etmeleri, kamuoyunu bilinçlendirecek çalışmalar yürütmeleri şart. Dünyadaki mücadele örnekleri ve araştırmalar yaşam ücreti talebinin yaygınlaştırmanın asgari ücretler üzerinde de olumlu bir etki yarattığını ortaya koyuyor. Burada kastettiğim asgari ücret tartışmalarını bir kenara bırakmak değil elbette. Türkiye’nin mevcut ekonomik ve politik atmosferini göz önüne aldığımız bu gerçekçi bir bakış olmayacaktır. Ancak açlık ve yoksulluk kavramları etrafında döndürdüğümüz ücretlendirmeye dair politik söylemimize insana yaraşır bir yaşam standardı olarak yaşam ücretini katmak emek mücadelesi açısından önemli olacaktır.