Marcel Cartier’in The Region’daki yazısı: “KÖH ile ABD arasındaki işbirliği halen sürse de, YPG ve YPJ’nin ideolojik inançlarından asla vazgeçmeyeceği konusunda herhangi bir kuşku yok. Washington ancak muhteşem bir fantezinin ürünü olarak, özgürlük hareketinin temel görüşlerinin bir kalemde silinebileceğini düşünebilir.” (Çeviri: SiyasiHaber)
MARCEL CARTIER
ABD IŞİD’den sonra Kürtleri yalnız mı bırakacak?
17 Ekim’de Demokratik Suriye Güçleri (DSG), 600’den fazla üyesinin hayatını kaybettiği “Büyük Savaş” adı verilen operasyonun ardından Rakka’yı, İslam Devleti’nin (IŞİD) gerici güçlerinden kurtardığını ilan etti. Şehrin bölgedeki en acımasız faşist gruptan kurtarılması DSG’nin hem Arap militanları için hem de çoğunluğu Kürtler’den oluşan Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) tarafından büyük bir coşkuyla kutlandı.
Özellikle YPJ militanlarının rolü, bu mücadelenin yalnızca şehrin bir bütün olarak 2014 yılından bu yana maruz kaldığı vahşetten kurtarılması için değil aynı zamanda kadınları kölelik esaretinden kurtarmak için de yürütüldüğünü güçlü bir biçimde hatırlattı. Rakka’nın en merkezi meydanının alınmasından sonra 2014’te Sincar’da katliama uğrayan kız kardeşlerinin intikamını almak için mücadeleye katılan Sincar Kadın Birlikleri’nden yoldaşları ile birlikte, askeri kıyafetler içinde “Jin Jiyan Azadi” (Kadın, Yaşam, Özgürlük) sloganları atan yorgun kadınların görüntüleri anlatılamayacak kadar güçlüydü. IŞİD kısa zaman öncesine kadar o meydanda toplu infazlar gerçekleştirmiş, kurbanlarının kesik başlarını sergilemişti. Birbirine bu kadar zıt iki görüntünün yan yana düşünülmesi imkansızdı.
Ancak Rakka zaferini kendine mal eden yalnızca Kürtlerin liderliğindeki sosyalist, feminist güçler değildi. IŞİD’in başkent ilan ettiği şehir, DSG’nin yürüttüğü mücadeleye havadan destek olan ABD liderliğindeki koalisyonun hava saldırılarıyla bir enkaz haline geldi. Bu ABD için, YPG/YPJ ile aralarındaki koordinasyonun başladığı Ocak 2015’te Kobane’yi kurtarma sorumluluğunu üstlenme çabalarında olduğu gibi ‘terörle’ mücadeledeki rolünün keyfini çıkarmak için bir fırsattı. En büyük başarısı da ‘Doğal Kararlılık Operasyonu’ oldu.
ABD-DSG ittifakının temelleri
Dünyadaki birçok sosyalist için, DSG ve ABD arasındaki ittifak büyük bir kafa karışıklığına ve yabancılaşmaya neden oldu. Batı Solunun Suriye savaşındaki oyunun dinamiklerini anlamaktaki başarısızlığını daha önce ‘YPG ve YPJ: Devrimciler mi, İmparatorluğun Piyonları mı?’ başlıklı makalemde yazmıştım. O makale vaktiyle benim yaşadığım anlayış eksikliğinin bir eleştirisiydi ve aynı zamanda dünya çapında kendini devrimci ve solcu olarak tanımlayanlardaki genel bir problemi de anlatıyordu.
Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan’ı ideolojik liderleri olarak gören güçler ve dünyanın en önde gelen emperyalist gücü arasındaki işbirliği şüphesiz son derece olağandışı ve az rastlanır bir durum. ABD’nin yurtdışındaki operasyonlarında izlediği yol genellikle dünyanın jeopolitik olarak önemli bölgelerini işgal etmek için en gerici güçleri desteklemek ve silahlandırmak olmuştur. Dünyadaki ABD destekli darbelere, müdahalelere ve savaşlara şöyle bir baktığımızda Pentagon’un genellikle gerçek özgürlük hareketlerini desteklemediğini açıkça görebiliriz. 1950-1953 yıllarında Kore Yarımadası’nda yaşanan “Unutulan Savaş”tan on yıl sonra Vietnam’ın bağımsızlık mücadelesini acımasızca boğma girişimine, 1973’te Şili’de faşist darbeye verdiği destekten 1980’lerde Nikaragua’da Kontra güçlerini silahlandırmasına ve son dönemde Irak ve Afganistan’daki savaşlara kadar çok sayıda örnek ABD’nin bir savaş makinesi olarak doğasını gözler önüne seriyor. ABD imparatorluğu güçlerinin ne olduğunu çok iyi biliyoruz.
Bununla birlikte, belki de hiç kimse, neden ABD’nin niyetinin ve motivasyonunun Kürt Özgürlük Hareketi’ninkinden daha güçlü olduğunu tam olarak anlayamayacak. Sonuçta, Başkan Bill Clinton’ın yönetimindeki ABD ve CIA 1999’da Öcalan’a yönelik uluslararası komploda kilit rol oynamış ve Kenya’da tutuklanmasına ve Türkiye’deki hala devam etmekte olan mahkumiyetine neden olmuştu. ABD silahlarının YPG ve YPJ güçlerine gittiği ve hava saldırılarını sürdürdüğü sırada bile ABD, Türkiye ve Irak’taki PKK kadrolarına karşı istihbarat ve hava saldırıları konularında Türkiye ile işbirliği yapıyordu.
Bu şaşırtıcı bir ikiyüzlülüktür. ABD gerçekten Kürt devrim hareketi ile ortaklığına yatırım yapmış olsaydı, PKK’yı terör örgütleri listesinden çıkarır, Türkiye’nin Kürt bölgelerindeki soykırım hırsını desteklemeyi reddeder ve YPG ve YPJ liderliğindeki güçlerin siyasi kanadı olan Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) Suriye’nin geleceğini belirleyecek olan Cenevre görüşmelerinde müzakere masasında yer almasını talep ederdi. Evet, sonuçta bu onların çıkarına değil. Batı Asya’da sosyalist eğilime sahip bir siyasi modelin yükselmesi sonuç itibariyle tekellerin, Wall Street’in ve Washington’daki karar vericilerin ekonomik gereksinimlerine aykırı. Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) etrafında gruplaşmış olan PYD ve Kürt Özgürlük Hareketi bunun farkında. Bu nedenle ABD ile yapılan ittifakın “taktiksel” ve sonuçta bir uzlaşmaya varmayacak bir çelişki olduğunu sürekli ifade ettiler.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, Kasım ayı başlarında ANF English ile yaptığı röportajda ABD ile yürütülen ittifak ile ilgili açıklamalarda bulundu: “ABD liderliğindeki koalisyon ve YPG arasındaki ilişki 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler faşizmine karşı ABD ve Sovyetler Birliği arasında kurulan ittifak gibi meşru ve gereklidir. Her iki taraf da, zamanında ABD ve Sovyetler’in ihtiyaç duyduğu gibi, bu tür bir ilişkiye ihtiyaç duymuştur. Dolayısıyla ABD ile IŞİD’e karşı taktiksel bir ilişki geliştirilmiştir.” Diğer bir deyişle, kapitalist ve sosyalist sistemlerin birbiriyle tamamen zıt olmasına rağmen SSCB ve Batılı güçlerin Nazi Almanyası’nın tehdidine karşı birleşmesinde olduğu gibi, karşılıklı ve örtüşen çıkarlar her iki tarafın da ideolojik perspektifleri çok farklı olmasına rağmen, birbirleriyle işbirliği yapmalarına yol açmıştır.
Altun ayrıca, KCK’nin, ABD’nin yukarıda belirtilen müdahalelerinin Suriye ve Irak’ta el-Nusra ve IŞİD gibi Selefi grupların yayılmasında rol oynadığı düşüncesinde olduğunu belirtti. En nihayetinde, ABD’nin Suriye’de bir rejim değişikliği istediği uzun yıllar boyunca belgelendi. Suriye’de Baas hükümeti, ABD destekli ‘terörle mücadeleye’ bir dereceye kadar katılmış ve Beşar Esad döneminde neoliberal reformlar yapmış olsa da, ABD Suriye’yi bir bağımsızlık ve ekonomik milliyetçilik örneği olarak görmeye devam etti. Pentagon için bu, Irak’ta Saddam Hüseyin’in, Libya ‘da Muammer Kaddafi’nin yönetimindeki milliyetçi hükümetlerinki kadar kabul edilemez bir durumdu. ABD’nin bu arayışta gerici güçleri beslediği düşüncesinde olan Altun, Kobane savaşı başladığında Selefi grupları yalnızca Türkiye’nin değil aynı zamanda “diğer güçlerin, özellikle de ABD ve İsrail’in desteklediğini” belirtti. Altun, ABD’nin en sonunda müdahale etmesini ve IŞİD’i Kobane’de Türkiye sınırına ulaşmadan geri püskürtmeleri için YPG ve YPJ’ye destek vermesini sağlayan en büyük etkenin uluslararası baskı olduğunu ifade etti.
Obama yönetiminin Eylül 2013’te neredeyse mevzilerini bombalayarak Suriye’ye müdahale edecekken hem sokaklarda hem de Kongre’de bunun El-Nusra’yı ve IŞİD’i desteklemek anlamına gelip gelmeyeceğini sorgulayanlar tarafından protesto edildiğini gözlemleyenlere göre ABD’nin 2014 yılının sonlarında ‘terörle mücadele’ kapsamında Suriye’ye müdahale etmesi ikiyüzlülük kokuyordu.
Maalesef, Kürtlerin Kobane’deki direnişine destek veren Solun büyük bölümü YPG ve YPJ ile dayanışmayı sürdüremedi. Direniş artık ‘saf’ değildi, imparatorluk güçleriyle kurduğu ortaklıktan dolayı lekelenmişti. Batı’da kafelerin konforunda yaşayan klavye şövalyelerine göre ‘Kızıl Kürtler’ Suriye’nin ve bölgenin Balkanlaştırılması sürecinde ABD’nin temsilcisi haline gelmişlerdi. YPG ve Kuzey Irak’taki gerici Barzani aşireti arasında herhangi bir fark yoktu; YPG’nin Suriye Arap Ordusu ile zaman zaman yaşanan çatışmalar haricinde Suriye devlet güçleriyle savaşmak gibi bir niyeti olmamasına rağmen her ikisi de Siyonizm’in desteklediği emperyalist saldırının birer parçasıydı.
Rakka zaferinin Öcalan’a ithaf edilmesi ABD’yi öfkelendirdi
Rakka’nın kurtuluşunun ilan edilmesinden sonraki günlerde zaferin coşkusu devam ederken, YPG ve YPJ bu tarihi başarının önderleri Abdullah Öcalan’a ithaf edileceğini açıkladı. Her iki örgütün de medya organları militanlarının, yalnızca Rakka zaferinin kazanılmasında değil Suriye’nin kuzeyinde yıllarca süren bütün mücadelelerde “Serok Apo”nun (Önder Öcalan) nasıl ilham verdiğini uzun ve tutkulu bir şekilde anlattıkları videolar hazırladı. Milliyetçi söylemden uzaklaşarak Kürtler, Araplar, Süryaniler, Türkmenler ve diğer uluslar arasındaki işbirliğinin öncelikli olduğu çok-etnili bir toplumu savunan Öcalan’ın yazılarına ve Rojava projesine rağmen, kentin meydanına asılan büyük bir poster bazı Arap milliyetçileri tarafından “Kürt sömürgeciliğinin” kanıtı olarak görüldü.
Öcalan’ı dünyaya hareketin ve Rakka zaferinin sembolü olarak göstermek için yürütülen kampanya stratejik bir öneme sahipti. Kampanyanın asıl amacı ABD’ye hareketin ilkelerinden asla taviz verilmeyeceğini anlatmaktı. Günler sonra ABD Savunma Bakanlığı sözcüsü Binbaşı Adrian Rankine-Galloway The Global Post’a şunları söyledi: “Rakka’nın kurtuluşunda PKK lideri ve kurucusu Abdullah Öcalan’ın posterinin açılmasını kınıyoruz. ABD, NATO müttefiki olan Türkiye’yi, PKK’ye karşı on yıllardır verdiği mücadelede desteklemeye devam etmektedir ve Türkiye’nin bu çatışmada yaşadığı can kayıplarının farkındadır.”
Bu durum geçici ittifaktaki gerilimlerin derinliğini ve Türkiye’nin ABD’nin DSG’yi silahlandırılmasına yönelik itirazlarına rağmen Amerikalıların NATO’nun ikinci büyük ordusuyla ipleri tamamen koparmaya pek niyeti olmadığını bir kez daha ortaya çıkardı. ABD ve Türkiye temelde aynı tarafta yer alırken, Pentagon ile Kürt Özgürlük Hareketi arasındaki farklılıklar uzun vadeli bir işbirliği düşünüldüğünde son derece önem kazanıyor.
KCK üyesi Altun, ANF English’e verdiği röportajda bu gerilimlere değindi: “Kürtlerin Rojava’daki özgürlük mücadelesi sosyalist bir temelde özgürlük ve eşitliği esas alır. Halkların kardeşliği ve birliği temelinde geliştirilen siyasi bir yolun ifadesidir. Öte yandan emperyalistler hegemonyalarını Ortadoğu’ya dayatmak için savaşıyorlar… Bu, tarafların birbirlerini desteklediği değil, sürekli çatıştığı bir ilişkidir.” Bunlar, kendi tarihsel görevinin gereklerini yerine getirmeyi reddederek efendisinin emirlerini körü körüne yerine getiren bir temsilcinin kukla haline gelmiş liderinin sözlerine pek benzemiyor.
Altun, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Batı-Sovyet işbirliğine bir kez daha değindi: “İkinci Dünya Savaşı sırasında geliştirilen ittifak, Sovyetler Birliği’nin yoğun saldırılar altında yürüttüğü vatan savunması ile diğer anti-faşist güçlerin çıkarlarının kesişiminden ortaya çıkan anti-faşist bir tutumdu. Bu anlaşma, faşist saldırıların devam ettiği süre boyunca yürürlükte kaldı. Ama faşizm yenildikten sonra, bütün taraflar kendi politik pozisyonlarına geri döndüler ve kendi ideolojik-politik yollarına uygun olarak ilerlediler.”
Ancak Kürt Özgürlük Hareketi ile ABD arasındaki işbirliği halen sürse de, YPG ve YPJ’nin ideolojik inançlarından asla vazgeçmeyeceği konusunda herhangi bir kuşku yok. Washington ancak muhteşem bir fantezinin ve muazzam bir deliliğin ürünü olarak, on binlerce şehidin kanıyla yazılan 40 yıllık özgürlük hareketinin temel görüşlerinin, kibirli Amerikan imparatorluğunun talepleri nedeniyle bir kalemde silinebileceğini düşünebilir. Temmuz ayında Aspen Enstitüsü’ne konuşan ABD Özel Harekat Komutanlığı Komutanı Raymond “Tony” Thomas, Suriye’de savaşan Kürtlere küçümser bir ifadeyle “Öcalan’a tutunamazsınız” dedi. Belki de WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange bu sözlere en iyi cevabı verdi: “ABD ordusunun Kürtlerin tutunamayacağını söylediği Öcalan kim? O Kürtlerin Mandela’sı. Kürtlerin Öcalan’dan vazgeçmesi, ABD’nin George Washington’dan vazgeçmesine göre daha az olanaklı.”
Tehlike çanları çalıyor mu?
Kürtler tek dostlarının dağlar olduğunu söylerler. Onyıllar, hatta yüzyıllar boyunca işgalci ve sömürgeci güçler tarafından kullanıldılar ve marjinalize edildiler. Neredeyse yüz yıl önce vatanlarının dört ulus-devlete paylaştırılarak parçalanması bir boyun eğdirme tarihinin en son versiyonudur. Hareketin, IŞİD yenilgiye uğratıldıktan sonra bir noktada yeniden “dostsuz kalma” ihtimalinin olduğunu anlamadığını varsaymak yanlış olur.
ABD’nin DSG’ye -ya da en azından YPG ve YPJ’ye- yönelik politikasındaki değişimin ilk sinyalleri verildi. 13 Kasım’da, Rakka’nın kurtuluşunun ilanından yaklaşık bir ay sonra ve Amerikalıların zaferin Öcalan’a ithaf edilmesine öfkeyle tepki gösterdikten çok sonra BBC, ‘Rakka’nın Kirli Sırrı’ başlığıyla birtakım iddialar yayınladı. Hikayenin kendisi hem kirli hem de sır olmaktan çok uzaktı. Hikayenin temel dayanağı yüzlerce faşist militanın şehirden tahliye edilmesi için DSG ve IŞİD arasında bir anlaşma yapıldığıydı. Bu zaten DSG tarafından kamuoyuna duyurulmuş, ardından İngilizce yayın yapan onlarca medya organında haber olmuştu. Eski bir hikayenin, DSG’yi ‘kirli’ göstermek için çığır açan bir ‘araştırma’ olarak yeniden sunulmasının şüpheli bir motivasyonu olabilir mi?
Kürt yoldaşları ile birlikte, Rakka’da yürütülen Büyük Savaş da dahil çok sayıda operasyona katılan enternasyonalist YPJ militanı Kimmie Taylor, raporun güvenilirlikten yoksun olduğunu söyledi. “Çünkü rapor tek derdi para olan şoförler ve kaçakçılarla yapılan görüşmelerden oluşuyor. Başka haberlerde altı yıl boyunca yalnız mücadele eden ve insanlığı kurtarmak uğruna ölen binlerce YPG ve DSG savaşçısı yer alıyor. IŞİD’i yenilgiye uğratmamızın ardından medyanın ve Batının bize düşman olması çok gülünç. Bunu bir dakikalığına düşünün.”
Bundan sonra ne olursa olsun, Kürt hareketi sosyalizm, toplumsal cinsiyet eşitliği, çok etnili birlik ve ekolojik bir toplum ilkeleri için savaşmaya devam edecektir. Kürt hareketi ABD’nin gönülsüz de olsa destek vermeye karar vermesinden çok önce de bu duruşa sahipti, askeri yardım bitse de bu ilkelere bağlı kalacak. Küresel Sol, kendisini oluşturan hareketler için, bu ilişkinin doğasını kavramak ve Rakka topraklarını kanlarıyla sulayan Mehmet Aksoy gibi modern devrimcilerin emperyalizmin çıkarları için değil bütün insanlık için daha aydınlık bir gelecek uğruna öldüklerini anlamakla yükümlüdür.
Çeviri: SiyasiHaber
Kaynak: http://theregion.org/article/12026-anti-imperialists-must-understand-the-relationship-between-the-sdf-and-us