Metin KAYAOĞLU yazdı – Bize göre, Demirtaş’ın birlik çağrısı önemli ama gerçeksizdir, fakat “solu iktidar ortaklığına taşıma” gibi bir seçeneğin işaret edilmesi önemli bir yanlışlık taşıyor. Bu öneri HDP’yi merkeze alarak yapılsaydı başka bir anlama bürünürdü, ama Türkiye’nin ‘alaturka demokrasi’sinin ortağı olmak, devrim terimi birçoklarına rahatsız edici geliyor ama hiç değilse düzen dışı konumdan, bir kâbustur.
Türkiye’de egemen katlar arasında gerçek bir mücadele sürüyor ve mücadelenin, Tayyip Erdoğan’ın iktidardan düşmesiyle sonuçlanacağına ilişkin inanç günden güne artıyor.
Erdoğan iktidarından sonra ne olacak? Kimilerinin hülyasına kapılıp, şunu ya da bunu yaparsak devrimci durumu bir devrim durumuna dönüştürebileceğimiz kurgusunu baştan değerlendirme dışı tutuyoruz. Üzerinde durmaya değecek olan, var olan iktidarın düşmesine, yeni kurulacak iktidarın politik niteliğine ve bu süreçte sosyalistlerin yerine ilişkindir.
Demirtaş’ın “demokratik siyaset”teki büyük önemi
Bu ortamda, Selahattin Demirtaş’ın yaptığı çağrı sosyalist çevreleri yekindirmeye yetti. Demirtaş’ın Türkiye solunu da kapsayacak şekilde kamuoyunda ne kadar etkili bir kimlik olduğuna bir kez daha tanık olduk. “Bir fikir jimnastiği” olduğunu söylediği sözler üzerine epeyi efor harcıyoruz. Baş düşman Tayyip Erdoğan’ın kişisel husumetini çekmesi Demirtaş’ın önemini fazlasıyla artırıyor, fakat bunlar kendi içimizde onun görüşlerini yerli yerine oturtmaya engel olmamalı. Öncelikle söyleyelim; burada Demirtaş’ın görüşlerini net bir şekilde eleştireceğiz. Çünkü içinde bulunduğumuz koşullarda; 1) Türkiye’de solun ya da sosyalistlerin –blok, parti, platform, cephe türünden– birlik sorunu yoktur, ve 2) Türkiye’de sosyalistlerin, devrimci olduklarını kabul edeceksek, herhangi bir iktidara ortak olmak gibi bir gündemleri olamaz.
“Umut olmadan yaşanır mı?” diyordu Demirtaş; umut ekmek değildir ve yenmez. Ama meseleyi sadece düzen politikasıyla sınırlı tutarsak bir an, umutlanmak için açık ve net bir tutamağımız var: Çünkü altı milyon oyuyla HDP var! Söz yarıştırmak niyetiyle söylemiyoruz, ama mücadele olmadan yaşanmaz. Boğaziçili öğrenci arkadaşların dediği gibi, mücadele umuttur.
Sosyalistlerin birleşme sorunu
Türkiye solu ve sosyalistleri, parti, cephe, blok, platform, güç birliği, eylem birliği türünden birlik formlarının tümünü geçen üç on yıl boyu olabildiğince kullanmış ve hatta tüketmiştir. Buna karşın sosyalist hareketin mensupları karşılaştıkları sorunları hâlâ birliğin şu ya da bu yepyeni tarzıyla aşacağını sanmaktan kurtulamadı.
Bazı yolların ancak çok sayıda başarısız denemeye tahammül etmekle kat edilebileceğine itiraz edemeyiz, ama bu yolun o yol olmadığını kuvvetle sanıyoruz. Yeni birleşmelerle yapılabilecek bir şey kaldığını sanmıyoruz.
Bize göre, Türkiyeli sosyalistlerin birlik sorunu yoktur. Türkiye’de bugün, çok sayıda politik örgütü bir araya getirmiş birkaç birlik formu var. ‘Halkların Birleşik Devrim Hareketi’, ‘Birleşik Mücadele Güçleri’ ve ‘Demokrasi İçin Birlik’ gibi oluşumlarda Türkiye solunu oluşturan politik kesimlerin önemli bir kısmı yer alıyor. Fakat, “demokratik siyaset” için asıl önemli birlik formu HDP’nin ta kendisi değil midir?
HDP’nin uzağında yer alan ve hiçbir şekilde yaklaşmayacağını öngöreceğimiz birkaç önemli politik kesimin olduğunu biliyoruz. Buna karşılık HDP adındaki birlikte yer almasa da onun olanaklarını değerlendiren ve bu birliğin yakınlarında yer alan görece iri birkaç politik özne var. Belki oluşum halindeki birkaçı müstesna, adı geçen birlik formlarında bu zamana kadar hiç yer almamış sosyalist örgütlerin bundan sonra da yer alacaklarını beklemek makul değildir.
Bu bağlamda, görmezden gelinemeyecek bir hususu anmak gerekiyor. Devrimci ya da reformcu, ılımlı ya da radikal bütün birlik formlarının vazgeçilmez bir üyesi Kürdistan Özgürlük Hareketidir. Bir anlamda, Kürdistan Hareketinin büyük varlığında bu ayrı birlikler arasında bir birlik ya da eşgüdüm var. Böylece, Türkiye solunu öncelikle Kürdistan Özgürlük Hareketinin birleştirmiş olduğunu teslim etmeliyiz.
Bu gerçeklik ortamında Demirtaş, “güçlü bir sol blok” oluşturmayı öneriyor.
Politikada ölçek
Politika argümanlarla değil güçlerle yapılan bir işlemdir. Her şeyde olduğu gibi, güçler arası kudret ilişkisi olarak politikada da ölçeklendirme yapmak gerekli ve mümkündür. Bize göre, ülkesel ölçekte yani büyük politik güçler ilişkisi arenasında ‒hangi formda olursa olsun‒ ‘Türkiye solu’ adlı bir özne yoktur. Dolayısıyla sosyalist bir örgütün ülkesel ölçeğin diliyle konuşması ve eylemesi anakroniktir.
Bu durum birtakım yapısallıklar dayatır. Örneğin, başta devlet olmak üzere dışımızdaki bütün kesimleri somut olarak etkileyebilecek bir gücümüz varsa, düzen-içi politikaya yönelmekte “ilkede” (ama ilkede!) bir sakınca olamaz. Pratik olarak yönelindiğinde ise her hareketin riski olduğu denli bunun da riski olacaktır ve politik öznenin başlangıç ödevi zaten bu risk ortamında varlığını yeniden-üretmektir. Ancak Türkiye sosyalist hareketi (toplamda ve tek tek üyeleri nezdinde) böyle bir etkiye sahip olmaktan uzaktadır. Şu halde, bize göre, etkileyecek gücümüz yokken –demokratik siyaset alanını kendi önceliklerimiz doğrultusunda değerlendirmek gibi temel bir faaliyet alanı dışında‒ demokratik siyasete katılmak kategorik olarak geçersizdir. Evet; devrimci olan sosyalistlere açıkça bir tür sekterlik öneriyoruz. Ülkesel politikaya belli bir büyüklüğe ulaşmadan karışmaya çalışan özne düzenin çarkları arasında un ufak olur.
Türkiye’de “güçlü bir sol blok” oluşturacak kütlede solcular çoğulluğu bulunmuyor. Zayıf bloklar ise zaten çoktandır var.
Bu saatten sonra Türkiyeli sosyalistlerin birbirleriyle değil kitlelerle birleşmeye gereksinimi var. Ancak kitle hareketi zemini, bize göre, kimilerinin iddiasının aksine elverişli olmaktan uzak.
Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz konjonktürde, sosyalistlerin egemen kanatlar arası mücadeleye bir taraf olarak etkide bulunabilme ihtimali olmadığını öngörüyoruz.
Daha alt ölçekten ülkesel ölçeğe geçişin somut tarihsel mekanizması nedir? Buna işlemsel bir yanıtımız yok. Çeşitli görüşler ve yollar olabilir, ama ezilenlerin söz konusu tek öznesinin bu ölçeğe devrimci yolu izleyerek geçtiğini biliyoruz.
‘Altı milyon +’ ile bir devrim
Ama durum vahim değil. Çünkü Türkiye’de, ilk kez egemenlerin dışından gelen bir güç ülkesel ölçeğe çıkabilmiştir. Bu gücün “demokratik siyaset”teki adı HDP’dir. Fakat şimdi, HDP’nin bu çok önemli varlığına alışmış görünüyoruz.
Kürdistan Özgürlük Hareketi “demokratik siyaset” veya devrimci politikadan birini ya da ikisini birden izleyenler için büyük olanaklar yaratmıştır ve Türkiye sosyalist hareketi mensuplarının ağırlıklı bir kesimi bu olanakları değerlendirmektedir.
HDP, 1960’lar TİP’inin kısa sürede kaybolan etkisinden çarpıcı şekilde farklı olarak sağlam ve kararlı bir gücü temsil etmektedir. Türkiye’de hukuksal ve politik rejimin kolonlarını zorlayan böyle bir güç varken, seçimler politikası ya da demokratik siyaset denilen faaliyet alanı için başka mecralar aranması gerçeksizdir.
Şu halde, Türkiye’de ülkesel ölçekte, tüm toplumun kaderini ilgilendiren konularda operasyonel düşünüş ve davranışın pozitif olarak dikkate alacağı tek özne olan HDP, düzen politikasına karışabilir ve karışmalıdır.
Bundan dolayı, bize göre, Türkiyeli sosyalist örgüt ya da kesimler düzen politikasına ‒politik devrimci meşruiyet bakımından‒ ancak HDP aracılığıyla katılabilir. Çünkü düzenin ev sahipliğindeki “demokratik siyaset” denilen faaliyet türü değme özneyi sarmalına alacak engin bir güce sahiptir ve Türkiyeli sosyalistlerin bu konudaki başlıca bir güvencesi HDP ise, HDP’nin güvencesi Kürdistan Hareketinin devrimci süreç ve varlığıdır.
Bazı sosyalistlerin CHP’ye infiali
Bazı sosyalist kesimler CHP’nin muhalefet tarzını bir türlü beğenemiyor. Sosyalistler adındaki olmayan özneye yapılan öneriler, bu kez kendilerine kulak vermeyeceği kesin olan CHP’ye yöneliyor. Eleştiriciler, CHP’ye, Tayyip Erdoğan’la sokağı da katan bir mücadeleye girmesini salık veriyor.
CHP’yi beğenmeyen sosyalistler mücadelenin düzen-içi olduğunu unutmuş gözüküyor. CHP, elbette boz bulanık ortamda kendine yer tutmaya çalışacak. CHP, elbette “iktidarın kışkırtan adımlarını sineye çekecek”, saldırılar karşısında “direnmekten” kaçınacak, sokaktan tabii ki uzak duracak ve seçim oyununa iyice hazırlanacak.
Tayyip Erdoğan’a “Allah’ın bir lütfu”nu daha vermemeye çalışıyor Millet İttifakı.
CHP’nin yaptığının, Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının tarihsel oturmuşluğuna dayanarak, Tayyip Erdoğan iktidarının “seçimli oyun”a razı olmak durumunda kalışını sürdürmeye dönük bir işlem olduğu anlaşılmıyor. Örneğin, siyasi cinayetlerle ilgili birkaç söz edildi ve iktidarın yetkilileri buna karşı çıktıklarını söylemek durumunda kaldılar. Benzeri, laiklik konusunda da yaşandı ve iktidarın sözcüleri laikliği savunduklarını ifade etmek durumunda kaldılar. Bunların Millet İttifakı açısından izlenen yolun kanıtı olduğunu vurgulamalıyız. (Bu konuda daha geniş bir tartışma için şu yazıya bakmayı öneriyoruz: https://www.teorivepolitika.net/index.php/component/k2/item/1147-felaket-mi-yipratma-savasi-mi)
Birçok sosyalist yazar durmuyor; CHP şahsında düzen-içi muhalefeti emperyalist başkentlere ve büyük sermayeye güvence verdiği için kınıyor. CHP’nin devlet bürokrasisine göz kırpması mahkûm ediliyor. Oysa mahkûm edilmesi gereken CHP değil, CHP’ye kırılan sosyalist kalemlerdir. Düzen muhalefetinin düzen-içi tutum ve davranışları karşısında infiale kapılmak gerçekte bir düzen-içi düşünüş / duyuş belirtisidir. Dışımızdaki özneleri argümanlarımızla değil eylemli varlığımızla etkileyebiliriz. CHP, CHP olduğu için eleştirilemez.
Bu bakımdan, CHP’nin yaptığının, elbette kendi konumundan, kendi yolu açısından akıllıca olduğu görüşündeyiz. (Ekmeleddin, muhtemelen bir yol kazasıydı.)
Tayyip Erdoğan’dan sonra
Millet İttifakının ya da CHP’nin ‘doğası’ bu olduktan sonra, ‒şu belirsiz!‒ sosyalistlere ne düşmektedir? Sosyalistler yarınki olası yeni iktidarı toplamda demokratik ya da daha demokratik yapmanın etkeni olabilir mi? HDP’yi katmadan böyle bir sorunun gereksiz olduğunu anlattığımızı sanıyoruz. Dolayısıyla HDP’nin uzağında yer alan bazı sosyalistlerin bir araya geliş çabalarının da hiçbir etkisi olmayacaktır. Şu halde HDP’yi katarak soralım: HDP’nin kendine şu ya da bu biçimlerde katılacak sosyalistlerle birlikte yeni iktidarı demokratik kılması mümkün mü?
Türkiye gibi ülkelerde “burjuva demokrasisi” kurulamayacağı gibi kadim tartışmaları bir an ihmal etmeyi göze alalım ve Türkiye’de demokratik bir rejim kurulacağını varsayalım. Bu durumda sosyalistler ve HDP, demokratik iktidarın ortağı olmalı mı? Soruyu daha da sadeleştirelim: Bugün Almanya koşullarında yaşıyor olsaydık, bu ülkede şu sıralarda kurulmakta olan koalisyon hükümetine katılmalı mıydık?
Hedef, bu düzene emeğin hakkını, işçiyi, sosyalisti katmak mıdır? Biz aslında Batı Avrupa tipi bir rejim ve toplum mu hedefliyoruz ya da en azından ona razı mıyız? Böyle bir rejimde “iktidar ortaklığı”na taşınan sol bizim anladığımız sol mu olur?
Zurnanın zırt dediği yerdir bizce burası. Bu sorulara yanıtı verecek olan ideo-politik kimliğimizdir. Tartışmalarda bolca rastladığımız “düzen-dışılık”, “devrimcilik”, “anti-kapitalizm” gibi terimlerin at oynattığı uğraktır burası.
Ne düşünürsek düşünelim, teorik olarak bitmiş ama tarihsel olarak süren bu tartışmaları her yeni konjonktürde o konjonktürün diliyle yapmalıyız.
Biz, düzene bu türden katılıma kesinlikle karşı olmak durumundayız. “Meclis”e sosyalist taşınabilir ve komünist devrimci bir akımın temsilcisi de Mecliste olabilir; ama “bürokrasiye ve iktidara” taşınan sosyalist artık devrimci olan bir sosyalist değildir, adı üstünde düzenin sosyalistidir.
Restoratif ‘alaturka demokrasi’
Bunlara karşın, biz Türkiye’de Tayyip Erdoğan iktidarının gerçekçi seçeneğinin restoratif nitelikte bir rejim olabileceği görüşündeyiz. Parıltısı gerçek varlığını gölgeleyebilecek olan bu rejim, coşkulu destekleri karşılığında, çeşitli demokratik kesimlere (anlaşıldığı kadarıyla bunlara bazı sosyalistler de dahil olacaktır) belli bir hareket alanı bırakabilecektir. Bu alanı etkin bir politik çalışma için değerlendirmek başka, bu alan uğruna egemenler tarafından kullanılmak başkadır; ve devrimci olan sosyalistler bir ‘alaturka demokrasi’nin ortağı, eklentisi, destekçisi olamaz.
Peki, bu tarihsel dönemde HDP bir iktidar ortaklığına girebilir mi? Bize göre HDP’ye bu bir haktır ve bu hakkı nasıl kullanacağını bizatihi Kürdistan Hareketi bilecektir. Bize düşen, aklımız yettiğince uyarıda bulunmaktır. Burada, birini geç, ötekini zamanında yaptığımız iki uyarıyı anmayı gerekli görüyoruz. 7 Haziran seçimleri sonrasında oluşturulan uyduruk hükümete –kapı dışarı edilinceye kadar‒ katılması HDP’nin büyük hatasıydı. 15 Temmuz darbe girişimi ertesi günlerde Tayyip Erdoğan’ın açtığı demokrasi şemsiyesi altına –itilinceye kadar‒ girmesi HDP için vahim yanlıştı.
Demokrasi denilince, egemenlerin ne büyük bir avantaja sahip olduğunu unutmak eğiliminde oluyoruz genellikle. Öte yandan, rejime katılım ve “demokratik siyaset”in sınırları konusundaki kuşkulu yaklaşımların sekterlikle değerlendirildiğini biliyor ve anlıyoruz. Fakat, teorik yanı bir yana, en azından dünya-tarihsel deneyimlerimizin, bu konuda bize hiç de iyi bir ders yığını bırakmadığını hatırlatmak zorundayız.
***
Bize göre, Demirtaş’ın birlik çağrısı önemli ama gerçeksizdir, fakat “solu iktidar ortaklığına taşıma” gibi bir seçeneğin işaret edilmesi önemli bir yanlışlık taşıyor. Bu öneri HDP’yi merkeze alarak yapılsaydı başka bir anlama bürünürdü, ama Türkiye’nin ‘alaturka demokrasi’sinin ortağı olmak, devrim terimi birçoklarına rahatsız edici geliyor ama hiç değilse düzen dışı konumdan, bir kâbustur. Devrimin gerçek bir potansiyel olmadığı zamanlarda ana-gerçeğe karşı köprübaşı oluşturmaktaki direşken ısrar devrimcilerin başlıca yükümlülüğüdür.
Son olarak, Demirtaş’ın yazısının sonuna iliştirdiği “not”a ilişkin bir not düşmek gerekiyor. Bu yazıyı okuyan herkesin onu çoktan okumuş olduğunu varsayarak sadece soruyoruz: Bu notun derin ya da sığ, zahirî ya da batınî anlamı nedir?