Muhsin Dalfidan YAZDI: Bildirinin özneleri ve içeriğiyle gerçek demokrasi özlemini ifade etmediği açıktır. Ama zifiri karanlık rejimine karşı kendi durduğu yerden “tutum “ alışın bir ifadesi olduğu da kabul edilmelidir. Bu bağlamda Bildiriden çok bildirinin yaptığı çağrışımla ilgilenmek gerekiyor.
Demokrasinin yolu Amiral çıkışından geçmez! Ama…
103 Emekli amiralin “Yüce Türk Milletine” başlıklı bildirisi yayımlandığı andan itibaren gündemin baş köşelerinde yer buldu. Bu yazıda bildirinin içeriğini değerlendirmeyeceğim. Bildiriye ilişkin siyasal iktidar dışındaki kesimlerden gelen olumlu, olumsuz ya da “nötr” tepkilerin anlamı üzerine duracağım. Bu vesileyle bugün kime karşı kiminle, nasıl ve hangi sınırlarda tutum geliştirmek ve mücadeleyi yürütmek gereğini vurguyla; birbiriyle iç içe geçen üç görevin başarıyla icrasının yolunu işaret etme çabasına girişeceğim.
Öncelikle sözünü ettiğim üç görevin asli öznelerinin sosyalist siyaset aktörleri olduğunu işaretle, görevleri tarif ederek başlayayım. Birincisi, toplumun, siyasi görünürlüğü Cumhur ittifakı ve Millet ittifakı olarak şekillenmiş olan burjuva iki kamp arasında sıkışmışlığına karşı, halkçı bir seçeneğin inşası, üçüncü yol siyasetinin ete kemiğe büründürülmesidir. İkincisi, burjuva kamplaşmanın on beş yıl öncesindeki bilek güreşi dönemini çok gerilerde bıraktığını, yeni rejimin birkaç köşe taşı dışında büyük ölçüde inşa edildiğini ve bu yeni rejimin Faşizm olduğu gerçeğinin dayattığı görev: Faşizme karşı olduğunu şu veya bu düzeyde ifade eden burjuva muhalefetin çeşitli sektörleri de dahil, tüm emek, demokrasi, barış ve özgürlük güçlerinin ortak hareket edeceği , “Faşizme karşı Demokrasi İttifakının” inşası. Üçüncüsü, yaratılan halkçı seçeneğin sınıfsız sömürüsüz bir özgürlük toplumuna yönelimini sağlayacak kapitalist sistem karşıtı güçlerle birlikte sosyalist ittifak siyasetinin ete kemiğe kavuşturulması.
Amiral çıkışının anlamı
Amiral çıkışının mevcut rejimden rahatsızlık duyan burjuva alanından bir ses olduğu ve bu bağlamda siyasal yöneliminin devletçi laikliği rehber edinmiş çizgiyi temsil ettiğini söylemek mümkün. On beş yıl önce olsaydı burjuva kamplar arası sıkışmışlığın ve çekişmenin basit bir ifadesi olduğunu işaret edip geçebilirdik. Ama günümüz koşullarında iki burjuva kampın birbiriyle çekişmesinin basit bir tezahürü olarak algılamak eksik olacaktır. Bildirinin cılız ve müphem de olsa, Faşizme Karşı Demokrasi ittifakının sınırlarını işaret eden siyasal iktidar “karşıtı” egemen sınıf kliğinin sözcülüğünün ifadelerinden biri olama yönüyle de ilgilenmek gerçekçi olandır.
Üçüncü yol siyasetinin güncel yönelimi
Üçüncü yol siyaseti, toplumun burjuva kamplar arasındaki sıkışmışlıktan kurtulmasının yolunu açmaktır. Ezilenlerin, yok sayılanların, ötekileştirilenlerin ve halkların ittifakıyla halkçı seçeneği var etmektir. Bunun için hemen şimdi işçi sınıfı başta olmak üzere, tüm ezilen halklar, tüm ezilen ve sömürülen sınıflar, yok sayılanlar, ötekileştirilenler bir araya gelerek halklar ittifakını gerçekleştirme ve halkçı seçeneğin bayrağını burjuva seçeneklere karşı dalgalandırma görevi ve sorumluluğuyla karşı karşıyadır.
Ancak bugün üçüncü yol siyaseti öznelerinin bir başka görevi de vardır ve bu görev acildir. Zira başta da belirttiğim gibi, toplum iki burjuva kamp arasında sıkışmışlık halinden egemen burjuva kampın tahakkümü altında nefessiz kalma haline gelmiştir. Öncelikle boğulma anından, nefessizlik durumundan kurtulması elzemdir. Toplumun bu nefessiz kalma hali ancak ve ancak burjuva muhalefeti de seferber ederek tersine çevrilebilir.
Bunun için burjuva kampların devlet erkiyle ilişkisinin farkını, rejimin niteliği ve sınıfsal durumunu- faşizmin karakteristik özelliklerini vb. görmeden, buna göre pozisyon tutmadan, incelikli taktik ve stratejiler geliştirmeden, toptancı bir reddiyeyle, burjuva kamplara karşı halkçı seçenek olarak üçüncü yol siyasetiyle yetinmek, çıkmaz sokakta sıkışmakla sonuçlanacaktır. Bu nedenle üçüncü yol siyasetinde bir an bile duraksamadan ilerlerken, burjuva muhalefetiyle de faşizme karşı mücadele alanında birlikte olmanın yolunu aramak elzemdir. Bu ikili yönelimi eş zamanlı olarak bir arada gerçekleştirmek zoru başarmaktır ki, faşizmden kurtuluş da, halkçı bir seçeneğin yaratılması da bu ikili görevi eş zamanlı başarmaktan geçiyor.
Askeri vesayet ile malul bir Cumhuriyet tarihini düşündüğümüzde bu bildirinin siyasal iktidar tarafından “darbe çağrışımı” olarak değerlendirilip, mağduriyet ve demokrasiyi sahip çıkma temelinde güç devşirmenin aracı olarak kullanılabileceği gerçeğini bir not olarak düşmekle yetinip, odaklandığım konuyla bitireyim.
Sonuçla;
Amirallerin bildirisi sadece “amiral bildirisi” olarak okunmamalıdır. Somut koşulların somut analizine göre yerli yerine oturtularak okunmalı ve duygusal tepkiler değil, siyasal ve toplumsal tutum alışla karşılık verilmelidir. Üst paragrafta düştüğüm notu cepte tutarak söylemeliyim ki, bu bildiriyi kişiselleştirerek amirallerin tekil kişilikleriyle sınırlı değerlendirmek eksik olacaktır. Böyle değerlendirirsek üzerine söz etmek bile gereksizdir. Yine bildiriyi, Ne her gün yaşanan zulüm ve saldırılara sessiz kalırken kişisel iç dökme ve zevahiri kurtarmak eyleminden ibaret olduğu açıklamasıyla yetinmek, Ne burjuva kamplardan biri adına çıkan kifayetsiz bir ses olarak reddiye katından yaklaşmak, Ne de sessizlik ortamında cesaretli bir demokrasi sesi olarak görmek, toplumun nefessizlik haline çare olabilecek değerlendirmeler olmayacaktır.
Bildirinin özneleri ve içeriğiyle gerçek demokrasi özlemini ifade etmediği açıktır. Ama zifiri karanlık rejimine karşı kendi durduğu yerden “tutum “ alışın bir ifadesi olduğu da kabul edilmelidir. Bu bağlamda Bildiriden çok bildirinin yaptığı çağrışımla ilgilenmek gerekiyor. Yani yeni rejim karşıtı burjuva kliklerden gelen seslere peşin hükümle kulak mı tıkayacağız, yoksa nereden geldiğini unutmadan, temkinliliği elden bırakmadan, öz gücüne güven ve öz gücünü geliştirme yönelimi/görevini ihmal etmeden duyacak ve gereğini mi yapacağız?
Evet şimdi! Tüm handikaplarına , anlık yol arkadaşı olabilme ihtimalinde öte bir anlamı olmamasına, dünün muktedirlerinin sesi olmasına, elverişsiz çıkış olma halline, bir diğer burjuva seçeneğini güçlendirme riskine karşı “ burjuva parlamenter cumhuriyet”, “burjuva demokrasisi” adına her sesle, adımla, pratikle, çıkışla “düşmanımın düşmanı dostumdur” naifliğine düşmeden bakışma ve buluşma zamanıdır. Duygusal kibir siyasetine hiçbir zaman yer yoktu, şimdi hiç yer yok. Bağımsız görevlerimiz temelinde ve özgüce güvenle yürütülen üçüncü yol siyasetinden ödün vermeden, eleştirel tutumumuzu da terk etmeden faşizme karşı demokrasi ittifakı siyasetini de başarıyla yürütmenin gereği de yolu da budur.