Bülent Tekin yazdı: “El arabası ile taşınan yönetici yaşantısı karşısında yurttaşın ağır yükü taşımaktan kan revan içinde kaldığı yaşantısı onun soluk almasını engeller durumda.”
Çek asıllı Avusturyalı yazar Franz Kafka’nın (1883-1924) “Amerika” adlı romanından ilginç bir bölüm anlatmak isterim.
16 yaşındaki Karl Rossman, anne ve babası tarafından Bohemya’dan ABD’ye gönderildi. New York banliyösündeki bir otelde iki tesviyeci, İrlandalı Robinson ve Fransız Delamarche ile aynı odayı paylaştı. Onlarla iş bulma vaadiyle arkadaş oldu ve yayan olarak bir uzun yürüyüşe çıktı. Karl onlarla yoldayken küstü ve bir otelde asansörcü oldu. Karl’dan ayrıldıktan sonra günlerini dilencilik yaparak geçiren Robinson ve Delamarche, zengin ve çok şişman olan şarkıcı Brunelda’yla tanıştılar ve onunla yaşamaya başladılar. Brunelda, Delamarche’yi sevgilisi olarak seçti, Robinson’a uşaklık görevi kaldı. Tembel ve uykucu olan Robinson, Karl’ı yaşadıkları eve getirdi ve bu kez yeni uşak Karl oldu. Aslına bakarsanız o artık bir çeşit köledir. Brunelda kafasını sağa sola döndüremeyecek, tek başına yıkanamayacak kadar tembel ve huysuzdur. Kirli ve pasaklıdır.
Dışarı çıkacağı bir gün Karl ve bir öğrenci tarafından birkaç saatte ancak tekerlekli sandalye ile apartmandan aşağıya indirildi. Karl geç kalındığını ve yolun uzun olduğunu bildiğinden artık bir yerde durmayacaklarının ayırtındadır. Şişko şarkıcıyı bir el arabasına oturttu ve üstünü boz renkli bir bezle örttü. Uzun yolun yokuşlu bir yerinde bir polis Karl’a özenle örtülmüş arabada ne taşıdığını sordu. Polis örtüyü aralayınca Brunelda’nın korkulu kızarmış yüzünü gördü.
“Nasıl?” dedi. “Buraya on çuval patates koydun sanmıştım, ama şimdi yalnızca bir kadın var, öyle mi? Nereye gidiyorsunuz ki? Kimsiniz siz?”
“Küçük Hanım” dedi Karl, “size gelen evrakı gösterin.”
“Ah, evet,” dedi Brunelda ve aramaya başladı. Bulamadı tabii.
“Küçük Hanım” dedi polis açıkça alay ederek, “evrakı bulamayacak.”
“Bulacak,” dedi Karl. Karl şimdi kendisi aradı ve evrakı şişko şarkıcının sırtının arkasından bulup çıkardı. Polis göz ucuyla kâğıda baktı.
“Ve siz, ufaklık, aracılık ve nakliye işlerine mi bakıyorsunuz? Gerçekten daha iyi bir iş bulamıyor musunuz?”
Yoluna devam eden Karl çok geçmeden tatsız bir olayla daha karşılaştı. Bir adam boz renkli örtünün altındakileri görmek istiyordu. Adam, “Yükün çok ağır olmalı, kötü yüklemişsin. Üstten bir şey düşecek!” dedi. Karl, “Elma var,” dedi. “Amma çok elma! Olduğu gibi bir hasat bu!” dedi adam. “Yani, evet ” dedi Karl.
Adamı kuşkulandıracak bir şey kalmamıştı ama adam son bir kez hainlik yapabilmek için koştu ve örtüyü öylesine kaldırdı. Nerdeyse Brunelda’nın yüzü tamamen açılacaktı ki Karl örtüyü hızlı bir şekilde çekti.
“Elmaların hava alsın diye yaptım” dedi adam ve koşarak kaçtı.
Kitabın bir kısmını anlatmamın sebebi Türkiye’de vatandaş tarafından adeta el arabasında taşınan devlet ve iktidarın durumuna çok benzemesidir. Kapitalist modernitede yönetici, rahip (din adamı), komutan üçlemesinin acımasız gücü karşısında yönetilenin (vatandaş) durumu adeta modern köleye benzer. 15 Temmuz sonrasının verdiği avantajla oluşturulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tek adam sistemine dönüşmesi yurttaşların hak ve özgürlüklerini hukuksal düzeyde oldukça kısıtlanmasını ve sisteme güvensizliği ortaya çıkardı.
El arabası ile taşınan yönetici yaşantısı karşısında yurttaşın ağır yükü taşımaktan kan revan içinde kaldığı yaşantısı onun soluk almasını engeller durumda. Kürtlerden oy alıyor diye HDP kapatılmak isteniyor. Oysa el arabasını taşıyan gruplardan birisi Türklerse diğeri Kürtlerdir. Kürtler ve Kürtçe yok sayılmak istenen bir uygulamayla karşı karşıya. Yürütme, yargı ve yasamanın tek gücün elinde olması bunu taşımaya çalışan yurttaşı ne duruma sokar? Yasalar ve kuralların mevcut sistemin kalıcı olması için yeniden düzenlenmek istenmesi oksijensiz de yaşamanın mümkün olduğunu iddia etmeye benziyor.
Son 10 yılda 16’sı çocuk olmak üzere 36 kişi panzerlerin altında can verdi. Mihraç, 37’ncisi oldu. Olay, Şırnak İdil’de yaşandı. 7 yaşındaki Mihraç Miroğlu, 3 Eylül’de panzer çarpması sonucu can verdi ve aynı gün defnedildi. Özellikle bu tip olaylarda Kürtler ezilmiş olunca güvenlikçi politikalar, toplumun refahı gibi sözlerle cinayetler adeta istenmeden yapılmış trafik kazalarına dönüşüyor…
El arabası içinde taşınan kocaman kütle onu taşıyanları oldukça zorluyor ve yoruyor. Son bir örnek vermek isterim. Yeni adli yılın açılışında verilen resimden bahsetmek istiyorum. Yargıtay binasının açılışı için Cumhurbaşkanı, Yargıtay Başkanı ve Diyanet İşleri Başkanı’nın dualı resminden… Genellikle bina açılışlarında dualar kurdele kesimi sırasında ilgililer yerini aldıktan sonra yapılırdı. Nedense bu defa farklı bir fotoğraf verildi. Erdoğan sağına Yargıtay Başkanı’nı, soluna Diyanet İşleri Başkanı’nı alarak dua edildi. Tabii bu konu olumlu-olumsuz tepkiler aldı. Sanki muhalif kesimin dinden ve dini görüntü sergilenmesinden ne kadar uzak olduğu ortaya çıkarılmak istendi. Din konusunun çok hassasiyet içermesi, eleştiri yapanları din düşmanı bile gösterebilecek bir noktaya getirebilirdi. Kısacası algıya oynanan bir duruma dönüştü.
Dinden bir şekilde güç alarak, dualı resimle ilgili aleyhte kullanılacak sözlere dayanarak-en azından-kendi taraftarlarını konsolide etmeyi düşünmüş olmalılar.
İçinde bulunduğumuz ucube sistemin ne kadar ve nasıl bir demokrasi olduğu konusu büyük soru işaretleri taşıyor.