Cengiz ÇİÇEK* Yeni Özgür Politika için yazdı: Rojava devrimi, salt bir halkın-halkların sömürgeciliğe karşı varlık mücadelesi ve bunun fiziki direnişi değil; varlık mücadelesini, kapitalizme ve yerel gericiliğe karşı yeni yaşamın inşasıyla iç içe geçirme başarısını göstermiş bir devrim…
19 Temmuz, Rojava’da Kürt halkının ve dostlarının demokratik ulus esaslı Üçüncü Yol devriminin yıldönümü. Elbette Üçüncü Yol, Ortadoğu’da küresel emperyalist ve bölgesel statükocu güçlerin dışında ideolojik-politik bir yolu ifade ediyor. Halkların öz yönetim iradesi ve bilincine dayalı, adalet ve özgürlük ilkeleri de bu yol’un temel harçlarından birisi ve bağrında taşıdığı evrensel değerlerle uluslararası bir devrim niteliği taşıyor; zira Ortadoğu’ya has yorum ve müdahaleleriyle kendi özgünlüğünü yaratan ve koruyan bir devrim sürecidir bahsi geçen.
Bu evrensel ve bölgesel özellikleri birlikte ve iç içe değerlendirilmeden devrimin anlaşılması güçleştiği gibi devrimle kurulan bağlardaki müphemlikler de arz-ı endam etmekten kurtulamaz…
Rojava devrimini, salt bir halkın-halkların sömürgeciliğe karşı varlık mücadelesi ve bunun fiziki direnişi olarak değil; varlık mücadelesini, kapitalizme ve yerel gericiliğe karşı yeni yaşamın inşasıyla iç içe geçirme başarısını göstermiş bir devrim olarak nitelemek yanlış olmasa gerek. Bu yönü, özgün bir deneyim olarak anlaşılmasını kuvvetlendirecektir.
Devrime yönelik sömürgeci saldırıların yarattığı risklerin boşa çıkarılması ve egemen ulusçu sataşmaların bulanıklıklarının netleştirilmesi, bu açıdan da önem kazanıyor. Özellikle devrimin itibarsızlaştırılma çabalarına da cevap niteliğindeki şu tespit kaçınılmaz görünüyor: Sykes-Picot’dan bugüne ilk defa, sınırları ve yaşam formunu, egemenler değil kendi kaderini tayin edenler belirliyor. Bu belirleyen olma iddiasının sürdürülmesi ve yaygınlaştırılması, sadece küresel güçlerin değil, bölgesel statükocu güçlerin de uykularını kaçırıyor. Bu hal, küresel ve bölgesel aktörler açısından yeni ilişki ve ittifak arayışlarını da belirliyor.
Gerek yaşam formu gerekse güç dengelerinin dizilişi ve sınırların belirlenmesinde -hem de Üçüncü Dünya Savaşının merkezi olan Ortadoğu’da- bu düzeyde belirleyici ola gelmesinin, kendisini ayakta tutmasının nedenlerini de tekrardan hatırlamak, hatırlatmak bu nedenle önem kazanıyor.
Kobane, direniş ve özgürlük tohumu…
Devrimsel başarının temeli, hiç şüphesiz yıllar öncesinden Kürt Özgürlük Hareketinin başta Kobane olmak üzere Rojava’ya attığı direniş ve özgürlük tohumdur. Bu tohum, yıllar sonra bir devrim filizi olarak kendisini var etti, ediyor. Yine askeri bir zafer sonrasında devrimin derinleştirilmesi ya da toplumsallaştırılması da diyebileceğimiz katılımcı, dayanışma ilkeli, toplumsal üretime ve toplumsal bölüşüme dayalı yönetim anlayışının hakim kılınması başarının bir başka sırrıdır. Köleleştiren, nesneleştiren devletçi ve iktidarcı anlayış karşısında özgürleştirici ve özgünlükleri gözeten toplumsal sözleşmeci yönetimin geliştirilmesi, bir demokratik komünal vaha olarak parlıyor.
Demokratik Ulus olarak da ifadeye kavuşan paradigma, Rojava devriminin derinleştirilmesi, yaygınlaştırılması ve süreklileştirilmesinin de temel belirleyeni oluyor. Bundandır ki, HDK-HDP fikriyatının da temel yapı taşlarından olan demokratik ulus ısrarını, sadece toplumsal yaşamın düzenlenmesi zemininde değil, toplumsal özgürlük mücadelesinin hangi esaslara göre yürütülmesi gerektiği bağlamında da değerlendirmek yerinde olacaktır. Yine bu paradigmanın esnek zekâlı, her an toplumsal gelişim ve değişim dinamiklerini canlı tutan özellikleriyle, devrimin kuvvetli bir ideolojik, teorik arka planı olduğunu unutmamak da önemli.
Buradan hareketle söylenebilir ki, HDK-HDP’nin Türkiye’deki faşist rejime karşı yürüttüğü demokrasi ve özgürlük mücadelesinin hangi esaslar üzerinden sonuç alacağının işaretleri, Rojava devrim pratiğinde fazlasıyla mevcuttur. Rojava’daki katılımcı, doğrudan demokratik yönetimde ısrar edilmesi, özgünlüklerin gözetilerek yaşamın örgütlenmesi, üretimin ve bölüşümün toplumsallığında ısrar edilmesi gibi başlıklar bir devrimci romantizm değil, devrimi reel kılan bir irade ve bilincin sonuçlarıdır.
Öz ifadesiyle devlet olmayan halkın demokratik sistemini kurmak, Rojava’da devrimin toplumsal olarak savunulması, derinleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır. Bu husus, Türkiye’de demokratik-devrimci hareketin faşist rejime karşı toplumsal esaslı mücadele yöntemlerinden birisi olarak önerilebilir.
Nasıl ki Rojava’da filizlenen devrimin tarihsel, toplumsal, ideolojik, teorik arka planı vardır diyorsak, Türkiye’de de bu arka plan fazlasıyla mevcut. O nedenle ihtiyacımız olan, bu teorik, ideolojik birikimi, toplumsal alana içerecek, toplumsal olanı politikleştirecek bir aşağıdan müdahaleciliktir.
Üçüncü Yol çizgisinin başarısı
Dikkat edilirse Rojava devriminin temel başarılarından birisi de halkın doğrudan DAİŞ’e karşı verilen silahlı mücadelenin içinde, yöresinde, çeperinde bulunması; toplumsal inşanın da doğrudan öznesi olmasıdır. Merkezinde dört parçaya bölünmüş bir halkın olduğu halklar baharı sürecinde açığa çıkan kaotik ortam ve siyasal boşluğun, sadece askeri hamlelerle değil, siyasal bilinci son derece yüksek bir halk gücünün dahiliyetiyle doldurulduğunun ve devrime giden sürecin en belirleyici özelliğinin bu olduğunun altını tekrardan çizelim.
Mevcut haliyle Türkiye’deki kaos halinden demokratik çıkış seçeneği ve siyasal boşluğun doldurulması, örgütlü, hareketli ve müdahil bir halk gücünün somutlaşmasıyla olacak. Özcesi demokratik cumhuriyet seçeneği, demokratik halk hareketiyle devreye girecektir. Kıyaslamak gerekirse; kaos aralığında yeşeren Rojava devrimi, kaos aralığında yeşerecek olan demokratik cumhuriyet seçeneği… Bu anlamda Kobane ve Stalingrad, aşılmaz olanın örgütler değil, yenilmez olanın üstün askeri teknikler değil; aşılmaz ve yenilmez olanın örgütlü halk gücü, iradesi ve bilinci olduğunu gösteren iki tarihsel deneyim.
Tarihin akışını değiştiren bu iki önemli deneyime referansla, Türkiye’de toplumsal mücadele örgütlülüğünün tarihsel belirleyiciliğinin vurgusunu yeniden yapalım. İki devletçi, iktidarcı hegemonya dışında Üçüncü Yol çizgisinin başarısı da buradan geçecektir. O vakit şu soruyu hep birlikte sormak zorundayız: HDK-HDP varlığını bir devrimciler örgütü olarak mı devam ettirecek, yoksa devrimci düşüncenin-mücadelenin kitlelerin mücadele bilincine dönüştüğü, fikriyatın toplumsallığını yaratan bir demokratik-devrimci halk hareketine dönüşerek mi yoluna devam edecek? Cevabı elbette bizler için net, ancak bunun hangi program, ilke; yol, yöntem; tarz ve tempoyla gerçekleştirileceği de bir o kadar can alıcı başlıklar olarak önümüzde duruyor.
HDK-HDP’nin temel yol belirleyicisi olacaktır
‘Fikriyatı toplumla, toplumu fikriyatla; örgütü toplumla, toplumu örgütle buluşturmayan her fikriyat ve örgüt boğulur’ tespitinin üzerinde bu nedenle durmak zorundayız.
Rojava’daki askeri zor, toplumsal devrimin yolunu açtı, ancak devrim kendisini hızla bir toplumsal devrim haline dönüştürmek için bir demokratik yol açtı. Benzer şekilde Türkiye’deki demokratik ve devrimci direniş, halkın direniş umudunu bir oranda halen canlı tutsa da, toplumsal direniş ve halkın demokratik yönetim kabiliyetine, kapasitesine ulaşmayan her hal, ‘yenilmeme hali ama yenememe hali’ olarak kendisini üretiyor. Hele hele güncel faşizm okumalarımızın toplumsal, politik ve örgütsel zorunlulukları hesaba katıldığında, mevcut durumumuz daha da sorgulanır hale geliyor. Tam da bu noktada “özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır” sözü bu güncel durumlar ve dönemler için anlam kazanıyor. Zorunluluğun kavranmadığı her durum, siyasal körlüğü, ataleti ve şaşkınlığı beraberinde getirirken; zorunlulukların bilince çıkarılması, Rojava devrimi gibi süreçleri açığa çıkarıyor.
Türkiye’deki toplumsal muhalefetin temel açmazlarından birisi de “nefes alamaz hal”, “faşist rejim”, “diktatörlük” gibi muhalefetin kendi tespitlerinin içerdiği toplumsal, politik, örgütsel zorunlukların idrakine varmama, sorumluluğunu yeterince hissetmeme olarak da değerlendirilebilir. Böylesi çelişik bir durum ya da cevap olamama hali, bütün bu istisnai, olağanüstü kavramların olağan ve sıradan kavramlar olarak zihinlerde yer etmesiyle sonuçlanıyor. Bir alışma halini de beraberinde getiren bu durum, katliam, tecavüz, işgal, hırsızlık, yolsuzluk gibi normal zamanlarda toplumsal infial yaratacak bu gelişmeler karşısında siyasetin ve toplumun refleks yitimini doğuruyor.
Alışma, atalet, çürüme, umutsuzluk ve daha birçok politik-psikolojik durumu ancak böyle açıklayabiliriz. Bu minvalde, Öcalan’ın yetmişli yılların başında, “Kürdistan sömürgedir” tespitini yapar yapmaz, bu tespitin ağırlığının altında şoka girmesi, nefessiz kalmasına dair anısı bu bağlamda oldukça öğreticidir.
Hülasa, Rojava devrim deneyimleri ışığında “Türkiye halklarının özgürlük statüsü nasıl sağlanacak?” sorusuna vereceğimiz cevaplar, HDK-HDP’nin temel yol belirleyicisi olacaktır. “Ulus-devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı kabul etmeyen” Rojava Toplumsal Sözleşmesi, kapitalist modernite putlarının kırıcısı ve demokratik modernite inşacılığıyla yeni yaşamın izleğini bizlere fazlasıyla sunuyor. Ortak deneyimlerimiz gösterdi ki, HDK-HDP, halkların mücadele örgütü iddiasıyla kurulmuş yapılar olarak, sadece temsiliyetlerin temsili buluşmasıyla rolünü oynayamaz, yol yürüyemez, sonuç alamaz. Rojava devriminin başarılarının altında Kürdistan, Türkiye ve Dünya halklarının temsilcilerinin, savaşta da, direnişte de demokratik komünal yaşam inşasında da temsiliyetleri aşan bir kader ortaklığı ve toplumsallık iddiaları yatmaktadır. Dolayısıyla, ilişkilerimizin formunu, tarzını, işleyişini ve düzeyini değiştirmekten, derinleştirmekten, demokratik ve toplumsal kılmaktan başka çıkar yol görünmüyor.
21. yüzyıl devrimlerinin izini sürmek
Dünyayı sadece anlama değil değiştirme iddiası olanların, Rojava devrimini zihinlerinde dışsal bir olgu ve uzağımızda cereyan eden bir süreçmiş gibi kodlamaları ya da sömürgeci güçlerin dolaşıma soktuğu veriler ışığında okumaları, son derece tehlikeli ve yanıltıcıdır. Benzeri yaklaşımların muhataplarından birisinin de Rojava devrimi mimarlarından olan Öcalan olması, kaderin bir cilvesi değil, devletli uygarlıktan zihni ve ideolojik bir kopuşun sağlanamaması ya da bunun cesaretinin gösterilememesiyle ilgilidir. Belirleyen değil, belirlenen hallerimizden; bürokrasi ve iktidar üreten yapılardan; toplumsal mücadele araçlarının amaçsallaştırılmasından kurtulamadıkça, bırakalım özgürleşme sürecini, birçok kazanımı borçlu olduğumuz değerlere yabancılaşan bir sistem içileşme sürecinin kolektif sorumluları olarak vebalimiz ağırdır.
Bir yabancılaşma sistemi olarak da tarif edebileceğimiz Kapitalist modernitenin tuzağına Rojava devrimine ve mimarlarına her açıdan yabancılaşarak hizmet etmeyelim. Çünkü, demokratik modernite anlayışımızın gereği, dışımızda ve ötemizde tutacağımız, kapitalist modernitenin anlayışı ve yönetim modelleridir.
Yıldönümü vesilesiyle Rojava devrimini Amed’de, İstanbul’da aramanın; faşizme karşı mücadele hattını bu arayışlarda belirginleştirmenin kaçınılmazlığı ortadadır. Kürdistan devriminden Ortadoğu devrimine; anti-kapitalist mücadelelerin birikimiyle 21. yüzyıl devrimlerinin izini sürmek, günümüzde Rojava devrimine verilecek en anlamlı cevap ve yoldaşlıktır.
Son söz: Rojava devrimine ve bu devrimi yaratanlara selam olsun!
*Cengiz ÇİÇEK: Avukat, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) eş sözcüsü