Hepimiz ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. 7 Haziran seçimleriyle birlikte AKP’nin 13 yıllık iktidarı son buldu. Anayasayı değiştirebilecek bir sayıya ulaşmayı beklerken; Cumhurbaşkanı 400 milletvekili isterken; tek başlarına iktidar olabilecek sayıyı bile yakalayamadılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile AKP ve MHP , memleketi bir erken seçime götürebilmek için meclisi kilitledi. AKP tarafından ‘‘seçim güvenliği’’ bahane edilerek ertelenmezse 1 Kasım’da sandığa gideceğiz. AKP, seçimlere giderken en azından tek başına iktidar olabilecek bir sayıya ulaşmayı garanti altına almak istiyor. Bunun yolu basit: kendisine koltuk değneği olan MHP’den bir miktar oy olmak ve HDP’yi baraj altına itmek.
Bunun için devreye konulması planlanan tek şey, HDP’yi PKK ile eşitlemek, ülkeyi gerilimli ortama sokmak ve toplumu daha da kutuplaşmış bir halde sandığa götürmek. AKP, daha erken seçim kararı alınmadan savaş ve kaos ortamını yaratmaya başladı. Öncelikle Kürt halkının en direngen olduğu, Kürt Özgürlük Hareketinin en güçlü olduğu yerlerde, operasyon yapmaya başladı. Halk mahalle girişlerine hendek kazıp barikat kurarak buna direndi. Başta Cizre, Silvan, Yüksekova ve Sur olmak üzere birçok merkezde polisin halka saldırısının düzeyi arttı, şimdiye kadar, çoğunluğu mahallesini savunan gençler olmak üzere 100’e yakın sivil polis tarafından katledildi. AKP’ye bu da yetmedi. Yıllardır PKK’nin kontrolü altında bulunan ve devletin her hamlesinde kayıp verdiği noktalara, asker yollandı. Bu, o askerleri göz göre göre ölüme göndermekten başka bir anlama gelmiyordu. Bakınız Dağlıca: 16 asker yaşamını yitirdi. KCK’nin, ‘‘bize operasyon yapılmazsa ve halkımıza saldırı olmazsa, biz de silah kullanmayız’’ açıklamasına rağmen, AKP, KCK’nin silah kullanması için elinden geleni yapmaya devam etti.
Ancak gerçekler halk tarafından iyi biliniyor. Son dönemde asker cenazelerinde AKP’lilere tepki gösterilmesi, savaşın gerçek sebebinin, ‘‘AKP’nin tek başına iktidarı ve sarayın saltanatı’’ olduğunun geniş halk kitleleri tarafından bilinmesini sağladı. Türkiye’de insanları en zor günlerde bile iki yerde kabul ederler: düğünlerde ve cenazelerde. Halk arasında, ‘‘Cenazeme bile gelmesin’’ söylemi bedduaların en büyüklerindendir. AKP ise döktüğü kan sebebiyle artık cenazelerde bile kabul edilmiyor. AKP, ne yaparsa yapsın, kardeşini toprağa verirken Yarbay Mehmet Alkan’ın sorduğu soru herkesin aklına kazındı, ‘‘Daha düne kadar çözüm diyenler, neden bugün sonuna kadar savaş diyor?’’ AKP için kaçınılmaz son geldi. Yıkılıp gidecek! Hesap verecek! Yargılanacak! Son iki gündür olanları ve bundan sonra olacakları AKP’nin ranta ve talana dayalı bir iktidarının son çırpınışları olarak değerlendirmek gerekmekte. O sebeple yapamayacakları şey yok…
Gelelim son iki gündür yaptıklarına… Altı milyon insanın oy verdiği TBMM’nin 3. Büyük partisi herkesin gözü önünde saldırıya uğradı. HDP’nin Genel Merkezi dahil olmak üzere sayısız bürosuna saldırıldı. Saldırılar AKP’nin ve MHP’nin çekirdek kadroları tarafından planlı-örgütlü bir şekilde ve polis gözetiminde yapıldı. Hepsinde amaç aynıydı: HDP bürolarını kullanılmaz hale getirmek, büroları kriminalize etmek. Bir diğer amaç, siyasal olarak HDP’yi PKK ile eşitlemek ve çalışamaz hale getirmek. HDP Genel Merkezi’ndeki saldırıda öncelikle Bilgi İşlem Merkezi’nin yakılması, belgelerin yok edilmesi tesadüf değil. HDP’yi başarıya götüren ne varsa yok etmeye çalışıyorlar.
Tabi saldırıların HDP olan yerde HDP’ye, HDP’nin olmadığı yerde sosyalist örgütlere ve sol tandanslı derneklere dönük olduğunu da eklemek gerek. Fırsat bu fırsat kim varsa saldıralım dalgası…
Saldırının ikinci dalgası HDP hakkında olumsuz propaganda yapmayan ya da AKP’yi açıktan desteklemeyen basına yönelik. Geçtiğimiz günlerde Gülen Cemaati’ne yakın olduğu bilinen Kanaltürk ve Bugün’e baskın yapıldı. AKP medyası tarafından Aydın Doğan, Doğan Grubu ve yayın organları hedef gösterildi. AKP, Doğan medyasına uluslararası tepkiler sebebiyle el koymayı göze alamadığı için tehditle ve baskıyla sindirmeye çalışıyor. Doğan medyası ise AKP korkusundan, sürekli geri adım atıyor. Doğan medyasında artık, HDP’nin tartışıldığı ama HDP’lilerin olmadığı tartışma programları izliyoruz. Ve gelinen aşama: bir AKP milletvekilinin eşlik ettiği güruh, taşlar ve sopalarla Hürriyet binasına iki kez saldırdı. Hürriyet ya AKP’nin karşısına dikilecek ya da her AKP darbesinde daha da sinecek…
Medyadaki esas baskı dalgası ise HDP’ye yakın medyaya ve sosyalist basına geldi. Birçok siteye ulaşılamıyor. HDP’lilerin Twiter ve Facebook sayfaları kapatıldı, Türkiye’den erişim engellendi.
AKP’li ve MHP’li faşistlerin hedefinde sadece HDP ya da HDP’liler yok: kendi halinde yaşayan Kürtler de var. Çözüm sürecinde gizlenen ırkçılık sokağa boca edildi, ‘‘Zaten Kürt diye bir şey yok ki. Bunların dili de yok. Bunlar Amerikan işbirlikçisi. Bunlar dinsiz. Sünnetsiz. Aslında Kürt değil Ermeniler. Gelip memleketimizi bozdular.’’ Söylemlerini tekrar duymaya başladık. Söylemin pratikte geldiği yer: Kürtlere ait ev ve işyerlerinin yakılması; yoksulun da yoksulu mevsimlik tarım işçilerinin saldırıya uğraması; Kürtlerin katledilmesi; memleketlerine geri gitmek zorunda bırakılmaları… Muğla’da yaşanan olay ise meselenin geldiği yerin vahametini gösteriyor: Siverekli İbrahim Çay’ı önce dövüp, sonra Atatürk büstünü öptürdüler. O görüntüleri kimse unutmayacak!
Ancak devran eski devran değil. Haberler devletin kanallarından önce sosyal medyadan yayılıyor. İnsanlar siyasi partilere gitmeden de siyasi tercih yapabiliyor. Zannediyorlar ki; bürolar açılmaz, stantlar kurulmaz, seçim arabaları dolaşmaz, HDP bayrakları asılmaz ise HDP oy da alamaz. O günler geride kaldı efendiler, ‘‘Cinayeti kör bir kayıkçı’’ değil 6 milyon insan gördük… 6 milyon insan umudu gördük…
Bizi götürmek istedikleri yer belli, 1980 öncesini yaşamış bir devrimciye sorun anlatsın. Koşullar sıkıyönetime hazırlanıyor. Yeni statüko yani AKP, kendi iktidarını kontrollü bir gerilimle yeniden kurmak istiyor. Eski statüko ise AKP’nin, HDP’nin öncülük ettiği bir demokratik hamleyle alaşağı edilmesine engel olmak istiyor.
Korkacak bir şey yok, yapabileceklerinin sınırını ve kitlelerinin boyutunu dün gördük. Partinin dediği gibi, ‘‘Öncelikli görevimiz yoldaşlarımızın ve dostlarımızın güvenliğini sağlamak. Panikten, acelecilikten, duygusallıktan uzak bir şekilde sağduyulu davranmak ve kendimizi savunmak.’’
Korkacak bir şey yok… Daha ne yaşayabiliriz ki… Hiçbirimizin yaşayacağı acı, devlet tarafından katledilen çocuğunu toprağa veremediği için evindeki derin dondurucuda saklayan anne kadar olamaz…