Gazeteci Güneş Duru, Birgün Gazetesi’nde ÖDP Eş Başkanı Alper Taş ile gündem, Birleşik Muhalefet ve HDP üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.
»Soma’da sınıf mücadelesinin önemini mi hatırladık?
Mesele bilinç ve ideoloji meselesi. Türkiye’de 12 Eylül süreci ve arkasından Sovyetler Birliği’nin yıkılması, neoliberalizmin giderek daha egemen bir ideoloji haline gelmesini sağladı.
Yaygınlaşan işsizlikle insanlar yarı zamanlı, sendikasız, sigortasız, düşük ücretlerle çalışmaya mahkum edildi. Adeta 19 yüzyılın çalışma koşulları işçi sınıfına dayatıldı. Soma’daki katliamın nedeni de budur.
Toplumcu, eşitlikçi ve özgürlükçü değerler dünya genelinde saldırıya uğradı. İdeolojik değişim insanların zihinlerinde bir tahribata yol açtı. Bireyci, serbest piyasa ekonomisine uygun bireyler yaratıldı.
Dinsellikle insanların isyan eden özellikleri kadercilikle yer değiştirdi
İnsanlarda solun evrensel değerleri üzerinden yaşama ve düşünme anlayışı geriledi. Dinsellikle insanların isyan eden özellikleri kadercilikle yer değiştirdi. Biatçı – itaatçı bir kültür topluma egemen oldu. Doğal olarak işçi sınıfının bilinç sistemi her düzeyde geriledi. Sınıf bitti diyenler sınıfa en büyük saldırıyı yaptılar, üretim ilişkileri ve biçimi değişti. İşçi sınıfının sınıf bilincinin yerine günü kurtarmaya yönelik ve aynı zamanda etnik, mezhepsel bir düşünce sistemi yaratıldı. Bu durum ideolojik, örgütsel ve politik olarak sınıf eksenli büyümesi gereken solun gerilemesine neden oldu.
»AKP sınıf mücadelesinde soldan daha iyi mi kurdu?
AKP bir taraftan toplumu yoksullaştırdı, diğer taraftan insanlara yardım dağıtarak sadaka kültürünü geliştirdi. Muhafazakarlığı, dinselliği de kullanarak halkın dönüştürülmesinde ve piyasa toplumunun yaratılması sürecinde etkili oldu.
Geçmişte sol halkla olan ilişkisini dışsal kurmazdı. Yukarıdan, halka seslenen, onunla temas sağlayamayan, içine kapanık bir ilişki var şimdilerde… Halkın gündelik yaşamını kolaylaştıracak, dönüştürecek, onunla iç içe geçecek bir ilişki biçimini, toplumsal çabaları geliştirmezsek; sadece sokağa çıktıklarında yanlarında olup, sadece tepkisellikleriyle ilişkilenirsek; emekçilere, ezilen sınıflara yakınlaşamaz, onlarla etkin bir pratik örgütleyemeyiz. Solda bugün böyle bir durum olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Halkı siyasetin nesnesi değil, öznesi olarak görmeliyiz.
Geçmişte devrimcilerle halk iç içe geçti, bütünleşti. Bu bütünleşmenin kırılması için devlet eliyle büyük bir baskı ve terör geliştirildi. Fatsa’da olduğu gibi halkın iktidar nüveleri tasfiye edilip İslamcı, neoliberal bir anlayış yerleştirildi.
»Peki sol araç olarak neyi kullanacak, var mı bir formülünüz?
Sınıfsal ve sosyal mücadelenin gerilediği, kimlik, kültür, inanç mücadelesinin öne çıktığı bugünün siyasal konjonktürde solun asla vazgeçmemesi gereken nokta, bunları aşan bir sosyal ve sınıfsal bir mücadele pratiğini ısrarla sürdürmektir. İnsanlar kendilerini bugün dine, dile, kültüre, mezhebe dayalı olarak ifade ediyor. Sosyal ve sınıfsal talepler üzerinden bir mücadele zayıfladı. Bunu geliştirmesi gereken soldur.
Kimlikler dünyasında kimlik taleplerini küçümsemiyoruz. Hele de bu özgürlükçü bir toplumun gereğiyken… Ancak dünyada salt kimlikler üzerinden sürdürülen bir siyaset anlayışı var. Kimliklerin sınıf mücadelesinin önüne geçmesi neoliberal ideolojinin işine geliyor. Bu anlamda sol “zamanın ruhu kimlikler mücadelesi derse” yanlış bir yöne savrulur. Kimlik taleplerini içeren, ama kendini kimliklere hapsetmeyen sosyal ve sınıfsal bir anlayışın geliştirilmesi gerekiyor.
»ÖDP’nin etki alanı neden zayıfladı, neden bir süredir seçimlerde yok?
ÖDP’nin geçmişin tüm ağır yüküne, yıpranmışlığına karşın bugün politik olarak iyi bir yerde duruyor. Ancak ÖDP durduğu yeri somut, maddi bir güce dönüştüremiyor. Biz ÖDP’nin aşılması gerektiğine inanıyoruz. Bu nedenle birleşik bir muhalefet hareketi yaratma çabasındayız.
ÖDP Türkiye solunun ana gövdesinin ortak bir yenilenme projesi olarak ortaya çıktı. Sadece solu değil, siyasetin tüm kesimlerini etkiledi. Yenilenme iradesinin yerine “birlik” iradesinin öne çıkarılması 1999 seçimlerinde yapılan yanlış okumaların ve abartılı beklentilerin yarattığı sonuçlar ÖDP’nin zayıflama sürecini başlattı. Programında yer alan “seçimlere endeksli değil, sosyal hayata, mücadeleye endeksli yaklaşım” ihmal edildi. Barajın aşılacağına inanıldı ve daha kötüsü baraj aşılamadığı için alınan ciddi oyun kıymeti de bilinemedi. Kürt meselesinden kaynaklı parti içi kriz derinleşti. Kürt meselesi ve AB üzerine yapılan tartışmalardan kaynaklı olarak bir dizi ayrışma sonucu ÖDP bugünkü düzlemine geldi.
»ÖDP’yi yeniden solun cazibe merkezi haline getirebilecek misiniz?
Mesele ÖDP’yi nasıl cazip hale getirebiliriz meselesi değil. Gezi haziran Halk Direnişi hepimiz açısından yeni bir tarihsel dönemin başlangıcı oldu. ÖDP bu manada yeni dönemin ihtiyaçları üzerinden kendisini tanımlamalı, yenilemeli ve aşmalıdır. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi birleşik bir muhalefet hareketi yaratılması çabası böyle bir arayışın parçasıdır.
»Ufuk Uras’ın meclise gönderilmesi kırılma süreci midir?
Ufuk Uras bizi yanıltmadı(!). Siyasi zihniyeti, kavrayışı, politik perspektifine ilişkin eleştiriler getiriyorduk, ancak o zaman çok anlaşılamıyorduk. Fakat geçtiğimiz süreçte Ufuk Uras kendi pratiğiyle bizim bir şey söylememize gerek kalmadan bizim durduğumuz yerin doğruluğunu ortaya koydu. Bu manada bizi hiç utandırmadı(!)
Ufuk Uras meselesi meclise girme meselesi değildi. Bir siyaset anlayışı ve tarzı farklılığı meselesiydi. ÖDP’nin siyaseten nereye yöneleceğine ilişkin tartışmada Uras ve arkadaşları sosyal demokrat boşluğa seslenen bir parti ihtiyacıyla hareket ettiler. Bunu açıktan değil gizli kapaklı yürütmeye çalıştılar. Parti kurullarına rağmen kendi tarzlarını egemen kılarak, ÖDP’yi bir oldu-bittiyle karşı karşıya bırakmak istediler. ÖDP buna izin vermedi. Ayrıldılar EDP’yi kurdular. Kılıçdaroğlu’nun başkan olmasıyla beraber EDP içindeki sosyal demokratlar CHP’ye döndü. Alevi hareketinin temsilcileri 2010 referandumunda alınan “evet” tutumundan kaynaklı EDP’den koptu. Ve siyasal arayışlarını şu an HDP içerisinde sürdürüyorlar.
***
***
HDP, Kürt hareketinin devletle yürüttüğü müzakerelerin durumuna göre gel-gitler yaşıyor
»Ertuğrul Kürkçü’nün “ Kürt Özgürlük Hareketiyle birlikte hareket etmeden fazla yol alınamaz” eleştirisine ne dersiniz?
Kürt siyasi hareketi ve onunla birlikte mücadele etme yolunun, yalnızca Kürt hareketinin tanımladığı çerçevede sürdürülebileceğine inanan bir anlayış var. Bugün devrimci mücadele ne Kürt hareketine sırt çevirmekle, ne de bu hareketin mücadele zeminine kendisini hapsederek geliştirilemez. Ulusal demokratik bir hareketle sosyalist bir hareketin kuracağı ilişkide dayanışma kadar özgünlüğünün de olması gerekir.
“Kürt halkının demokratik taleplerinin yanındaysan HDP’de olacaksın” anlayışı doğru bir yaklaşım değil. Bu şart da değil. Kürt hareketinin demokratik taleplerini dile getirmek, geliştirebilmek ve güçlendirmek için o hareketin içinde olmamız gerekmiyor.
1996 yılında kurulan ÖDP’nin gelişmesine izin verilseydi ÖDP bugün Kürt Hareketi ile daha sağlıklı ve eşit bir ilişki düzleminde olurdu. Türkiye sol hareketinin kendi toplumsal dinamikleriyle birlikte ayağa kalkma süreci sekteye uğratıldı. İlginçtir bugün, ÖDP’de Kürt sorununu iki uçtan bir gerilim kaynağı olarak geliştirenlerin ana gövdesi bugün HDP’dedir. Ertuğrul yoldaşın (Kürkçü) dile getirdiği stratejik ortaklık toplumsal zeminleri güçsüzleştirilmiş bir sol ile kurulamaz.
Kürt hareketi AKP ile müzakere sürecinde ve bu süreçte ikilemler yaşıyor. Hem müzakere hem mücadele birlikte yürüyor. Kürt hareketinin ana omurgasını oluşturan HDP, Kürt hareketinin devletle yürüttüğü müzakerelerin durumuna göre gel-gitler yaşıyor.
ÖDP kuruluşundan beri Kürt halkının yanında oldu. Anadilde eğitim, demokratik özerklik konularına destek verdi, bunu birlikte tartışmayı talep etti, hiç bir zaman bu harekete sırt çevirmedi. Ancak arkadaşların “kendinizi geri plana çekeceksiniz, HDP herkesi kapsıyor, bunun içinde yer alacaksınız” yaklaşımını doğru bulmuyoruz. Biz onlarla eleştirel ama aynı zamanda dayanışan bir ilişki kurmayı tercih ettik. Ne biz onların önünde bir engeliz ne de onlar bizim önümüzde engel.
»Peki bu görüşleri HDP’ye doğrudan ilettiniz mi?
Bizzat kuruluş toplantısına katılarak, HDK/HDP ekseninin doğru bir eksende kurulmadığını, 1996 ÖDP eksenini esas aldığını, bu eksenin o dönem için doğru olduğunu, ancak o dönemin değiştiğini, bugünün dünyasında anti-emperyalist ve anti-kapitalist bir eksenin belirgin kılınmasını, kimlikler mücadelesini esas alan bir yaklaşımın yeterli olmayacağını söyledik.
2010 referandumunda Türkiye solu tarihinin en ciddi saflaşmalarından birini “yetmez ama evet”, “evet, hayır, boykot” şeklinde yaşadı. Bugün bakıyorsunuz, bu saflaşmaların değişik düzlemlerinde yer almış her siyasal yapı HDP projesinin içinde. Bu kadar farklı yerlerde pozisyon alanlar, neyin ortak muhasebesini ve tartışmasını yaptılar da bir araya geldiler? Bu birlikteliğin politik eksen, bütünlük, ortak ruh hali ve birleşik bir enerji yaratma ihtimali maalesef yoktu.
Son seçimlerde HDP batıda Kürt emekçilerine esas olarak kimlik siyaseti mi, sınıf siyaseti mi taşıdı? İşçi sınıfı “Kürtleşti”. HDP gibi bir partinin Kürt emekçisine seslenme şansı ÖDP’den daha yüksek. Batıda kimlik ekseniyle siyaset yaparsanız görüldüğü gibi Kürtleri AKP’den ayrıştıramazsınız.
»Peki CHP’nin kuyrukçuluğu eleştirisine ne diyorsunuz?
Bizim bugünün Türkiye’sini değerlendirmemizle, bu eleştiriyi yapanların değerlendirmesi farklı. 2007’ye kadar ÖDP de Türkiye’yi HDP’li arkadaşlar gibi değerlendiriyordu. O zamanlar, “rejimin eski güçleriyle yeni güçleri arasında bir kavga var, ÖDP bu iki gücün dışında üçüncü bir güç arayışı içinde olacak” düşüncesindeydik. Bu nedenle iki eşit güç arasındaki kavgada iki tarafa da aynı düzeyde karşı çıkıp üçüncü bir yol arayışı içerisinde olduk.
Ancak bu kavgayı 2007’den itibaren AKP’nin kazanmasıyla, yani AKP’nin iktidar olmanın ötesinde devletleşmesiyle birlikte, devrimci mücadelenin gereği olarak mücadelenin keskin ucunu AKP’ye yönelttik. AKP’ye karşı mücadeleyi esas aldık. Çünkü artık mesele, iki eşit gücün kavgası olmaktan çıkarak yeni bir hegemonyanın ve rejimin inşası haline geldi.
Bugün HDP iki eşit güç üzerinden mücadelesini geliştiriyor. Biz ise AKP’ye karşı mücadeleyi temel alan bir çizgiyi geliştirmeye çalışıyoruz. O yüzden bugün CHP’yle değil, AKP’yle uğraşıyoruz. Sanırım böyle yaptığımız için CHP kuyrukçuluğuyla suçlanıyoruz.
»ÖDP neden HDP içinde isteniyor?
ÖDP’nin nicel olarak zayıflamış olsa da hala niteliksel olarak toplumsal etki alanı güçlü bir partidir. Çünkü Türkiye devrimci mücadele geleneğinin önemli bir parçasıdır. Bu yönüyle ÖDP’nin aldığı siyasi pozisyon, kendi dışındaki birçok çevreyi ve bireyi etkiliyor. Sanıyorum arkadaşlar buna kıymet veriyorlar ve bu manada HDP’ye katılmamızın başka bir anlam ifade edeceğini düşünüyorlar.
***
***
»Müzakere sürecine ilişkin neler söylersiniz?
Biz Kürt sorununda yıllardan beri barış, demokratik çözüm ve müzakere dedik. O yüzden barış ikliminden ve bir müzakere süreci içerisine girilmesinden elbette memnunuz. Kürt hareketine “müzakereden çekilin ve savaşın” demek ne doğru ne de ahlakidir.
Elbette barışa ve müzakereye evet diyoruz. Ancak; bu barış AKP’nin bölgesel bir güç olma siyasetinin bir parçası olacaksa, AKP’nin başkanlık sisteminin inşasına hizmet edecekse, Türk-İslam sentezine paralel Kürt-İslam sentezini geliştirecekse elbette biz böyle bir sonucun karşısında oluruz.
Anadilde eğitim, demokratik özerklik, Öcalan ve tüm siyasi tutuklulara özgürlük bizim de benimsediğimiz taleplerdir. Ama bunların bedeli olarak Öcalan’ın yakalandığında “bizi de yanınıza alın, bölgede büyük bir güç olalım” siyaseti önümüze çıkarsa bu hepimiz açısından felaket olur.
»Müzakerelere gözlemci olarak katılmak ister miydiniz?
Türkiye solu vaktiyle nasıl bu konuda yeterli bir inisiyatif almadıysa, savaşı izlediyse; şimdi de müzakere sürecini iki tarafın niyetlerine ve iradelerine terk etmiş durumda. Toplumsal bir barış inisiyatifi geliştiremedik. Hala daha izleyici konumdayız.
AKP hükümeti bu süreci izleyen objektif bir kurulun oluşmasını istemedi. Bunun yerine kendi seçtiği ve hiçbir işlevi olmayan “Akil İnsanlar Heyeti” oluşturdu. Gerçekten objektif temellere dayanan ve süreci bağımsız olarak denetleyecek kurullar içerisinde olmak, barış isteyen herkesin reddetmemesi gerek bir durumdur.
»Öcalan’ın akıl haritasına güveniyor musunuz?
Dışarıdan gazel okumak istemeyiz. İçerideki insana eleştiri yapmak bizim kültürümüzde de yok, bu konuda hassasız. Ancak tutsak olan birinin bütün siyasi gelişmeleri okuyabileceği, siyasete önderlik edebileceği fikrinde değiliz. Tutsak olan insanın verileri sınırlıdır.
»Ama Öcalan Türk halkı nezdinde toplumsallaşmasını İmralı’da yaşadı?
Cezaevinden yaptığı çağrılar, şiddeti durdurmak için gösterdiği irade çok önemli elbette. Bu süreçle birlikte böyle bir toplumsallığa ve görece meşruiyete ulaştığı doğrudur.
»Peki Öcalan’ın Mahirler’in mirasının kendisine bırakıldığı ifadesine ne diyorsunuz?
Mahir Çayan’ın Öcalan’ı etkilemiş olmasına söylenebilecek bir şey yok. Ancak Öcalan bulunduğu konum itibariyle her konuda bir yer tutmak istiyor. Demokratik İslam Kongresi’nde de İslam’da kendisine bir yer bulmaya çalışıyor. Alevi hareketi üzerine konuşuyor ve kendisine bir yer bulmaya çalışıyor. Doğal olarak içinden geldiği Türkiye Sosyalist Hareketi içinde de kendisine bir yer bulma çabası anlaşılabilir. Mahir Çayan’dan etkilenmesi doğrudur ve mümkündür. Ama Mahir Çayan’ın ortaya koyduğu politik mücadeleyle ve gelenekle birebir kendini özdeşleştirmesi ve kendini onun emaneti olarak görmesi abartılı bir değerlendirmedir.