SEÇTİKLERİMİZ- Çağhan Kızıl’ın Başlangıç’taki yazısı: “Neo-liberal iktisat politikalarının yıkıcı etkilerinin ırkçılık olarak yükselişi Almanya’ya özgü değil elbette. Ancak Avrupa üzerinde gezinen hayalet, Nazizmin hayaleti haline geliyor.”
ÇAĞHAN KIZIL
Almanya’da bir seçim daha sonuçlandı ve beklenen gerçekleşti: aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) %13.4 oy oranı ile, %32.7 oy alan Hristiyan Birlik Partisi (CDU/CSU) ve %20.2 oy alan Sosyal Demokrat Parti (SPD)’nin ardından üçüncü büyük parti olarak meclise yaklaşık 90 milletvekili soktu. Bu sonuç, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki meclis aritmetiği için birçok ilki barındırıyor. Bu seçimi, CDU 1949’dan ve SPD de 1920’den bu zamana kadarki en düşük oy oranıyla kapattılar. Ayrıca, liberal parti FDP de geçen seçimlerde giremediği meclise bu sefer dördüncü parti olarak girmeyi başardı. Yeşiller (B90/Grüne) tarihlerindeki en iyi ikinci sonucu alırken, Sol Parti (Die Linke) oy oranını binde 3 arttırmasına rağmen ana muhalefetten düşerek beşinci parti oldu.
Seçimleri kısaca özetlemek gerekirse korku siyasetinin kazandığını, mülteci sorununun artık Almanya’nın en yakıcı konusu olduğunu, açıktan faşist söylemlerle seçime giren AfD’nin oy oranını yüzde 9’a yakın arttırarak üçüncü parti olmasının milliyetçilik ve yabancı düşmanlığını körükleyeceğini, ve Almanya’da sosyal yaşamın eskisinden daha zor olacağını söyleyebiliriz. Peki AfD nasıl böyle bir başarı yakaladı?
PEGİDA’dan AfD’ye
AfD’nin başarısını incelerken PEGİDA hareketine ve neo-nazilerin son beş yıldaki politik taktiklerine bakmak gerekiyor. 2014 yılının Ekim ayında, özellikle Orta Doğu’da yaşananlar ve mültecilerin yavaş yavaş ülkeye gelmesine tepki olarak doğan bir sokak hareketinin adı PEGİDA. Açılımı, Batı’nın İslamizasyonuna karşı duran vatanperverler. Lutz Bachmann adında, Nazi bağlantıları sonradan kendi Facebook hesabındaki fotoğraflar ile açığa çıkan bir kriminalin kurduğu bir sosyal medya grubu etrafında örgütlenen ve altı ay gibi kısa bir süre içinde binlerce insanla her Pazartesi eski Doğu Almanya’nın Dresden kentinde Almanya bayrakları ile eylem gerçekleştiren güçlü ve gözle görünür bir topluluğa dönüşen bir hareket PEGİDA. Kendilerini Nazi partisi NPD’den ayrı göstermeye çalışsalar da hem söylemleri hem de unsurlarının NPD ile olan bağları dolayısıyla çoğunlukla neo-Nazilerden oluşan bu grup, kısa süre içinde oldukça destek topladı.
O dönem yapılan anketlerde Almanya halkının %53’ü PEGİDA eylemlerine gitmese bile destek verebileceklerini, söylemlerinde doğruluk payı olduğunu düşünüyordu. PEGİDA’nın vurgu yaptığı ana söylem yabancıların Almanya’ya zarar verdiği, bilinçli Alman vatandaşlarının da buna bir son vermesi gerektiğiydi. Bu argümanları bezedikleri jargon, ilginç bir şekilde neo-Nazi söylemiyle örtüşüyordu. Ancak açıktan NPD desteği alması hukuki bir sürece tabi kalmasını getireceği için, PEGİDA’nın gittikçe büyüyen politik ve sosyal etkisini kanalize edebileceği başka bir politik mecra bulması gerekti. Tam bu sırada AfD imdada yetişti.
AfD’nin gelişimi
PEGİDA öncesinde temelde neo-liberal vurgularla burjuvazinin sözcülüğünü yapan AfD, söylemine ırkçılığı da ekleyerek, yükselen milliyetçi hareketi kucaklama yoluna gitti. AfD başkanlarının önerdiklerinden bazıları, sınırları ihlal eden mültecilerin vurulabilmesi, halkın kendini yabancılara karşı her yolla korumasının önünün açılması, Berlin’deki Yahudi soykırım müzesinin anlamsız olduğu, Almanya’nın artık tarihiyle ilgilenmemesi gerektiği, mülteci çocukların kısırlaştırılabilmesi, solculardan artık tümden kurtulunması. Avrupa Birliği karşıtı, yabancı düşmanı, iklim değişikliğini kabul etmeyen, sol düşmanı, kürtaja karşı, ana akım medyaya yalancı medya diyen AfD, politik jargonunu da Nazi kelimeleriyle doldurdu: çöpe atmak (entsorgen), yok etmek (entfernen), yalancı basın (Lügenpresse).
Bu yükselen dalgaya açıktan olmasa da sempati duyan büyük bir kesim oluşmaya başladı ve 2016 yılına gelindiğinde bugünkü seçim için çalışmalara da başlandı. İstatistiklere bakıldığında, 1998’den bu yana dakika hesabı ile her seçimde en çok konuşulan konu işsizlik ve sosyal eşitsizlik iken, bu seçimde mülteciler oldu. SPD ve CDU liderlerinin televizyon münazarasında bile vaktin yarısı bu konuya ayrıldığında herkese göre AfD orada yoktu ancak kendi gündemini televizyonda bu düzeyde tartıştırabilmişti. Elbette bu durum, kendini yeniden yaratan ve ırkçılığa propaganda şansı veren bir mecrayı yarattı. Bugünkü seçimlerde de PEGİDA ve AfD’nin zaferine tanık olduk.
Yanıt bekleyen sorular
Yanıtlanmayı bekleyen çok soru var: İşsizlik ve korku bu süreci nereye götürecek? Yabancıların durumu Almanya içinde bundan sonra nasıl olacak? Eski komünist Doğu Almanya topraklarında %33 oranında oy alarak birinci parti olan AfD’nin bundan sonraki politikası ne olacak? Merkel’in CDU’sunun tarihi kaybından sonra parti içindeki muhalefetin sesi ne oranda artacak? FDP’nin iktidar koalisyonuna girmesi halinde sosyal haklar ve eşitsizlik ne derece değişecek? SPD’nin artık tarihsel misyonundan uzaklaştığı ve sönümlendiği bu durumda sosyal demokrat idealleri kim sahiplenecek ve gittikçe muhafazakarlaşan SPD tabanı nasıl davranacak? Büyük ihtimalle iktidar ortağı olacak olan Yeşiller’in Türkiye ile ilgili tutumu nasıl biçimlenecek? Aslında belki de en önemlisi, Sol Parti’nin seçim öncesinde işsizlik, sosyal adalet, sağlık sistemi, işçi hakları gibi konularda konuşmasına rağmen mülteciler gündemini değiştiremeyip yaşama soldan bir müdahale yapamamasının faturası ne olacak?
Bunları zamanla göreceğiz, ancak kesin olan şu ki Almanya’da bugün ırkçılık ve faşizm bir mevzi elde etmiştir. Birçok kişi için yaşam daha da zorlaşacak, ekonomik çelişkiler daha da derinleşecektir. Neo-liberal iktisat politikalarının yıkıcı etkilerinin ırkçılık olarak yükselişi Almanya’ya özgü değil elbette. Ancak Avrupa üzerinde gezinen hayalet, Nazizmin hayaleti haline geliyor. Son olarak, Erdoğan’ın bu denklem içinde nasıl bir tutum alacağı da merak konusu. Çünkü ne büyük ihtimalle koalisyonu kuracak CDU, Yeşiller ve FDP ne de muhalefetteki AfD, Türkiye ile ilişkilerinde Erdoğan yanlısı bir tutum sergiliyorlar. Ancak yine de ne olursa olsun sermayenin çıkarları ön planda olacağından, AfD’nin bu yükselişi, mülteciler konusunu bir koz olarak kullanan Erdoğan açısından da karlı bir ele dönüştürülebilir.