Michael Hudson: ABD’nin NATO ile Rusya arasındaki çatışma yoluyla hedeflediği en acil stratejik hedef, başta Almanya’nın aleyhine olmak üzere petrol ve gaz fiyatlarının artmasıdır. ABD petrol şirketlerinin kârlarına ve borsa kazançlarına ek olarak, daha yüksek enerji fiyatları Alman ekonomisindeki ivmeyi büyük ölçüde düşürecektir.
Makroskop’un internet sayfasında 04.03.2022 tarihinde sunulan bu makale, İngilizceden (orijinal) Almancaya biraz kısaltılmış olarak tercüme edilmiş ve Cengiz Onur tarafından Almancadan Türkçeye çevrilmiştir.
Makaleyi kaleme alan Michael Hudson, Uzun Vadeli Ekonomik Kalkınma Enstitüsü’nün (ISLET) Başkanı, bir Wall Street finansal analisti ve Kansas City, Missouri Üniversitesi’nde iktisadi araştırma dalında profesör olarak faaliyet gösteren bir kişi. “Süper emperyalizm” kavramını literatüre sokan dünyaca ünlü bir sosyal bilimci ve iktisatçı.
Kendisi, 2008 yılından iki yıl önce, Harper’s Magazine’nin bir kapak haberinde, ABD emlak piyasasındaki spekülatif balonun yakın gelecekte patlayacağına ve bunun tüm dünya ekonomileri için doğurabileceği sonuçlara dikkat çekmişti. Malum, o zamanlar, medya, sermaye tapınakları ve merkezlerinin bilmek ve duymak istemediği ikazlardı bunlar. Hudson’un sadece akademik-bilimsel değil, aynı zamanda şahsi künyesi de ilginç. Minnesota Üniversitesi iktisat fakültesinden mezun babası Carlos Hudson (1908–2003) 1929 yılından itibaren Troçkist saflarda sivrilerek yoğun olarak sendika hareketi içinde yer aldı ve dolayısıyla da ailece devletin adaletsizliğine ve şiddetine maruz kaldı.
Troçki’nin kendisine kirvelik yaptığı Michael Hudson, Georg Lukács’ın eserlerinin İngilizce basımlarının haklarını ve Natalia Sedova’nın (Troçki’nin dul eşi) vefat etmesinden sonra Troçki’nin eserlerinin telif haklarını almayı başarmıştı.
Soğuk savaş 2.0
Almanya, Amerika’ya üçüncü kez nasıl mağlup oldu?
Michael Hudson | 28.Şubat 2022
Döviz ve SWIFT yaptırımlarına yanıt olarak Rusya, emtia ihracatını durdurabilir. Çin buna ortak bir protesto ile katılırsa, Batı ekonomileri ağır bir şokla karşı karşıya kalacaktır.
1970’lerde Hudson Enstitüsü’nde birlikte çalıştığım eski patronum Herman Kahn, kendini beğenmiş bir şekilde Los Angeles’taki lise öğretmenlerinin ne dediğini ve 1940’larda ve 50’lerde çoğu liberal için revaçta olan zamanın hâkim ruhunu hatırlatıp dururdu: “Savaşlar hiçbir zaman bir şeyi çözmedi.” Hiçbir şeyi değiştirmedikleri için de yapılmamalı.
Herman’ın kendisi aynı fikirde değildi ve savaşların dünya tarihinde çözdüğü veya en azından değiştirdiği her türlü şeyin listesini yaptı. Kendisi haklıydı – ve bizler böylece Ukrayna’daki Yeni Soğuk Savaş’ın bugünkü yüzleşmesinde her iki tarafın hedeflerine ulaşmış bulunuyoruz.
Bugünkü Yeni Soğuk Savaş neyi değiştirmeye veya “çözmeye” çalışıyor? Bir cevap bulmak için savaşı kimin başlattığını sormak gerekir. Her zaman iki taraf vardır – saldıran ve saldırıya uğrayan. Saldırgan, belirli sonuçlarla ilgili öngörülerde bulunur, saldırıya uğrayan ise, durumdan istismar edebileceği kasıt dışı sonuçları çıkarsamaya çalışır. Bu durumda, her iki tarafta da amaçlanan sonuçlar ve özel çıkarlar konusunda bir düello vardır.
Rusya’nın saldırı savaşının etkisi altında pek çok kişi için alaycı gibi görünebilir; ancak 1991’den bu yana baş askeri aktör ve saldırgan ABD olmuştur. ABD, Varşova Paktı ve NATO ülkelerinin karşılıklı silahsızlandırmasını reddettiği için, “barıştan temettü” çıkmadı.
Bunun yerine, Clinton yönetimi ve sonraki yönetimler tarafından izlenen politikalar 30 yıllık farklı bir temettü sağladı: Burada, Batı Avrupa ve diğer Amerikan müttefiklerinin dış politikasının kendi iç sorumluluklarından çıkıp ABD’ye yönelik bir “ulusal güvenlik” Blob’una (adıyla anılmaması gereken özel ve gizli çıkarları ifade eden bir kelime) kaymasıyla oluşan NATO’nun yeni bir askeri genişleme biçimi söz konusu. (1) Böylece NATO, iç ekonomik çıkarlara hükmedecek kadar ileri giderek, Avrupa’nın dış politikasında karar alma organı haline geldi.
Rusya’ya yönelik son baskın, Ukrayna rejiminin 2014 yılından sonra uyguladığı Rus karşıtı etnik şiddet, ABD’nin çıkarlarını tehdit altında hissetmesiyle doğrudan ilişkili: ABD’nin NATO müttefikleri ve diğer Dolar bölgesi uyduları üzerindeki ekonomik ve siyasi nüfuzunu kaybetme riski. Çünkü bu ülkeler en büyük kazançlarını Çin ve Rusya’yla ticarette ve yatırımlarını bu yönde genişletmekte görebilirler.
ABD’nin hangi amaç ve çıkarlarının tehdit altında olduğunu anlamak için, bu “Blob”u, yani görünüşte demokratik siyasetin gözlüğüyle açıklanamayan ABD hükümetinin merkezi planlarını algılamak gerekir. Çünkü Kongre’de veya eyaletlerinde, kendi seçim bölgelerini temsil eden ABD senatörlerinin ve temsilcilerinin politikaları kesinlikle seçmenlerinin çıkarlarıyla uyumlu değildir.
Amerika’nın üç oligarşisi ABD dış politikasını nasıl kontrol ediyor?
ABD ekonomisi ve dış politikası, Cumhuriyetçilerin ve Demokratların siyasi programlarından ziyade, yalnızca askeri-sanayi kompleksi, petrol ve gaz (ve madencilik) kompleksi ve bankacılık ve emlak kompleksi açısından kavranabilir. En önemli senatörler ve kongre üyeleri, kendi eyaletlerinden ve ilçelerinden çok daha fazla, en önemli siyasi kampanya bağışçılarının ekonomik ve mali çıkarlarını temsil ederler. Bir Venn şeması (Şemayı bulan John Venn ile adlandırılan bir temel küme gösterimi-Ç.), bugünün Vatandaşlık Sonrası Birleşik Dünyasında (post-Citizens United World) ABD’li politikacıların seçmenleri değil, kampanya bağışçılarını temsil ettiğini gösterecektir.
Kendi politika yapıcılarını Dışişleri ve Savunma Bakanlığı’na getirmek için Senato ve Kongre’nin kontrolünü satın alan üç büyük oligarşik grup vardır. Birincisi, Askeri-Endüstriyel Kompleks (MIC – Military-Industrial Complex): Raytheon, Boeing ve Lockheed-Martin gibi silah üreticilerinin fabrikaları ve işyerleri hemen hemen her eyalete, özellikle de önemli kongre heyet başkanlarının seçildiği kongre bölgelerine geniş çapta dağılmış durumda. Bunların ekonomik temelleri, esas olarak NATO’ya, Orta Doğu petrol ihracatçılarına ve ödemeler dengesi fazlası olan diğer ülkelere silah satışlarından elde ettikleri tekel rantıdır. Bu nedenle, Rus saldırısından hemen sonra, bu şirketlerin hisse senetleri yukarıya fırlamış ve borsada iki gün boyunca bir artışa yol açmıştı. Yatırımcılar, “Pentagon kapitalizmi” (Seymour Melman) dünyasındaki bu savaşın, tekel kârları ve savaş endüstrisi için ulusal bir güvenlik garantisi olduğunun farkına varmıştı.
Kaliforniya ve Washington’dan senatörler ve kongre üyeleri, geleneksel olarak, sağlam askeriye yanlısı olan güney eyaletleriyle birlikte MIC’yi temsil ediyorlar. Geçen haftaki askeri tırmanış, NATO ve diğer ABD müttefiklerine silah satışlarının artmasını vaat ediyor. Almanya, savunma harcamalarını GSYİH’nın yüzde 2’sinin üzerine çıkarmayı hemen kabul etti.
İkinci büyük oligarşik blok, madencilik sektörünün (OGAM – oil and gas sector, joined by mining) yer aldığı petrol ve gaz sektörüdür. Bu kompleks, Amerika’nın topraktan doğal kaynakları çıkaran ve atıklarının çoğunu atmosfere, okyanuslara ve su kaynaklarına döken şirketlere hükumetlerin sağladığı özel vergi indirimlerinden kâr sağlıyor. Gayrimenkul ve diğer varlıklar üzerinden sağladıkları ekonomik getirileri ve sermaye kazançlarını maksimize etmeye çalışan bankacılık ve gayrimenkul sektörleri gibi; bu OGAM sektörünün amacı da doğal kaynaklardan elde edilen kazancı en üst düzeye çıkarmak için enerji ve hammadde fiyatını mümkün olduğunca yükseltmektir.
Kuzey Akım 2 boru hattının Batı Avrupa ve Rusya ekonomilerini daha da birbirine yakınlaştırıp bağlamakla tehdit etmesine bir tepki olarak; dolar bölgesi petrol piyasasının tekelleştirilmesi ve kendisini Rus petrol ve gazından izole etmesi, bir yıldan fazla bir süredir ABD’nin en önemli önceliği oldu. Petrol, gaz ve madencilik şirketleri her ABD seçim bölgesinde temsil edilmiyorsa da, en azından yatırımcıları öyledir. Teksas ve batı yakasındaki petrol ve madencilik eyaletlerinden senatörler, OGAM’ın önde gelen lobicileridir ve Dışişleri Bakanlığı, ulusal güvenlik kisvesi altında bu sektör için özel vergi indirimlerini korumaktadır.
Buradaki tali politik hedef; çevre örgütlerinin petrol, gaz ve kömürü alternatif enerji kaynaklarıyla değiştirme hedefini baltalamaktır. Şimdiye kadar başarı sağladılar: Biden hükümeti açık deniz sondajının genişletilmesini destekledi, Atabasca’nın katranlı kumlarının dünyanın en kirli petrol kuyusu olmasına yol açan Kanada boru hattını teşvik etti ve ABD’de de hidrolik kırmayı (Fracking) canlandırdı.
Bu dış politika genişlemesi; petrol, gaz ve diğer hammadde yataklarının kontrolünü ABD şirketlerine bırakmak istemeyen diğer ülkelerin dünya pazarlarında ABD’li tedarikçilerle rekabet etmesini engellemeyi amaçlıyor. Rusya’nın (ve İran’ın) Batı pazarlarından izole edilmesi, petrol ve gaz arzını azaltacak ve buna bağlı olarak ABD’li enerji şirketleri için fiyatları ve şirket karlarını artıracaktır.
Oligarkların üçüncü büyük grubu, simbiyotik finans, sigorta ve gayrimenkul (FIRE– Finance, Insurance and Real Estate) sektörüdür. Wall Street’e ayarlı bu bankacılık ve emlak bloğu, ilçe düzeyinde MIC’den daha da geniştir. Wall Street’ten gelen, senatonun başında duran New York’lu senatör Chuck Schumer, uzun süredir kredi kartı endüstrisi ve Connecticut sigorta sektörü tarafından destekleniyor. Yurtiçinde, bu sektörün amacı arazi rantını ve artan arazi rantından kaynaklanan “sermaye” kazançlarını maksimize etmektir. ABD’li FIRE sektörü ayrıca, ABD’nin elindeki kredi yaratma ayrıcalığını güvence altına almak, devlet altyapısını ve kamu hizmetlerini rant peşinde koşan tekellere dönüştürmek ve sağlık, eğitim, ulaştırma, iletişim ve bilgi teknolojileri gibi temel hizmetleri en yüksek fiyatlarla sunabilmek için dış ekonomilere erişimini güçlendirmek istiyor.
Diğer bir deyişle, FIRE, MIC ve OGAM sektörleri, günümüzün sanayi sonrası finans kapitalizmine hâkim olan üç rant sektörüdür. Bunların ortak servetleri, Rusya’nın askeri işgalinden sonra MIC ve OGAM hisse senetleriyle birlikte yükseğe fırlamıştır. Sonuç olarak Rusya’nın batı finans sisteminden ve kısmen SWIFT’den dışlanması – Avrupa ekonomilerinin Rus enerjisinden ayrılmasının olumsuz etkisi ile birleştiğinde – dolarize finansal menkul kıymetlere yüksek bir akışı teşvik ediyor.
Bugün ABD dış politikasında ne imalatın ne de tarımın baskın bir rol oynamamasının nedeni budur. Amerika’nın üç baskın rant grubu arasındaki politik hedeflerin birbirine yakınlaşması, işçilerin ve hatta MIC dışındaki sanayi sermayesinin çıkarlarını göz ardı etmektedir. Bu yakınlaşma, günümüzün sanayi sonrası finans kapitalizminin tanımlayıcı özelliğidir. Burada esasen söz konusu olan; istihdam politikasından ve endüstriyel sermayeden koparak, ekonomik rant arayışına geri dönmektir.
Bugün anlaşılması gereken dinamik, bu oligarşik “Blob”un, Rusya’ya yönelik geniş çaplı batılı tehditlere ilaveten Ukrayna’nın doğusundaki Rusça konuşulan Luhansk ve Donetsk eyaletlerine yönelik giderek artan şiddetli saldırılara direnmek için Rusya’nın açıkça “yap ya da öl” paradoksuna nasıl zorladığıyla ilgilidir.
Soğuk Savaş 2.0’ın hesaplanan sonuçları
Başkan Biden’ın açıkladığı gibi, ABD tarafından yönetilen mevcut askeri gerginlik (“ayıyı kışkırtma”) gerçekten Ukrayna ile ilgili değil. Biden, hiçbir ABD askerinin çatışmaya dahil olmayacağını başından beri açıkça belirtti. Ancak kendisi bir yıldan fazla bir süredir, Almanya’nın sanayiye ve konutlara Nord Stream 2’den ucuz gaz tedarik etmeyi bırakmasını ve bunun yerine çok daha pahalı ABD’li tedarikçilere yönelmesini talep ediyor.
ABD yönetimi başlangıçta boru hattının yapımını engellemeye çalışmıştı. İnşasına yardım eden şirketlere yaptırım uygulandı, ancak sonunda Rusya boru hattını kendisi tamamladı. ABD daha sonra, Almanya ve Avrupa’nın geri kalan diğer ülkelerinin, muhtemelen siyasi veya ekonomik tavizler elde etmek için Rusya’nın doğalgaz kesintisinden kaynaklanan bir ulusal güvenlik tehdidiyle karşı karşıya olduğunu iddia ederek, geleneksel olarak yumuşak konuşan Alman politikacılara baskı yaptı. Somut Rus talepleri tespit edilemediği için bu tehditlerin varlığı kanıtlanamadı. Ancak Almanya, Nord Stream 2’nin resmi olarak işletmeye alınmasına izin vermeyi reddetti.
ABD’nin Yeni Soğuk Savaş’taki temel hedeflerinden biri, ABD’nin sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) arzı üzerinde bir tekel yaratmaktır. Halihazırda Donald Trump yönetiminde Angela Merkel; Alman pazarına doğal gaz boşaltması düşünülen ABD tankerleri için yeni liman tesisleri inşa etmek amacıyla bir milyar dolar harcama sözü vermeye zorlandı. Demokratların Kasım 2020’deki seçim zaferi ve ardından Merkel’in Alman siyasetinden ayrılması bu liman yatırımının iptaline yol açtı. Bu da, Almanya’nın, evlerini ısıtmak, elektrik tesislerine güç sağlamak ve gübre üreterek tarımının üretkenliğini korumak için Rus doğalgazını ithal etmekten başka gerçek bir alternatifi olmadığı anlamına geliyor.
ABD’nin NATO ile Rusya arasındaki çatışma yoluyla hedeflediği en acil stratejik hedef, başta Almanya’nın aleyhine olmak üzere petrol ve gaz fiyatlarının artmasıdır. ABD petrol şirketlerinin kârlarına ve borsa kazançlarına ek olarak, daha yüksek enerji fiyatları Alman ekonomisindeki ivmeyi büyük ölçüde düşürecektir.
Böylece bu durum Amerika Birleşik Devletleri’nin bir yüzyıl içinde üçüncü kez Almanya’yı yeneceğine işaret ediyor – ve ABD’nin her seferinde ithalat ve siyasi liderlik üzerinden kendisine daha fazla bağımlı bir Alman ekonomisi üzerindeki kontrolünü artırarak, NATO’ya karşı herhangi bir milliyetçi direnişe set çekiyor.
Daha yüksek benzin, ısıtma ve diğer enerji fiyatları aynı zamanda ABD’deki ve başka yerlerdeki (özellikle de Enerji açığı olan Küresel Güney’deki ülkelerdeki) tüketicileri vuracak ve yerel piyasalarca üretilecek mal ve hizmetler için daha az para bulunmasına neden olacaktır. Bu; yoksullaşan ev sahiplerinin ve yatırımcıların marjinalleştirilmesiyle sonuçlanabilir, bu da ABD’de konut ve ticari mülk sahipliğinin daha da yoğunlaşmasının yanı sıra; diğer ülkelerin gerilim altındaki mülk sahiplerinin artan ısınma ve enerji maliyetleriyle karşı karşıya kalmalarına neden olabilir. Ancak bu, post-endüstriyel Blob tarafından tali bir hasar olarak görülmektedir.
Başta buğday olmak üzere gıda fiyatları da artacaktır (Rusya ve Ukrayna, küresel buğday ihracatının yüzde 25’ini oluşturuyor). Bu, Orta Doğu ve Küresel Güney’de gıda açığı yaşayan birçok ülkeyi sıkıntıya sokacak, ödemeler dengesini kötüleştirecek ve dış borcu temerrüde düşme riskiyle karşı karşıya bırakacaktır.
Rusya, döviz ve SWIFT yaptırımlarına tepki olarak emtia ihracatını engelleyebilir. Bu; kobalt, paladyum, nikel ve alüminyum gibi (üretimleri çok fazla elektrik tüketen ve bu metalleri daha pahalı hale getiren) önemli hammaddelerin tedarik zincirlerinin aksaklığa uğraması tehdidini ortaya çıkarmaktadır. Çin kendisini tehdit altında olacak bir sonraki ulus olarak görür ve ABD’nin düzenlediği ticari, mali savaş ve askeri tehditlerine karşı Rusya ile beraber ortak bir protestoya katılırsa, Batılı ekonomiler şiddetli bir şokla karşı karşıya kalacaklardır.
ABD’li Yeni Soğuk Savaşçıların uzun vadeli hayali, Rusya’yı parçalamak ya da en azından Yeltsin/Harvard Boys-Menajer-Kleptokrasisinin, yani oligarkların özelleştirmelerle Batı borsalarında para kazanmaya çalıştıkları düzenin yeniden tesis edilmesidir. OGAM hala Yukos ve Gazprom’un çoğunluk kontrolünü ele geçirmenin hayalini kuruyor. Wall Street, bir Rus borsa patlamasını tetiklemeyi arzuluyor. Ve MIC yatırımcıları, tüm bunları mümkün kılmak için daha fazla silah satma ihtimalinin sevincini yaşıyor.
Rusya’nın Planı: Amerika’nın istemediği sonuçlardan kâr etmek
Rusya ne istiyor? Her şeyden önce, 2014 Maidan katliamı ve darbesinin yarattığı neo-Nazi, Rus karşıtı çekirdeği ortadan kaldırmak istiyor. Rusya’ya göre Ukrayna nötralize edilmeli, bu da Rusya için esasen Ukrayna’nın Rus yanlısı olduğu ve Donetsk, Luhansk ve Kırım’ın kendi egemenliğinde olduğu anlamına geliyor. Böylece, Ukrayna’nın Çeçenistan ve Gürcistan gibi ABD’nin düzenlediği Rus karşıtı eylemlerin sahnesi olması engellenmek istenmektedir.
Rusya’nın uzun vadeli hedefi, Avrupa’yı NATO ve ABD egemenliğinden koparırken, Çin’le birlikte ekonomik olarak bütünleşmiş bir Avrasya’nın yer aldığı yeni birçok kutuplu dünya düzeni yaratmaktır. Buna NATO’nun tamamen dağılması ve Rusya’nın zorladığı kapsamlı silahsızlanma ve nükleer silahlardan arındırma politikasını teşvik etmek de dahildir. Bu, yalnızca ABD’nin yurtdışındaki silah satışlarını sınırlamakla kalmayacak, aynı zamanda ABD’nin gelecekteki askeri maceralarına karşı yaptırımlara yol açacaktır. Bu, doların değer kaybını hızlandıracağından Amerika’ya askeri operasyonlarını finanse etmek için daha az kaynak bırakacaktır.
Artık her bilgili gözlemcinin, NATO’nun amacının savunma değil saldırganlık olduğunu ve artık NATO’ya eski Sovyetler Birliği’nden kalma herhangi bir bölgeden fethedebilecek eski kalıntıların kalmadığını bilmesi gerekir. Durum böyle olunca temel soru şudur: Avrupa daha fazla üyelikten kazanç sağlıyor mu? Rusya’nın bir daha asla Avrupa’ya girmeyeceği açık. Rusya’nın NATO’nun bu coğrafyada vekâletini genişletmesi ve Novorossiya’ya yönelik NATO destekli saldırıları geri çevirmesi dışında -Ukrayna’ya savaş açmak da dahil- kazanacağı hiçbir şey yok.
Avrupa’nın milliyetçi liderleri (sol büyük ölçüde ABD yanlısı), ülkelerinin acaba neden yalnızca kendilerini tehlikeye atan ABD silahları için ödeme yapmaları gerektiğini, Amerikan sıvılaştırılmış gaz ve enerjisi için daha yüksek fiyatlar, Rus ürünü tahıl ve hammaddeler için daha fazla ödeme yapmak zorunda olduklarını; aynı zamanda ihracat pazarlarını kaybetmeyi ve Rusya’daki barışçıl yatırımlardan kar elde etme fırsatını kaçıracaklarını – ve belki Çin’i de kaybetme ihtimalini de sorgulayacak mı?
Yakın tarihte Afgan rezervlerinin çalınmasının (ve İngiltere Bankası’nın Venezüella’nın altın varlıklarına el koymasının) ardından ABD’nin Rusya’nın döviz rezervlerine el koyması, tüm ülkelerin dolar standardına bağlılığını ve dolayısıyla doların dünya merkez bankaları tarafından bir rezerv para birimi olarak görülmesini tehdit ediyor. Bu, birbirlerinin para birimlerinin karşılıklı mülkiyetine dayanan Rusya ve Çin’in halihazırda başlattığı uluslararası dolarsızlaştırma sürecini hızlandıracaktır. Uzun vadede Rusya, herhalde Çin ile birlikte, ABD’nin hakim olduğu IMF ve Dünya Bankası’na bir alternatif sunabilecektir.
Amerikan Blob’u gerçekten NATO savaşının sonuçlarını düşündü mü?
ABD’nin Çin’i Rusya’yı kınamak için ABD’ye katılmaya ikna etme çabaları neredeyse bir kara mizah. ABD dış politikasının en büyük istenmeyen sonucu, Rusya ve Çin’in İran, Orta Asya ve diğer ülkelerle birlikte Yeni İpek Yolu Projesi çerçevesinde bir araya gelmesi oldu.
Soğuk Savaş’ın sonunda, Rusya yeni bir dünya düzeni yaratmanın hayalini kurdu. Ancak Avrupa ekonomisi esasen parçalandıktan sonra, Rusya ve Afganistan’dan aldığı rezervlerle geride kalan ABD, geleceğe yönelik destek alma becerisine sahip olmadan kendi maceraperestliğiyle dünyayı tamamen yeni bir düzene itti.
(1) Blob: Söz konusu edilmemesi gereken özel çıkarları ifade eden bu kelime, bir çeşit kabarma, damla, leke, topak olarak ta tasvir edilebilir – Ç.
Çeviriyi yapan Cengiz Onur’dan not:
Michael Hudson’un tahmin ettiği gibi, ABD bariz bir şekilde daha şimdiden kendi silah teknolojisini Avrupa’ya pompalamaya başladı. ABD silah teknolojisi devlerinden Lockheed Martin yakında Alman Hava Kuvvetlerine sayısı şimdilik 35 kadar olabilecek F-35 savaş uçağını satabilecek. Şansölye Scholz, savaşın başlamasından dört gün sonra, 27 Şubat’ta yaptığı hükümet açıklamasında, bunu açıkça belirtmişti. Bu silahların Alman ordusunun ekipmanında iyi bir ilerleme kaydedeceğini belirten Almanya Savaş Bakanı Christine Lambrecht’e refakat eden Hava Kuvvetleri Müfettişi Ingo Gerhartz ise büyük bir sevinç içinde güya “dünyanın en modern savaş uçağı” olan bu F-35’ler ile hedefin Putin’i korkutmak olduğunu belirtiyor. Elbette bu işin içinde burjuva medyanın da lanse ettiği şu hesaplarda var: NATO’nun sözde nükleer paylaşım kavramına yeni bir soluk getirmek, yani Alman ordusunun ABD nükleer bombalarını taşımasına ve gerekirse bunları kullanmasını olanak sağlamak.
İngilizce: https://michael-hudson.com/2022/02/america-defeats-germany-for-the-third-time-in-a-century/
Almanca: https://makroskop.eu/08-2022/wie-deutschland-zum-dritten-mal-von-amerika-besiegt-wird/