Sevil KURDOĞLU yazdı: 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Sosyal Refah Bakanı olan, 31 Mart 1871’de doğan Alexandra Kollontai’ın bugün 150. doğum günü. Kollontai bir devrimci Marxistti ve onun için kadınların özgürlüğü kapitalist toplumdaki yapısal engelleri ortadan kaldırmakla işe başlamayı gerektiriyordu. Ancak yapısal engellerin ortadan kalkması ile yoksul/çalışan kadın kitlelerinin özgürlüğe adım atmaları sağlanabilirdi.
5 Mart 2020’de ünlü New York Times gazetesinde Gus Wezerek* ve Kristen R. Ghodsee* imzalı, üzerinde çok konuşulan bir yazı yayımlandı. Yazının başlığı, ‘’Kadınların Ödenmemiş Emeği 10,9 trilyon Dolar Değerinde’’ (1) idi. Yazı Oxfam’ın yaptığı bir analizdeki bulgulara dayanıyor. ‘’Bu gölge emeğin değeri 10,9 trilyon dolar, geçen yılın Fortune Global 500 listesindeki Walmart, Apple, Amazon da dahil en büyük 50 şirketin gelirinden fazla.’’
Yazıya göre, ‘’Karşılığı ödenmemiş emek -Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün [OECD]rutin ev işi, hane için gerekli malların alış verişi, çocuk bakımı, yaşlıların ve diğer ev halkı üyesi olan veya olmayan üyelerinin ihtiyaçlarının gözetimi ve evi sürdürmeye ilişkin diğer karşılığı ödenmemiş işler için harcanan zaman olarak tanımladığı- ekonomistlerce büyük ölçüde görülmez.’’ ‘’Çocukların, yaşlıların ve hastaların aile içinde karşılıksız bakılmasına dair geleneksel beklentiler bu işin gerçek elonomik değerini gizler.’’ Yazarların buradaki ‘geleneksel beklentilerden’ kastettiği elbetteki egemen ideolojinin birleşenlerinden biri olan patriyarkal ideoloji ya da kısaca patriyarkanın kadınlar hakkındaki fikirlerinin egemenliğinden kaynaklanıyor.
Yazarlar ödenmemiş emeğin cinsiyetler arasındaki karşılaştırmasını da yapmışlar, yazıdaki OECD kaynaklı tabloya bakıldığında, OECD ülkeleri arasında bu farkın en yüksek olduğu ülke Hindistan. Hindistan’da kadınlar haneyi ve hane üyelerini idame ettirmek için günde 6 saat çalışırken erkekler sadece 52 dakika çalışıyorlar. Farkın en yüksek olduğu ikinci ülke, yani sondan ikinci ülke ise Türkiye. Türkiye’de kadınlar her gün evde 5 saatten fazla çalışmayla dünyada en çok çalışan kadınlar sıralamasında Hindistan ve Portekiz’den sonra üçüncü gelirken erkekler 1 saatten biraz fazla çalışmayla Japonya, Güney Kore ve Hindistan’dan sonra en az çalışanlar arasında dördüncü geliyorlar. Bu makasın en daraldığı ülkeler ise çocuk ve yaşlı bakımının ciddi kamusal programlarla desteklendiği Kuzey ülkeleri. Örneğin İsveç’te kadınlar ev içinde 3,5 saatten biraz fazla çalışırken erkekler erkekler 3 saatten biraz az çalışıyorlar. İsveç’i Danimarka, Kanada, Finlandiya takip ediyor.
Geçen yıl başlayan pandemiyle birlikte Türkiye’de ve dünyada başta çocukların ve yaşlıların bakımı olmak üzere kadınlardan beklenen, ‘geleneksel’ olarak kadınlardan beklenen işlerin yükü daha da arttı. Bunun en önemli nedeni tabii ki, çocukların eğitiminin de büyük ölçüde evden yapılması oldu. Erkeklerin de evden/uzaktan çalıştığı orta sınıf ailelerde de bu durum değişmedi. Türkiye’de de dünyada da çocukların uzaktan eğitimini çoğunlukla kadınlar üstlendi.
Türkiye’de kadınlar yaygınlaşan işsizlikten de nasiplerini aldılar. Sadece sırtlarına yüklenilmiş ve onları hem eve bağlayan hem de yüklerini misliyle arttıran sarfettikleri karşılıksız emek yüzünden değil, aynı zamanda da yaygınlaşan işsizlik kadınları daha çok vurdu. DİSK-AR’ın Şubat 2021’de yayımladığı raporda bunu açıklıkla görüyoruz: ‘’İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu’’na (2) göre, ‘’Kadın işgücü son bir yılda 867bin kişi azalarak 10 milyon ve erkek işgücü ise 538 bin azalarak 21 milyon 343 bine geriledi. Böylece son bir yılda toplam işgücü yüzde 4,3, erkek işgücü yüzde 2,5 ve kadın işgücü yüzde 8,2 azaldı. Ücretsiz izin uygulamalarının başlamasıyla beklendiği üzereişbaşında olanların sayısında ciddi düşüşler meydana geldi. Buna göre işbaşında olanların oranı kadınlarda ciddi bir biçimde azalmaya devam ediyor. İşbaşında olanların toplam sayısı son bir yılda yüzde 8,1, erkeklerin sayısı yüzde 6,5 ve kadınların sayısı yüzde 11,5 azaldı. (Tablo1, Tablo2)’’ Toplam işgücü işinde kadın işgücü %8,2 azalmış, çok ciddi bir düşüş bu. İşini kaybeden kadınların sayısı (867 bin) işini kaybeden erkeklerin sayısının (538 bin) göre 1,6 misli. Kadınlar pandemide daha da yoksullaştılar ve ‘eve ekmek getiren’e daha da bağımlı hale geldiler.
Yukarıda bahsettiğim New York Times’taki yazının yazarı Kristen Ghodsee, ‘’Socialists Have Long Fought For Women’s Liberation – Sosyalistler Uzun Zamandan Beri Kadınların Özgürlüğü İçin Mücadele Etmektedirler’’ başlıklı Jacobin’de çıkan yazısında (3), Bebel’in 1879’da yayımlanan Die Frau und der Sozialismus – Kadın ve Sosyalizm kitabından bahisle, ‘’ ‘Gelecekteki toplumun kadınları sosyal ve ekonomik olarak bağımsız olacaktır,’ diye yazdı Bebel. …. Kızların eğitimini, kadınların oy hakkını ve sendikalara, mesleklere eşit erişimini savundu. Bebel ayrıca boşanma koşullarının gevşetilmesini, ev işinin toplumsallaştırılmasını ve evlilikteki bütün hesaplamaların kaldırılmasını savundu.’’ Sosyalist literatürde türünün ilki olan Bebel’in kitabı bir kuşak sosyalist kadın üzerinde çok etkili oldu. Bunlardan biri de Finlandiyalı-Rus devrimci Alexandra Kollontai’dı. ‘’Kendi anlattığına göre, Bebel’in Kadın ve Sosyalizm kitabını okumak genç Alexandra Kollontai’ı radikalleştirdi.’’
31 Mart 1871’de doğan ve 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Sosyal Refah Bakanı olan Kollontai’ın bugün doğum günü. Kollontai bir devrimci Marxistti ve onun için kadınların özgürlüğü kapitalist toplumdaki yapısal engelleri ortadan kaldırmakla işe başlamayı gerektiriyordu. Ancak yapısal engellerin ortadan kalkması ile yoksul/çalışan kadın kitlelerinin öveaö zgürlüğe adım atmaları sağlanabilirdi. Bu fikirler tarihsel olarak ütopik sosyalistlere kadar geriye gider. ‘’Ev işinin değerlenmesi için toplumsallaştırılması fikri 1840’lar Fransa’sındaki ütopik sosyalist Flora Tristan’a kadar gider. On yıllar sonra, Alman sosyalist Lily Braun annelik sigortası adını verdiği fikirle ortaya çıktı ve Alman sosyalist Clara Zetkin çocuk bakımı ve ev işinin toplumsallaştırılması fikrini tam olarak geliştirdi. 1917’den sonra Sovyetler Birliği’nde, Lenin’in desteğiyle ve özellikle sosyal refah bakanı olan Kollontai ile teori gerçek oldu. Kollontai çocuklar için evlerin kurulması yoluyla çocuk bakımını toplumsallaştırmayı gerçekleştirmeye koyuldu. İnsanların yemeklerini yiyeceği kamusal kantinler kurmak istedi. Kamusal çamaşırhaneler kurmak istedi. Yama yapma kooperatifleri kurmak istedi, çünkü o zaman yama yapmak kadınların evlerinde yaptıkları büyük bir işti ve kollektif olarak yapılırsa daha etkin bir şekilde yapılacağını, tek tek kadınların üstündeki bir yük olmaktan çıkacağını düşündü.’’ (4)
Kollontai’ın Ekim Devrimi’nden önce, 1916’da yazdığı ‘’Çalışan Kadın ve Anne’’ başlıklı broşürde Çarlık Rusya’sındaki dört ayrı kadının hamilelik ve annelik deneyimini anlatır: ‘’Fabrika müdürünün karısı Maşenka’’, ‘’Çamaşırcı kadın Maşenka’’, ‘’Ev hizmetinde çalışan Maşa’’ ve ‘’Tekstil boyama işçisi Maşa’’. Fabrika müdürünün karısı Maşenka dışındaki diğer kadınlar için bu durum mutlu bir bekleyişten çok endişelerle doludur: doktor gerekirse nereden bulacaklar, işe geri dönebilecek mi, dönerse çocuğa kim bakacak, işteyken çocuğunu emzirebilecek mi, bakım masraflarını karşılayabilecek mi, hastalanırsa ne yapacak gibi endişelerle dolu bir bekleyiştir.
‘’Maşenka hanımefendilerin ve Maşenka çamaşırcı kadınların olmadığı bir toplum, bir halk, bir topluluk düşünün. Parazitlerin ve ücretli işçilerin olmadığı. Herkes aynı miktarda çalışıyor ve buna karşılık olarak toplum herkese bakıyor ve yardım ediyor….. Artık ne bir hanımefendi ne de bir hizmetçi fakat sadece bir yurttaş olan Maşenka hamile olduğu zaman kendisine ve çocuğuna ne olacağı hakkında endişelenmesine gerek yoktur.’’ (5)
‘’Şehir, yerel yönetim veya sigorta idaresi, parasını kendileri karşılamak suretiyle yeterli miktarda: (i) Doğum evleri. (ii) Yalnız ve işi olmayıp hamile ve emziren kadınlar için evler (Fransa’da, Almanya’da ve Macaristan’da olduğu gibi). (iii) Anneler ve küçük çocuklar için ücretsiz tıbbi muayene, böylece doktor hamilelik sürecini izleyebilir, anneye çocuk bakımı hakkında tavsiyelerde bulunabilir, ne yapacağını söyleyebilir. (iv) İngiltere’de İşçi Kadınlar Birliği tarafından yaptırılanlar gibi hasta çocuklar için klinikler. (v) Annelerin işe giderken iki ile beş yaş arasındaki çocuklarını bırakabilecekleri kreşler. Bugün anne yorgun argın işten dönüp biraz sessizliğe ve dinlenmeye ihtiyacı varken hemen tekrar acıkmış, üstü-başı kirlenmiş çocuklarıyla ilgilenmek zorunda. Karınları doyurulmuş, temiz ve anlatacakları haberlerle sabırsızlanan küçükleri kreşten, daha büyük olanları ev işlerine yardım etmeyi öğrendikleri ve evde annelerine yardım etmeleri öğütlenen daha kindergartenden almak anne için en büyük yardımdır. (vi) Genç kızlar ve anneler için ücretsiz olan çocuk bakımı kursları. (vii) Fransa’da başlandığı gibi, hamile ve emziren kadınlar için ücretsiz kahvaltı ve akşam yemeği.’’ (ibid)
Kollontai’ın bu yazısı ve talepleri bu konuda yazdığı ve devrimden sonra çok daha ayrıntılandırılarak pratiğe geçirilen onlarca, belki yüzlerce makale, broşür, kongre kararlarından sadece bir tanesi. Günlük yaşamın çok sıradan gibi görünen rutinleri, önceki kuşaklardan devralınmış sorumlulukları ve alışkanlıkları ile inşa edilmiş halini yıkıp yeniden inşa edersek ancak kadınlar özgür, eşit, üretken ve söz sahibi yurttaşlar olabilirler. Okuyucunun dikkatini çekmek istediğim nokta şu, bugün bile, yani yazının yazılışından 125 yıl sonra, pek çok ülkede olmayan hizmetler bunlar. İnsanlık tarihinin en zengin ülkesi sayılan Amerika’da bile pek çoğu yok bu hizmetlerin.
Türkiye’ye bakalım: (i) Doğum evleri. Sağlık hizmetleri içerisinde bu talebin karşılandığını var sayalım. (ii) ‘’Yalnız ve işsiz’’ yani ne kendi sigortası var, ne sigortasından yararlanabileceği biri var, ama hamile kadınlar için evler. Bunun ne kadar insanca, ne kadar özgürleştirici, kadınları kimseye muhtaç bırakmayan bir talep olduğunun farkına varmamak imkansız. Söylemeye gerek yok ki, bu talep yoksul bir kadını kendisine eziyet eden bir erkekle birlikte olmak mecburiyetinden de kurtarıcı, dolayısıyla kadına eziyeti azaltıcı bir önlemdir. (iii) ve (iv) Sağlık hizmeti çerçevesinde karşılandığını kabul edelim. (v) Çalışan ve çocuk sahibi anneler için ve tabii çocuklar için de inanılmaz bir destek olan bu ücretsiz kreşler ve kindergartenlerin anneler ve çocuklar açısından yaratacağı toplumsal iyiliği düşünemiyorum bile! Türkiye’de bırakın olmasını, kopyasının kopyasının bile olmadığını söylemeye gerek bile duymuyorum. Yine eklemeden geçemeyeceğim: bu aynı zamanda kadını kendisine eziyet eden erkekten koruyucu bir toplumsal tahkimattır. Kadın, ‘çocuklarıma nasıl bakarım?’ diye düşünerek iştemediği bir birlikteliğe hapsolmak zorunda kalmaz. (vi) Ücretsiz ve uzmanlar tarafından verilen çocuk bakımı kursları, genç anneler için tabii ki önemli. Türkiye’de belki büyük şehir belediyelerinin açtığı benzeri kurslar olabilir. Ama çalışan kadınların gidebilmesi izin alamayacakları için mümkün değildir. (vi) Ne müthiş bir destek bu. Hamile ve emziren kadınlar için ücretsiz, özenle hazırlanmış sabah kahvaltısı ve akşam yemeği. Evli olup olmadıklarını kimsenin sormadığı sadece kadına hamile ya da bebeği olduğu için verilen bir yardım.
Biz sosyalistlerin bakış açısı böyle, yaşamı hem doğurganlığı hem de ailesindekilerin bakımını üstlenmiş olmasıyla yeniden üreten kadınlara en iyi korumayı nasıl sağlayabiliriz diye ayrıntılı bir şekilde düşünüp, kadının yükünü olabildiğince toplumsallaştırmak talebini yükseltmek vazgeçemediklerimizden.
Türkiye’de sosyalist kadınlar çok yönlü bir mücadele yürütmek durumunda. Bir yandan liberal kapitalist toplum paradigması içerisindeki ve bütün kadınları kapsayan demokratik talepler için mücadele etmek, örneğin kadın cinayetlerine karşı mücadelede İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak. Diğer yandan yine aynı demokratik toplum paradigmasının vazgeçilmezi olan çalışanların/çalışan kadınların sınıfsal taleplerinden vazgeçmemek zorunda. Yani hem ‘’Sokaklar bizim! Kadın cinayetleri politiktir! İstanbul Sözleşmesi yaşatır!’’ diyeceğiz hem de Kod 29’a, mecburi izne çıkarmaya, iktidarın kıdem tazminatı fonuna, sosyal sigorta bütçesine el uzatmasına karşı çıkacağız, sendikalaşmanın ve toplu pazarlığın önündeki engellerin kalkmasını isteyeceğiz.
İyi ki doğdun Aleksandra Kollontai!
*: Gus Wezerek gazetenin ‘Opinion – Görüş’ bölümü yazarı ve grafik editörüdür. Kristen R. Ghodsee Pennsylvania Üniversitesi’nde Rusya ve Doğu Avrupa Çalışmaları profesörü ve ‘’Sosyalizmde Kadınların Niye Daha İyi Seks Yaşamları Vardır: Ve Ekonomik Bağımsızlık İçin Diğer Görüşler’’ adlı kitabın yazarıdır.
(1): https://www.nytimes.com/interactive/2020/03/04/opinion/women-unpaid-labor.html
(3): https://www.jacobinmag.com/2020/02/socialism-feminism-august-bebel-germany-social-democratic-party
(4): https://www.jacobinmag.com/2018/11/kristen-ghodsee-women-sex-under-socialism-eastern-bloc-communism
(5): https://www.marxists.org/archive/kollonta/1916/working-mother.htm