Ali Duran TOPUZ Artı Gerçek için yazdı: HDP Milletvekili Kenanoğlu, 2012’den sonra Alevilere yönelik yazılı taciz sayısının 37’yi bulduğunu dile getirdi. Bu ‘işaret’leme, sizi görüyoruz, sizi izliyoruz, sizinle derdimiz var diyor.
Daha geçenlerde Aleviler ve eşitlik meselesini doğrudan ilgilendiren bir eylem ve bir yazı gündemdeydi. Eylem, Adana’da Alevi evlerinin işaretlenmesi ve birinde de duvara “Kızılbaş” diye yazılmasıydı. HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu, 2012’den bu yana bu yazılı tacizlerin sayısının 37’yi bulduğunu TBMM’de dile getirdi, o da tespit edilebilenler. Bu “işaret”leme meselesi çok boyutlu bir tehdit içeriyor:
Öncelikle, sizi görüyoruz, sizi izliyoruz, sizinle derdimiz var, diyor. Gözaltındasınız diyor yani. İkincisi, fizik şiddeti davet eden bir sembolik şiddet içeriyor, bunu 12 Eylül öncesi Maraş, Sivas ve Çorum gibi kıyımlardan önce duvarların, kapıların işaretlendiğini hatırlayarak düşünürsek, fizik şiddetin uzakta olmadığını söylüyor. Yani sizi izliyoruz ve elimiz de boş değil diyor. Bu toplumsal planda eşitlik fikrinin hiç bulunmadığını, bulunduğu kadarının da tehdit altında olduğunu söylüyor. Bu saldırı, açık biçimde kimliğe bir saldırı. O halde kimliği savunma siyasal bir mesele olarak öne çıkıyor.
Yine Hürriyet yazarı ve iktidar blokunun içinde yar alan medya elemanlarından Abdülkadir Selvi, 25 Ağustos’ta “CHP’de cumhurbaşkanlığı rekabeti büyüyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıda şöyle diyordu: “Ekrem İmamoğlu, salt İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı gibi hareket etmiyor. İstanbul dükalığı ile Kürtlerle, Alevilerle ve ABD ile ittifaklar kuruyor.”
Bu cümle, Türkiye’de eşit görülmeyen iki büyük toplumu, Kürtler ile Alevileri dünyanın en büyük emperyalist gücüyle bir arada anarak, siyasal alanda varlıklarının ve siyasal hareketlerinin kriminalize edilmesi fikrine dayanıyor. Kimliği belirsiz kişilerin sokaklarda evlere koyduğu işaretler ile kimliği belirli gazeteci ya da siyasetçilerin isimlerini anarak verdiği işaret, aynı anlama geliyor ve aynı hedefi gözetiyor: “Sizi izliyoruz. Sizi görüyoruz. Sizin hareketlerinizi, ilişkilerinizi kayda geçiriyoruz.” Selvi’nin yazısındaki fikir, sadece bugünkü iktidarın üyelerinin ya da sempatizanlarının fikri değil, örneğin muhalefette yer alıp, hatta kendisine Marksist filan deyip, “Kürtler Amerika ile işbirliği yapıyor” laflarını söylemekten hicap etmeyen çok insan var.
Eşitsizliğe itiraza dönelim şimdi tekrar. Bu itirazı yürütecek kişi ya da grupların, toplumların karşısına birbirine zıt iki yol çıkar. Birinci yol, saldırı altında olan, tehdit altında olan kimliğini toplumdaki eşitsizlik piramidinin üst kesimine taşımak üzere hareket etmek, yani en nihayetinde merkezi büyük gücün, devletin nezdinde “makbul kimlik” olarak yer bulabilmek. Bu yolda eşitsizlik piramidine itirazdan çok o piramitteki yerini beğenmeme söz konusu. Diğer yol ise eşit yurttaşlık fikrini, eşitliğin temel olduğu bir toplum tasavvuru ile beraber savunmak ve bu fikir çerçevesinde siyaset yapmak. Birincisi, kimlikçi siyaset ikincisi ise kimlikten kaynaklansa bile kimlikçi denilemeyecek siyasettir. Kimlik siyaseti, siyaseten baskı ya da saldırı altında olan kimlik ise kaçınılmazdır; “kimlikçi siyaset” ise açık bir tuzak niteliği taşır.
Kimlikçi siyaset şampiyonu: Devlet
Hemen belirtelim ki, kimlikçi siyaset doğrudan kimliği tehdit altında olanların hatası biçiminde ortaya çıkmaz, eşitsizliği koruyan ve sürdürmek isteyen güçlerin, en neticede devletin yönelttiği bir yoldur o. Yani kimlikçi siyasetin en büyük oyuncusu ve fabrikatörü bizzat devlettir. Devlet derken, devleti yönetme güç ve kapasitesine sahip partilerin ve sosyal örgütlerin de bu eğilimi önde tuttuğunu vurgulamak gerekir. Bu yolun gideceği en iyi yer geçen 10 yıl içinde bir fotoğrafta ortaya çıkmıştı: Cami ve cem evinin aynı avluda olma projesi. Devleti yönetenlerin makbul addettiği Alevilerle anlaşmalı biçimde hayata geçirilmiş bir projeydi bu, zaman geçtikçe o projede cem evinin en fazla caminin bir müştemilatı olarak kavrandığı daha iyi anlaşıldı.
Bu türden sahte hoşgörü törenleri, devletin kimlikçi yanını deşifre etmekten başka işe yaramaz. Kaldı ki gerçek hoşgörü bile bu işin çözümü değildir. Hoşgörü değil eşitlik, imtiyaz değil eşitlik gerekir. Birkaç tatlı söz, bir iki sırt sıvazlama, üç beş imkan sağlama ve başını okşama ile çözülecek işler değil bunlar; başı okşayan el kafaya yumruk olarak inen el ile aynıdır çünkü. Devletin “Kürtlere hak” olarak sunduğu TRT Şeş ile Cami-Cemevi ortak projesi esasen aynı şeylerdi.