“AKP ve Erdoğan yürüttüğü savaş politikasının sonucu olarak Türkiye’ye gelen sığınmacıları iktidarının bekası ve ideolojik hattının çıkarları için kullanmaktan çekinmiyor. Sığınmacıları iktidar için AB’yle pazarlık, iç politikada yedek güç olmaktan öteye anlam taşımıyor. “
GÜLFER AKKAYA
AKP, emperyalistlerle beraber girdiği Suriye’den şimdi Rusya’nın “yardımı” ile çıkmaya çalışıyor. Bir yandan dış politikada ilişkileri düzeltme peşinden koşarken, diğer yandan yıllardır izlenen yanlış politikaların faturasını içeride ağır bedellerle halkla ödetmek istiyor. Bu bedeli elbette sadece Türkiye halkları değil, Suriye’deki savaştan kaçıp gelen milyonlarca sığınmacı da ödüyor.
Türkiye’de resmi rakamlara göre üç milyon Suriyeli sığınmacı olduğu söylenmekte. Başta İstanbul olmak üzere birçok şehirde Suriyeli sığınmacıları görmek mümkün.
Türkiye Cumhuriyeti mültecilikle ilgili kimi uluslararası anlaşmalara imza atmadığından savaştan kaçıp Türkiye’ye gelen Suriyeliler mülteci statüsünü dahi kazanamıyor, ancak sığınmacı statüsü elde edebiliyor.
AKP ve Erdoğan yürüttüğü savaş politikasının sonucu olarak Türkiye’ye gelen sığınmacıları iktidarının bekası ve ideolojik hattının çıkarları için kullanmaktan çekinmiyor. Sığınmacıları iktidar için AB’yle pazarlık, iç politikada yedek güç olmaktan öteye anlam taşımıyor. Hayatta kalabilmek ve yaşam standartlarını arttırmak için gözleri Avrupa’da olan Suriyeli sığınmacıları AB’ye karşı Demokles’in kılıcı olarak kullanıp, insan hayatını ticarete tahvil ederken, diğer yandan ülkenin demografik, siyasi, coğrafik durumunu etkileyecek politikalara malzeme etmeye çalışıyor.
Suriyeli Sığınmacılar ve Aleviler
Bunun en önemli örneğini Alevilere karşı uygulamaya geçirmeye çalıştığı Maraş Terolar köyünde görüyoruz.
Alevi köylerinin olduğu bölgeye kamp inşa etmeye başlayan AKP, haliyle Alevilerin haklı direnciyle karşılaştı.
Olanların basit ve masum bir mülteci yerleştirme planı olmadığını söyleyen Alevilerin, AKP’nin aklının gerisinde Alevilere yönelik yeni bir saldırı dalgası olduğu, Alevi coğrafyasının mülteciler kullanılarak bir kez daha Alevilerden arındırılması amacını güttüğü iddiası her geçen gün daha doğrulanmakta.
Yanı sıra kamplara yerleştirilecekler arasında IŞİD’cilerin olacağı kaygısı da azımsanmayacak ciddiyette bir iddia. Milletvekillerinin dahi giremediği bu kamplarda Cihatçı teröristlerin de kullandığı askeri kamuflajların üretildiği, bu örgütlere militan kazanıldığı ve hatta eğitim verildiği iddiaları gündemden hiç düşmüyor.
İnşası devam eden ve yapılması planlanan yeni sığınmacı kampları için Alevilerin yoğun yaşadığı bölgelerin seçilmesi AKP’nin bu konudaki gizli ajandası olduğu iddiasını güçlendiriyor.
AKP on dört yıllık iktidarı boyunca Aleviliği tanımlamaktan kendi Alevisini yaratmaya, Aleviler arasına ikilik koymaya dek çeşitli yöntemlerle Alevilere yönelik özel politikalar üretti. Son olarak Alevi yerleşkelerine kamp yapma planıyla fiziki bir saldırıyı da devreye soktu.
Alevilerin; biz mültecilere değil, mültecilerin mağduriyetlerinin Aleviliğe ve Alevi toplumuna yönelik saldırıların parçası olarak uygulamaya konulmasına karşıyız söyleminin ardında böyle bir gerçeklik bulunmakta.
Alevi toplumu AKP’nin bu kirli planına rağmen eleştiriyi, mızrağın sivri ucunu doğru hedefe yönlendirmeli, yaşanan bu durumun sorumlusunun Suriyeli sığınmacılar değil, Erdoğan ve AKP hükümeti olduğu gerçeğini asla gözden kaçırmamalı. Elbette Suriyeli sığınmacıların haklarını savunulması onların inanç, yaşam tarzı ve toplumsal değerlerini olduğu gibi kabul etmek anlamına gelmez. Coğrafyamızda doludizgin devam eden inanç asimilasyonuna karşı her düzeyde uyanıklık sürdürülmeli. Ancak Alevi toplumu (ve aslında tüm demokrasi güçleri) attığı slogandan, dillendirdiği taleplere, yaptığı eylemden, yazdığı yazıya her düzeyde sığınmacıların insanca yaşam haklarını savunmalı ve onların bu mağduriyetlerinin Alevilere karşı bir silah olarak kullanılmasına izin vermeyeceklerini vurgulamalılar.
Zaten Aleviler gibi kendi topraklarında zulme maruz kalan, defalarca göç ettirilen, mültecileştirilen bir toplumun sığınmacılara karşı hoşgörüsüz olabileceği düşünülebilir mi? Üstelik bu konuda çok somut açıklamaları da orta yerde duruyorken.
Devrimci, demokrat kamuoyu da bu gerçekleri gördüğü için Alevilere yönelik saldırılara karşı Terolar’daki direnişin yanında duruyor.
Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık
Ancak tüm bunlar konuşulurken, hükumetin çıkarcı mülteci politikaları eleştirilir, sığınmacıların durumlarının insani koşullara çekilmesi için çeşitli STK’lar ve fikir insanları tartışırken Erdoğan yangına benzinle gitmeye devam ederek üç milyon mülteciye vatandaşlık “müjdesi” verdi.
Hayatta kalabilmek için evlerini, yurtlarını terk eden milyonlarca sığınmacının insanca yaşayabileceği koşulların ve hakların savunulması elbette öncelikle bu ülkenin demokrasi güçlerinin görevidir. Erdoğan ve AKP “vatandaşlık” politikasının ikiyüzlülüğü ve bir arka plana sahip olduğu sığınmacıların bugünkü yaşam koşullarından rahatça görülebilir. Yarı açık cezaevlerini anımsatan kamplarda iktidarın insafına hapsedilmiş sığınmacılar gerçekten önemseniyor ve düşünülüyor olsalar iç ve dış politika malzemesi olarak kullanılmaz, çoktan asgari insan hakları verilmiş, insanca yaşam koşulları sağlanmış, kamplardaki denetleme yasağı kaldırılmış ve böylece cihatçı çetelerin buralarda cirit atmasının önüne geçilmiş olurdu.
Oysa Erdoğan’ın “vatandaşlık” müjdesinin ardında başkanlık ve anayasa referandumları, erken seçim olasılığı için bir takviye güç oluşturma planı var. Erdoğan’ın böyle bir planı var diye Suriyeli sığınmacıların temel insan haklarını savunmaktan vaz geçecek değiliz. Ancak bu politikanın hâlihazırda keskinleşen kutuplaşmalara ve şovenizme katkı sağlamaması için yanı sıra atılması gereken diğer adımlarla birlikte (Alevi yerleşim yerlerine kamp yapmaktan vaz geçilmesi, Suriyeli sığınmacıların asgari ücretin de altında çalıştırılmasının, çocuk işçiliğinin yasaklanması ve sıkı denetimi, vb.) tartışılması gerekiyor.
Aksi takdirde işsizliğin de, ahlaki çöküşün de, güveliğin de başat nedeni Suriyeli sığınmacılar oluverir/oluverdi.
Oysa tüm bu yaşananların bütünsel bir fotoğrafı var. O da Erdoğan’ın içerde ve dışarıda yürüttüğü savaş!
AKP’nin içeride yükselttiği savaş nedeniyle Kürt illeri yıkılıyor, köyleri yakılıyor, Kürtler öldürülüyor. Bölge’de sürdürdüğü savaşın ürünü olan sığınmacılar ise insanca yaşanabilir koşulları olmayan kamplarda adeta tutsak hayatı yaşıyor. Kamplara girmeyenler ise hayatta kalmak ve geçinmek için bir yandan dileniyor, diğer yandan düşük ötesi ücretlerle, insanlık dışı koşullarda çalıştırılıyorlar. İşçi ölümleri arasında sığınmacı işçilerin sayısının yüksekliği durumun vahametine bir kez daha işaret ediyor.
AKP’nin bu insan ticareti politikalarına sermaye ses çıkartmıyor çünkü esas onlar bu politikalardan kar ediyor.
AKP ve onun iktidarıyla daha da palazlanan sermeye ucuz ötesi işgücünü sömürme şebekesi haline dönüştü. Zaten işsizliğin çift basamaklı hanelerden düşmediği ülkede bu savaş nedeniyle iş bulamayanlar ya da ücretleri düşenler şimdi de “Suriyeli sığınmacılara düşmanlıkla” manipüle edilmeye çabalanıyor ve ne yazık ki bu çaba karşılıksız kalmıyor.
Kürtlere yönelik sürdürülen savaş, Alevilere yönelik yok etme saldırıları, çalışanlara yönelik sömürü, çocuk işçilik, kadın emeği ve bedeninin sömürüsü, fuhuş böylece katmerleşerek devam ediyor.
Saldırılara karşı birlikte direnmeliyiz
Artık iyice yükselen Suriye düşmanlığı, bununla ilgili MHP’nin açıklamaları ve zaten var olan şovenist, militarist ortamın da etkisiyle ülke şimdilerde başka bir sert iklime doğru yola girmiş durumda.
Devrimcilerin, demokratların, Kürtlerin, Alevilerin, kadın örgütlerinin, AKP muhaliflerinin bu yeni durumu görüp bu konuları gündemlerine alarak acilen yan yana gelip ortak bir mücadele hattı oluşturmaları gerekmekte.
Üç milyon mültecinin vatandaşlığa girmesi başımıza sadece başkanlık belasını getirmeyecek, halklar arasında istenmeyecek olaylara neden olacaktır. Bir kere bu yola girilirse bunun geri dönüşü, durdurulması kolay olmayacak.
AKP ve Erdoğan’ın kendi çıkarlarını halkların çıkarları önüne koyduğunu, bu çıkarları için her şeyi yapabileceklerini görmek için dahi olmaya gerek yok.
Eğer AKP ve Erdoğan cephesinin, yani savaş cephesinin kazanmasını istemiyorsak, geniş bir barış cephesi örülmesi gerekiyor. Çünkü bugün başımıza gelen bunca sorunun temel nedeni dışarda ve içerde yürütülen savaş politikaları.
Ve bizlerin bu gidişatı durdurmamızın tek yolu hep birlikte savaşa karşı barışı örecek bir cephe oluşturmak.