GÜLFER AKKAYA yazdı: “Erdoğan’ı korkutan olasılık AKP’de yıllarca çalışıp hayal kırıklığına uğrayan ve elinde diploması ile koca beklemeye mahkûm edilen milyonlarca Müslüman kadının kadın hareketi ile buluşması.”
GÜLFER AKKAYA
Siyasette yer alan kadınlardan sık sık duyarız. Bir kadın olarak, bir anne olarak, bir eş olarak siyasetteyim. Kadınlar bir işe el atınca sonuç alana dek çabalar. Ülkeyi ve hatta dünyayı kadınlar kurtaracak.
Neden mi? Çünkü erkekler batırdı, kadınlar kurtaracak. Siyasette de kadının görevi erkeğin arkasını toplamak, onun yapamadıklarını yapmak, batırdığını kurtarmak.
Kadınlar bu ve benzeri söylemleri öyle içselleştirmiş ki köy derneği yönetimine aday kadından cumhurbaşkanlığına aday olan (ki henüz cumhurbaşkanlığına aday kadını görmek nasip olmadı) kadına dek her kadın aynı cümleleri kurmakta.
Medyada, sosyal hesaplarda bu cümlelere methiyeler dizilir. Sonuçta kadın işte, denerek ülkenin erkek göğsü kabardıkça kabarır.
Bir feminist olarak bu tür kadın güzellemelerini sevmiyorum, dahası doğru bulmuyorum. Bilakis cinsiyetçi buluyorum.
Sadece bir cinse ait olduğunuz için mücadeleci, siyasette sonuç alıcı olamazsınız. Politikada yer alan kadınların ezici kısmı erkeklik ağları içinde olmaktan gayet memnun ve bu ağlar içinde kalabilmek, koltuk kapmak için çabalamakta. Hiç de “kadın olmak” gibi dertleri yok.
Kadın olmak, bir cinse ait olmaktan çok daha fazlası. Simon de Beauvoir’ın mükemmel tanımı ile kadın doğulmaz, kadın olunur. Yani kadın olmak biyolojik olmaktan öte, toplumsal bir durum. Kadınlar aynı toplumsal kaderi paylaşırlar, arada kimi farklılıklar olsa da. Tüm farklılıklara rağmen yine de kadınlardan beklenen; bütün kadınlar okur-yazar olmasa da bütün kadınlar evlenmeli, bütün kadınlar ücretli bir işte çalışamasa da bütün kadınlar anne olmalı, hem de birkaç kez. Bu ve benzeri durumların tamamına kadınlık durumu diyoruz ve bu duruma kadınlar doğuştan değil, doğduktan sonra toplumsal şekillenişle her gün, her an yeniden yeniden hazırlanır.
Kadınlık durumu, erkek toplum tarafından o kadar normalleştirilmiş ki evliliği reddeden, olabilecekken anne olmayı tercih etmeyen kadınlar yadırganır. Kadınsan evlenip çocuk doğurup yuva kuracaksın. Yoksa makbul kadın olamazsın.
Siyasete giren kadınlar bu cinsiyetçi normları bildikleri için iyi bir siyasetçi olacaklarının ispatını evvela eş, anne, kadın oluşlarıyla verirler. Böylece dünyayı eş, anne, kadın olmaya zarar vermeden kurtaracakları taahhüdünde bulunmuş olurlar. Dünya dediğin soğuk kara parçası değil, erkek egemen sistemle yönetilen, erkeklerin cenneti. Onu yıkmadan, erkeklerin verdiği zararın tozunu alacak şekilde hafiften parlatacaksın.
Her ne kadar Canan Kaftancıoğlu’nun CHP İstanbul İl Başkanlığı’nı kazanması ile ülkenin bir kısım erkekleri coşup siyasette başarılı, dobra, cesur bir kadına tahammülsüzlüklerini en üst perdeden gösterip onu bizzat hedef haline getirdilerse de istediklerini başaramadılar.
Ancak bu süreçte başından beri aksak giden bir şeyleri, CHP ve AKP’nin kadınların mücadelesi konusunda benzer zeminde hareket ettiklerini görmemek de mümkün değil.
Canan Kaftancıoğlu ki kendisi insan hakları konusunda haklı bir üne sahiptir, ancak gerek adaylığı sürecinde, gerek AKP ve trollerinin saldırısı sırasında sık sık kendisini anne olarak tanıttı. Oysa Kaftancıoğlu anne olmaktan çok daha fazlasıydı, kadın erkek eşitliğine inanan bir kadındı. Ancak bu yanı biraz geride kaldı.
AKP de Kaftancıoğlu’na annelikten vurdu. Gezi zamanı Erdoğan’ın annesine hakaret içeren duvar yazısını fark etmeden paylaşmış çünkü. Kaftancıoğlu, Erdoğan’ın, şahsı üzerinde yürüttüğü karalama kampanyasına cevap olarak yaptığı basın toplantısında hakkında ileri sürülen her şeyi kabul ettiğini ama bir tek şeyi sahiplenmeyeceğini söyledi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan özür diledi.
Erdoğan’dan özür dilerken bunun cinsiyetçi olduğunu söylemek yerine yine anneliği ve anneleri yücelterek “Annelere asla laf söylemem” dedi. Anne olmayan kadınlara laf söyler misin sorusunu akla getirdi bu cümle.
Böylece siyasette çok kullanılan anne-kadın ikilemini yeniden üretti. Anne olmak isteyip olamayan, anne olmayı siyasi bir tavır olarak istemeyen kadınları ikincilleştirdi. Toplumsal bir grup olan kadınlara öncelik kadınların değil, anneliğin dedi. Oysa kadın bilincine sahip olmak kadın olmayı önceller, diğer her şeyi kadınlığın çeşitli halleri olarak ele alırdı.
AKP ve CHP’yi politik olarak aynılaştıran bu zemin. Çünkü bu zemin kadınları anne-kadın ikiliğine çekerek, kadınların kurtuluşunu sağlayacak olan eşitlikçi, özgürlükçü hattı elinin tersiyle iter. AKP de ne olursa olsun bir kadını önce anne olarak tanımlamıyor mu? Kadın, doktor da olsa, astronot da olsa, antropolog da olsa, tekstilde işçi de olsa önce anne olmalıdır. Anne kadın, makbul kadındır.
Canan Kaftancıoğlu’nun adaylığı AKP ve CHP’nin muhafazakâr, cinsiyetçi yanlarını ortaya çıkarması açısından ilginç bir örnek oldu.
Bu ortak zemine rağmen Kaftancıoğlu’nun adaylığı ve başarısı AKP ve Erdoğan’da korkuya neden oldu. Bu korku Kaftancıoğlu’nun çevresini saran siyasi olasılıklarla ilgili. Çünkü tüm siyasi hatalarına ve acemiliklerine rağmen Kaftancıoğlu tartışmasız olarak kadın erkek eşitliğine inanmakta, duruşu bu alana güç katmakta, bu alanda mücadeleyi sürdüreceği aşikâr.
Eğer kadın erkek eşitliğine inanıyorsanız bunu savunan siyasal kesimlerle zaten ilişkiniz vardır ve kısa zamanda buluşur, birlikte çalışmaya başlarsınız. İşte bu tarz buluşmalar siyasi hedefleri açısından Erdoğan için hayırlı olmaz.
Çünkü zaten AKP içinde onca yıl parti ve partinin erkekleri için çalıştırılan, sabırlı olun sıra size de gelecek denerek her defa sırtı sıvazlanan çok sayıda huzursuz kadın var siyasette görünür olmak, güç sahibi olmak, bir yerlere gelmek isteyen ama önü kesilen, bir türlü sırası gelmeyen. Her şeyden önce Canan Kaftancıoğlu’nun seçilmesi siyasi partilerdeki hakları gasp edilen kadınlara bu açıdan güç ve moral vermiştir.
AKP, kendi az sayıda elitist kadınlarını üretmekle beraber, bunların dışında kalan çok sayıda kadına karşı sözünü yerine getirmemiş bir iktidar partisi. Bu, AKP’li çok sayıda kadın için artık tahammül edilecek boyutları çoktan aşmış bir durum.
Erdoğan’ın şimdilerde Müslüman kadınlar için övünerek söylediği şey kadınların kapanmasını sağlamış olması. Oysa kapanmak AKP’li kadınlar için çoktan talep ya da kriter olmaktan çıkmış durumda.
AKP’de çalışıp hayal kırıklığına uğrayan kadınlar artık mağdur edebiyatına da inanmıyor. Yıllarca partide çalışan, fikri olan, hedefi olan kadınların çok önemli kısmı görmezden geliniyor, öteleniyor, erkekler üzerlerine basılarak yükseldikçe yükseliyor ancak bu kadınlar ne milletvekili olabiliyor, ne bakan, ne bürokrat, ne parti sözcüsü.
Başı kapalı olduğu için eğitimini tamamlayamayan Müslüman kadınlardan, başı kapalıyken diploması olan Müslüman kadınlara dönüştüler. Ama iktidarın parçası olamadılar. İktidar erkeklerde kaldı. Kadınlar parti bürolarında, mahalli ağlarda… Bir kısım “şanslı” olanlar İslami sermayenin emrinde işçileşerek ucuza çalışmakta, şanssız olanlar yine eve dönmek zorunda kaldı.
Erdoğan’ı korkutan olasılık AKP’de yıllarca çalışıp hayal kırıklığına uğrayan ve elinde diploması ile koca beklemeye mahkûm edilen milyonlarca Müslüman kadının kadın hareketi ile buluşması.
İstanbul gibi devasa bir ilin başkanı olarak, kadın hareketine açık, onun politikalarını hayata geçirmeye hevesli iseniz, üstelik o ilin büyükşehir belediyesini alma ihtimaliniz de varsa fıtratında kadınla erkeği eşit görmeyenlerin uykusu nasıl kaçmaz?
Düşünsenize İstanbul’un kadın politikalarıyla yönetildiğini. Bu, kadınlar için sığınak demek. Bu, kadınlara daha çok iş olanağı demek. Bu, kadınlara meydanların, sokakların açılması demek, erkek tacizine karşı önlemleri alınmış, gece gündüz ulaşımından parklarına dek kadınlara göre ayarlanmış bir kent demek. Bu düşen erkek şiddeti demek.
Bu hizmetleri kadınlara götürdüğünüzde, hele bir de kadınsanız uzattığınız el boşta kalmayacaktır.
İşte AKP’yi korkutan kadın, anne ya da eş olmak değil, AKP’li kadınları da etkileyen özgürlükçü kadın mücadelesinin taleplerini sahiplenerek hayatı kadınlar lehine dönüştürme ihtimalidir.
Ve bu, haklı bir korkudur.