Halit Elçi yazdı
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son haftalarda “milliyetçilik” üzerine yaptığı konuşmalar pek çok insanın kafasını karıştırdı. Erdoğan, kimi zaman “Ben milliyetçiyim” derken, kimi zaman da “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız. Kuru milliyetçilik yok” diye konuşuyor. Ama dikkatle okunduğunda, reddettiğinin “her türlü milliyetçilik” değil, esas olarak “etnik milliyetçilik” olduğu anlaşılıyor: ”Biz Kürt milliyetçiliğini de ayaklarımızın altına alıyoruz. Laz, Türk ve Arap milliyetçiliğini de ayaklarımızın altına alıyoruz. Hepsini ayaklarımızın altına alıyoruz. Çünkü değerler silsilesi içerisinde böyle ırki, kavmiyete dayanan milliyetçilik yoktur. Bu şeytandandır” (19 Şubat 2013).
Aslında Erdoğan kendi çizgisinde yeni bir şey söylemiyor, benzer içerikte sözleri ama dolaylı olarak (“etnik, bölgesel ve dinsel milliyetçiliğe karşıyız”) önceki yıllarda da söylemişti. Bununla birlikte, özellikle “Türk milliyetçiliğine karşıyız” sözünü bu kadar açık ve altını çizerek ilk kez söylüyor. Bu görüşü, tam da bu dönemde, Abdullah Öcalan ve Kürt siyasi hareketi ile müzakerelerin yapıldığı sırada dile getirmesi anlamlıdır.
Başka tür bir milliyetçilik
Belli ki Erdoğan “millet” ve “milliyetçilik” kavramlarına yaygın olarak bilinen anlamının dışında başka bir anlam yüklüyor. Aslına bakılırsa, bu topraklarda “millet” kavramının etnik bir temelle (özellikle Türklükle) bağdaştırılması, daha çok Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir. Ve “millet”in bu şekilde kullanımı (“laik” çağrışımlı “ulus” kavramıyla eş anlamlı olarak) egemen ideolojinin temel unsurlarından biri olarak yaygınlaşmıştır. Ama örneğin İslamcı çevrelerde “millet” hemen hemen hiçbir zaman bu anlamda kullanılmamıştır. Söz gelimi Necmettin Erbakan’ın “Milli Görüş”ünün “milli”si asla Türk milletine değil, İslam’a atıfta bulunur.
Tayyip Erdoğan’ın son zamanlarda altını çizerek gündeme soktuğu “millet”, Kuran’da yer yer “din” ve “ümmet” anlamlarını taşır. Osmanlı Devletinde de bu anlamda kullanılmıştır. Osmanlı’nın siyasal yapısının temel bir unsuru, “millet sistemi”dir. Buna göre Osmanlı topraklarında yaşayan her din ve mezhebe ait insanlar topluluğu (cemaat) bir “millet”tir. Bütün Müslümanlar da -Türk, Kürt, Arap, Boşnak, Çerkes vb- bir millettir; ama aynı zamanda “millet-i hakime”dir, yani hakim ve üstün millettir. Gayrimüslim milletlere mensup olanlar ise Müslümanlarla aynı kıyafeti giyemez, şehirde kılıçla dolaşamaz, ata binemez, evlerinin yüksekliği Müslüman komşusunun evinden fazla olamaz vb; ayrıca yeni ibadethane açamaz, çan çalamazlar. (Alevi/Kızılbaşların durumu farklıdır. Ayrı bir millet sayılmazlar, dolayısıyla belirli sınırlar içinde kendi inançlarını yaşama hakkına da sahip değildirler, İslam’dan sapmış bir kol olarak dışlanırlar.)
İşte Tayyip Erdoğan, milliyetçiliğini böyle bir “millet” tanımına dayandırıyor. Bu, dini referanslı bir millettir.
Resmi ideolojide köklü değişiklik
Cumhuriyet’in kurucu/yönetici kadroları, bir ulus-devlet kurma, bu devlet için bir Türk ulusu (milleti) yaratma, TC sınırları içindeki gayrimüslimleri fiziken yok etme (katliam, sistematik baskı ile sınır dışına göç ettirme vb); Müslümanları ise Türk milleti içinde eritme (yine her türlü şiddet dahil olmak üzere) stratejisini uyguladılar. Bunu yaparken de halklara korkunç acılar yaşattılar.
Çeşitli halkları Türklük (etnik) potasında eritme politikasında kısmi bir başarı sağlanmış olsa da, birçok milliyet az çok etnik kimliğini, kültürünü, dilini yaşatmayı başardı. Kuşkusuz ulusal kimliğini korumada ve kendisini yeniden kurmada Kürtlerin başat ve öncü rolü tartışmasızdır.
Yenisi eskisini aratmaz
AKP ve Erdoğan sermayenin -yeni iktidar paylaşım düzenine ve yeni ihtiyaçlarına uygun- yeni rejimini kurarken devletin ideolojisinin değişmemesi mümkün değildi; özellikle de tümden iflas etmiş olan Türkleştirme politikasının ve ulus-devlet modelinin. Bir türlü ezilemeyen “halklar gerçeği”nin sisteme bir şekilde entegre edilmesi zorunluydu. Öte yandan, sermayenin bugünkü birikim düzeyinin gerektirdiği bölgeye yayılma, “bölge liderliğine oynama” hamlesi, ötekileştirici ve yalnızlaştırıcı Türklük ideolojisi ile uyuşmuyordu. Osmanlı’daki “millet sistemi” ise emperyal/yayılmacı arzularla çok daha uyumluydu.
İşte AKP’nin İslami ideolojik arka planı ile sermayenin bu temel ihtiyaçları üst üste düştü ve Erdoğan bu zemine dayanarak Türk (ve Kürt ve diğerleri) etnik milliyetçiliğine karşı saldırıya geçti. Biz komünistler, bugüne kadar kitlelerin bilincini zehirleyerek işçilerin, emekçilerin, halkın birliğine zarar veren etnik milliyetçiliğin zayıflamasından elbette memnunluk duyarız. Ancak buradan AKP’ye “özgürlükçülük” misyonu yüklemek gibi bir ham hayale kapılmak çok tehlikelidir. Çünkü etnik milliyetçiliğe karşı çıkan AKP, dinsel milliyetçiliği sermaye diktatörlüğünün yeni biçiminin resmi ideolojisi olarak yerleştiriyor. Ve bu yeni milliyetçilik, önceki kadar tehlikeli, zehirleyici ve bölücüdür.