Ahmet Saymadi yazdı: Türkiye, uzun süredir dillendirdiği, ‘‘Güneyimizde bir Kürt koridoru oluşmasına izin vermeyiz, PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesi bizim kırmızı çizgimizdir’’ sözlerine dair bir adım attı ve Cerablus operasyonu ile birlikte geri dönüşü olmayan bir yola girdi.
AHMET SAYMADİ
Türkiye, uzun süredir dillendirdiği, ‘‘Güneyimizde bir Kürt koridoru oluşmasına izin vermeyiz, PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesi bizim kırmızı çizgimizdir’’ sözlerine dair bir adım attı ve Cerablus operasyonu ile birlikte geri dönüşü olmayan bir yola girdi.
Türkiye, Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı döneminde, ‘‘Yeni Osmanlıcılık’’ adı altında Ortadoğu politikasına dahil olmuştu. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’yle paralel yürüyen, Türkiye dış siyaseti Suriye ve Irak’taki Sünnilerin hamiliğine soyundu. Irak’taki iç dengeler üzerinden Sünni Başbakanı belirlemeye çalışan Türkiye, IŞİD dahil olmak üzere Suriye’de cihatçı grupları destekledi. Antep, Kilis ve Hatay Suriye’deki vekalet savaşında kuzey cephesinde savaşan cihatçıların lojistik üssü haline döndü. Cihatçılara her türlü silah, sağlık, barınma ve mali destek sağlandı. IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinden Paris ve Brüksel’de saldırılar düzenlemesinin ardından, IŞİD’i Esad’tan daha büyük bir tehlike olarak gören ABD ve AB’nin IŞİD’e karşı operasyonlara girişmesinden sonra Türkiye Suriye siyasetinde değişikliğe gitmek zorunda kaldı ve Türkiye, TSK tarafından Rus uçağının düşürmesinden sonra ise Suriye siyasetinde tamamen devre dışı kaldı.
Esas mesele Türkiye’nin kendi askeriyle sahaya inmiş olması
Türkiye, 15 Temmuz darbe girişiminin öncesinde, ‘‘Dış politikada düşmanları azaltma, dostları arttırma’’ cümlesiyle ifade edilen politika değişikliğiyle Suriye politikasında yeniden aktör olmaya çalıştı. Çünkü 900 kilometrelik Suriye sınırının altında PKK ile aynı çizgide yer alan PYD’ye bağlı güçler hızla ilerliyordu. Bu değişikliğin devreye girmesinin ardından 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı. Darbe girişiminin bastırılmasının ardından hızla Suriye politikasına dönüldü. Ancak görünen o ki, Türkiye’nin Suriye politikasında değişiklik olsa da ‘‘Osmanlı rüyası’’ devam ediyor.
Türkiye ABD, Rusya, İran, Esad Rejimi’yle görüştükten ve onay aldıktan sonra, 23 Ağustos günü cihatçı gruplarla birlikte Cerablus üzerinden Suriye’ye girdi. Suriye savaşını 2015’e kadar ABD ve Rusya vekaleten sürdürmekteydi. Ancak 2015’le birlikte Suriye’de farklı grupları destekleyen ABD ve Rusya, vekaleten sürdürdükleri savaşı asaleten bir savaşa döndürerek savaşa direkt dahil oldular. Savaşla birlikte başta hava kuvvetleri olmak üzere kendi askerleri de sahaya indi. Türkiye açısından, Suriye’ye girme noktasında sahadaki birçok güçle pazarlıklar yapılmış, olmasının vaatlerde bulunulmuş olmasının bir hükmü yok. Sahadaki bütün pazarlıklar mevcut güç durumları ve dengeler üzerinden kurulmakta. Her an değişebilecek bu dengeler üzerinden verilen sözler ve alınan vaatler boşa düşebilir. Türkiye, ‘‘Öyle demiştik ama durum değişti. Yeni durum bu’’ cümleleriyle karşılaşabilir. Bu sebeple esas mesele verilen sözler, alınan vaatler değil. Esas mesele Türkiye’nin artık resmen, kendi askeri gücüyle sahaya inmiş, savaşa girmiş olmasıdır. Suriye’ye giren hiçbir güç, beklediğini alamadığı gibi, hesapladığı sürede de çıkamadı. Türkiye’nin Suriye meselesinde ne yapacağının, nasıl bir senaryo içinde kalacağının akıbeti belli değil ve askeri olarak büyük kayıplar vermesi muhtemel…
Bir yandan Cerablus diğer yandan Musul
Ancak Ortadoğu’da tek mesele sadece Suriye değil. Irak siyasetinde ağırlığı gittikçe artan Şiiler ile Kürtler arasında kalan Sünni bölgesinde de hareketlilik var. Sünni bölgesindeki sıkışma sebebiyle yaklaşık bir milyonluk bir nüfusa sahip Musul kentini uzun süredir IŞİD kontrol ediyor. Suriye’de sıkışan IŞİD ise güçlerinin bir kısmını Irak’taki Sünni şehirlerine kaydırıyor. Suriye’de etkisi giderek azalan IŞİD’e Musul’da da bir operasyon başlatılacağı konuşuluyor. Türkiye kamuoyu Cerablus ile meşgulken, Erdoğan bir yandan da Musul meselesiyle ilgileniyor. Burada önemli noktalardan birisi ise Mesut Barzani. Türkiye’ye bir önceki gelişinde önce Özel Kuvvetler’e giden Barzani, bu gelişinde ise ilk olarak MİT’e gitti. Basına, Barzani ile Türkiyeli yetkililerin, ‘‘Musul, Kerkük ve PKK konularını’’ görüştüğü bilgisi verildi. Devletin nabzını yakından tutan gazeteci Avni Özgürel bu görüşme sonrasında, ‘‘Türkiye’nin bölgedeki en büyük dostu Barzani’dir’’ dedi. Türkiye ile Barzani arasında Musul ve Kerkük’ün bölüşümü, Rojava üzerinde PYD’nin etkisinin azaltılıp Barzani’nin etkisinin arttırılması gibi konuların görüşüldüğü anlaşılıyor.
AKP’nin dış politikada yaptığı fütursuzca hamlelerin, karşısında ciddi bir muhalefet olmamasında kaynaklandığını eklemek gerekiyor. AKP boş alanda istediği gibi at koşturuyor. AKP ayrıca, karşısındaki bütün muhalefet odaklarını devlet gücüyle bastırıyor. Elinde ise dört önemli kart var. Her sıkışmasında bu kartlardan birisini devreye sokuyor: IŞİD tehdidi, PKK eylemleri-saldırıları, Fethullah Gülen Tarikatı, PYD-YPG-Rojava.
Muhalefete baskı her geçen gün artıyor
Muhalefete gelince… AKP ve MHP hem siyaseten hem de kitle tabanı itibariyle birbirine karışmış durumda. MHP’nin muhalefetinden bahsetmenin gereği yok.
HDP, PKK eylemleri üzerinden basınç altına alınıyor. Artık HDP’ye ve HDP dostu kurumlara yapılan baskınlar yıkıcı sonuçlar yaratmaya yöneldi. Örneğin Özgür Gündem’in kapatılmasıyla yetinilmiyor; binası da mühürleniyor. Baskı ortamında partinin tutuklanan kadrolarının yerine yenilerinin bulunmasında kimi zorluklar yaşanıyor. Bulunduğu hallerde de kadroların yeniliği sebebiyle çeşitli zorluklar-aksaklıklar yaşanıyor.
HDK bileşenlerine ve sosyalist örgütlere baskı uygulanıyor. Devrimci Parti’ye, ESP’ye, SGDF’ye yönelik tutuklama furyası HDK bileşeni olmalarından ötürü yapılıyor. Operasyonlarda bu kurumlar, HBDH ile ilişkilendiriliyor. Sosyalist örgütlere dönük tutuklama dalgasının bu örgütlerden sonra diğer örgütlere yayılması muhtemeldir. Devlet bir öncelik sıralaması içerisinde hareket etmektedir.
CHP’ye yönelik hamle ise daha derinden ilerliyor. Deniz Baykal’ın, 2010 yılında sekreteri Nesrin Baytok ile ilişkisi olduğuna dair bir kaset yayınlanmış, Baykal kaset olayından sonra istifa etmişti. Gülen Tarikatı’na dönük operasyonlarda, ‘‘Baykal’a kaset komplosu yapanlar tutuklandı’’ gibi haberleri yapılıyor. Bu tutuklamalardan sonra mikrofon uzatılan Baykal, ‘‘Henüz net bilgiler’’ yok diyerek ayağına gelen topu geri çevirdi. Dolaylı olarak Kılıçdaroğlu’nun da bu komplonun içerisinde yer aldığına dair bir algı kampanyası yakındır. Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Kelkitlioğlu 30 Ağustos’taki yazısında, ‘‘CHP FETÖ’den temizlenmeli, beş vekil Pensilvanya’da Gülen’le görüştü’’ diye yazdı. Daha önce Ekmelettin İhsanoğlu’nun gülen tarafından önerildiği yazıldı. Önümüzdeki günlerde Kılıçdaroğlu ile ilgili daha ilginç iddialar gelebilir. CHP’nin Gülen Tarikatı’yla olan ilişkisine dair daha fazla haber okuyacağımız günler de yakın. Buradaki önemli amaçlardan birisi ise CHP’yi iç meseleleri ile meşgul edip, siyaset yapamaz bir hale getirmek. İzmir Büyükşehir Belediyesi de AKP'nin hedefleri arasında… Devlet açısından, muhalifleri ortadan kaldırma meselesinde baskı son kullanılan araç. Baskıdan önce tehdit ederek etkisizleştirme; ikbal ve zenginlik vadederek etkileme daha öncelikli yöntemler. CHP’de kimi isimlere bu yöntemlerle yaklaşılması da mümkün…
Biz gücümüzü toparlamayı başaramadıkça, daha küçük meselelerle uğraştıkça, içimize gömüldükçe gerçek anlamda örgütlenmedikçe AKP bir parti devletine dönüşüyor. Her şeye rağmen giderek daha da büyüyor, memleket ortalaması AKP seçmenine dönüşüyor… Bir zamanların ANAP ve DYP ortalaması gibi… Bizim içinse zaman daralıyor, ya geniş bir demokrasi cephesiyle bir olmayı başaracağız ya da bir bir yok olacağız.