AKP devleti, Kürt Halk Önderi’nin ortamı yumuşatmak istediği her heyet görüşmesinden sonra bir cinayet işliyor. Sanki cinayetlerini ve tutuklamalarını görüşmelerden sonra planlıyormuş gibi bir gerçeklik ortaya çıkıyor. Çünkü böyle bir iki değil, fazla örnek var. AKP Hükümeti katletmeler ve tutuklamalarla Kürt sorununda bir çözüm politikası değil de, asayişi sağlama adı altında bir bastırma politikası izliyor. Uygulamalar bunu gösteriyor. Zaten Rojava ve Kobanê’de politikası tamamen bu yöndedir. IŞİD’i Kobanê ve Rojava’ya saldırtan güç Türkiye’dir. IŞİD bu saldırıların karşılığını Türkiye’den destek olarak alıyor.
Türkiye demokratikleşmediği ya da Kürt sorununun çözümü temelinde demokratikleştirme hedefi olmadığı müddetçe Türkiye’de iktidar olmanın kanunu şudur: Kürtleri egemenlik altında tutmak ve kültürel soykırıma uğratma kapasitesi. AKP 12 yıldır “Bende bu kapasite ve güç var” diyerek iktidarda kalıyor. Ya da bu kapasitesini ortaya koyan uygulamalar yapıyor. AKP, Kürt sorununun çözümünü değil de çözümsüzlüğünü kendi iktidarının dayanağı yapmış durumdadır. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresi olmak üzere AKP içindeki siyasal elitin siyaset tarzı ve iktidarda kalma diyalektiği böyle kurulmuş. Kürt sorununda çözüm iradesi olmadığı müddetçe bu iktidar mekaniği böyle sürdürülmeye devam edecektir. Bunu görmeden AKP gerçeğini ve uyguladığı politikaları anlamak mümkün değildir.
Kürtler üzerinde egemenlik kurmak zorlaşıyor
On yıllardır yürütülen mücadeleyle Kürtleri egemenlik altında tutmak zor hale gelmiştir. Kürtleri egemenlik altında tutarak kültürel soykırıma uğratmak Türkiye için ağır bedeller ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’de iktidar olmanın kanunu, Kürtleri egemenlik altında tutmak olsa da, artık bu kanunu korumak zorlaştığı gibi, astarı yüzünden pahalı hale gelmiştir. İşte Kürt Halk Önderi bu gerçeği görerek Türk egemen sınıflarına “Artık Türkiye’ye de zarar veren iktidar olmanın bu kanununu bırakın; yönetim olmanın kanununu demokratikleşme üzerine kuralım” demektedir. Bu çerçevede Türk devletini ve AKP Hükümetini çözüm için teşvik etmektedir. Çünkü Türkiye’de çözümsüzlüğe dayanan iktidar olmanın bu kanunun değişmemesi gelinen aşamada sürekli bir Kürt-Türk çatışması anlamına gelmektedir. Bunun Kürtler kadar Türkiye’ye de zarar verdiği açıktır. Kürt Halk Önderi bu gerçekliği Türkiye’nin önüne koyarak “Gelin sorunu çözelim” diyor. Ancak Türkiye toplumunda sorunun çözümü için önemli bir zemin yaratılsa da gösterilen çabalar, yapılan fedakarlıklar Türk devletine ve AKP’ye çözüm için adım attıramamıştır.
Türk devleti; Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi, çözüm için ürettiği politikalar ve attığı adımlar karşısında zorlanınca eski politikaları yeni koşullarda sürdürmenin örtüsü olan bazı adımlar atmak zorunda kalmıştır. TRT Kurdî gibi adımlar Kürt sorununun çözümünde politika değişikliğinin sonucu değil, Kürtlere karşı yürütülen kültürel soykırımcı savaşı sürdürmenin örtüsü yapılmak için gündeme gelmiştir.
AKP her tarafı idare etmeye çalışıyor
AKP Hükümeti görüşmeler olurken neden Cizre’de saldırarak çocukları ve gençleri öldürüyor? Bunu da anlamak lazım. Zaten sürekli asayişi sağlamaktan söz etmektedirler. AKP Hükümeti seçim öncesi kendine göre görüşmeleri sürdürerek çözüm isteyenlerde beklenti yaratma ve onların oylarını almayı hedeflerken; Cizre’de de saldırı yaparak binden fazla Kürt insanını tutuklayarak, Rojava Devrimi düşmanlığını sürdürerek milliyetçi çevrelerin oylarını almak istiyor. AKP böyle her tarafı idare etmeye çalışan bir siyaset tarzı yürütüyor. Kürt Halk Önderi işte AKP’nin bu iki tarafı idare eden politik tarzını bırakması ve tutumunu netleştirmesi için AKP’yi zorluyor. En son görüşmede AKP’ye son olarak birkaç hafta süre vermesi bunun açık ifadesidir. Kürt Halk Önderi, AKP’ye ya adım attırmak, adım atmıyorsa da gerçek yüzünün açığa çıkmasını sağlamak istiyor.
AKP’nin bir politikası varsa buna karşı da Kürt Halk Önderi’nin bir politikası var. Yani AKP’nin politikasının ne olduğu bilinmiyor değil. Aksine AKP’nin politikası bilinerek ona göre politika izleniyor, gerekli tutum gösteriliyor ve adımlar atılıyor. Bir politik mücadele sürdürülüyor. Adım attırmak ne kadar Türkiye halklarının hayrınaysa, AKP’nin gerçek yüzünü açığa çıkarıp Türkiye halklarına tavır aldırmak da o kadar hayırlı ve önemlidir.
Saldırılar AKP’nin kararıyla yapılıyor
Şu konuyu bir daha vurgulamak istiyoruz; ortada AKP Hükümeti dışında birilerinin yaptığı bir provokasyon yoktur. Nasıl ki her gün yapılan toplu tutuklamalar AKP hükümetinin iradesiyle yapılıyorsa, Cizre’de, Gewer’de ya da başka bir yerde halka yapılan baskılar ve katletmeler de AKP iktidarının iradesi ve içişlerinin onayıyla yapılıyor. Dolayısıyla tüm saldırılar AKP hükümetinin kararıyla, bizzat içişleri bakanlığı ve MİT tarafından pratiğe geçiriliyor. Bunları başka türlü değerlendirmek kendini kandırmaktır.
Kürtler arası bir savaş yoktur. Hüda-Par’ın saldırılarını böyle değerlendirmek de bir çarpıtmadır. Kürt halkı ve demokrasi güçlerinde yanlış bir algı oluşturmaktır. Bu da halkı ve demokrasi güçlerini tedbirsiz ve savunmasız bırakmak anlamına gelmektedir. Bu nedenle bu tür değerlendirmelerden kaçınılmalıdır.
Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi devletin ve hükümetin bu tür saldırılarına fırsat vermeyecek bir örgütlülük ve tedbir içinde olsun demek ayrı bir şeydir. Örneğin, çatışmasızlık kararının bulunduğu ortamda gerilla Türk ordusuyla karşı karşıya gelmemek ve çatışma içine girmemek için dikkatli davranmaktadır. Ancak saldırıldığında ise kendini korumakta ve misilleme hakkını kullanmaktadır. Bu nedenle Kürt Halk Önderi’nin AKP hükümetine birkaç hafta zaman tanıdığı süreçte şehirlerde gençlerin ve halkın polisle karşı karşıya gelmemesi için dikkat etmesi istenebilir. Ancak saldırıları başkalarının yaptığı provokasyon ve Kürtler arası çatışma olarak ele almak doğru değildir. Çünkü böyle ele almak AKP’nin bu politikaları sürdürmesine zemin sunmak olur.
(Bu yazı Yeni Özgür Politika gazetesinden alınmıştır.)