Ahmet Saymadi yazdı: AKP, Türkiye’yi her geçen gün daha karanlık bir yere doğru sürüklüyor. Her gün, ”Daha ne kadar kötü gidebilir ki?’’ diye soruyoruz. Bugün yaşadıklarımız tarihsel olarak hangi dönemle benzerlik gösteriyor? Apaçık, benzerlik gösterdiği dönem Nazi Almanya’sı. Erdoğan tıpkı Hitler’in ki gibi bir faşist diktatörlük inşa ediyor.
AHMET SAYMADİ
AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan eliyle Türkiye her geçen gün daha karanlık bir yere doğru sürükleniyor, sürükleniyoruz! Her gün kendimize, ‘‘Daha ne olabilir ki? Daha ne kadar kötü gidebilir ki?’’ diye soruyoruz. Peki, bugün yaşadıklarımız tam olarak neyi anımsatıyor? Tarihsel olarak hangi dönemle benzerlik gösteriyor? Apaçık, bugün yaşadıklarımızın benzerlik gösterdiği dönem Nazi Almanya’sı. Erdoğan tıpkı Hitler’in ki gibi faşist bir diktatörlük inşa ediyor, adım adım faşizme doğru gidiliyor.
Muhaliflerin tutuklanması, basının susturulması
Nazi Almanya’sında muhalifler tutuklanıp toplama kamplarına götürülüyordu. Bugün onlarca insan sadece AKP karşıtı olduğu için, AKP politikalarına direndiği için tutuklanıyor. Gözaltında ve cezaevinde insanlık dışı uygulamalara maruz kalıyor. Cezaevlerindeki uygulamaların toplama kamplarındaki düzeye ulaşmasına ramak kalmış durumda. Kimin hangi sebeple tutuklandığı da belli değil… Artık bir gerekçe de aramıyorlar, AKP karşıtı olmak yetiyor. Olağanüstü hal uygulaması ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle meclisi işlevsizleştiren AKP, sınırsız ve sorgulanamaz bir yetkiyi muhaliflerin üzerinde bir basınç aracına dönüştürdü bile. Nazi Almanya’sındaki meclis yangını (Reichstag Yangını), Hitler diktatörlüğünü sağlamlaştırmak için kullanmıştı. AKP ise 15 Temmuz’da meclisin bombalanmasını aynı amaçla kullanmaya çalışıyor.
15 Temmuz gecesi iletişim araçlarının doğru kullanmanın nasıl büyük bir etkisi olduğunu tekrar gören AKP, 15 Temmuz’da ‘darbe’ olarak nitelendirdiği televizyon kanallarının kapatılmasını, darbe girişiminden iki ay sonra ‘Demokrasi’ olarak sunmaya çalışıyor. Onlarca televizyon kanalı, gazete ve internet sitesi kapatıldı. AKP karşıtlarının haber alacağı kanal kalmadı, gazete ve internet sitesi sayısı ise oldukça azaldı. Tek millet, tek dil sloganından sonra, ‘Tek TV kanalı’ noktasına geldik. TV'de çok kanal olması bir şey ifade etmiyor, hepsi bir koro gibi aynı şeyi söylüyor.
Kendilerinden olmayan bütün insanları devlet kadrolarından tasfiye ediyorlar. Sendikalarını işlevsizleştirerek kapatmaya çalışıyorlar. Gülen tarikatının KPSS sorularını çalmasının başka bir versiyonu olan, mülakatlarda AKP’i olmayanları eliyorlar. Devletin baskı aygıtının, tamamen kendi tekellerinde olmasını istiyorlar. Artık devlet içerisinde AKP’li olmayan ya da AKP'ye biat etmeyen hiçbir unsura yer yok…
Halkın iradesiyle seçilen belediyelere kayyum atanıyor. HDP üyeleri ve yöneticileri, ‘teröre destek olmak’ suçuyla tutuklanıyor. HDP’li vekiller tutuklanmakla tehdit ediliyor.
AKP ve Burjuvazi
Kurulduğu günden bu yana AKP’yi destekleyen, AKP iktidarında büyüyen, AKP sayesinde sömürü çarklarını daha da ağırlaştıran sermaye açısından bugüne dek bir sorun yoktu. Bundan sonra da AKP'ye bir sorun çıkarmayacaklar gibi görünüyor. Nazi Almanya'sında Nazilerin gelişini burjuvazi izlemişti, Stefan Zweig şöyle der, ‘‘Üst sınıflara göre güç her zaman için baronların, prenslerin ve üniversite mezunlarının elindeydi. Alman entelektüellerini kültürlerindeki gurur kadar hiç bir şey kör etmedi.’’ Türkiye burjuvazisi de gücünü hiçbir zaman kaybetmeyeceğini, Erdoğan’ın faşizan uygulamalarından hiç etkilenmeyeceğini düşünüyor. Ve daha fazla kar için AKP’nin yaptığı faşizan uygulamaları görmezden geliyor. Oysa ki AKP gözlerinin önünde devasa şirketlere el koyuyor, kayyum atıyor, talan gözlerinin önünde oluyor. Sıranın hiç kendilerine gelmeyeceğini, AKP’yi kontrol edebileceklerini zannediyorlar. Her şeylerinin bir süre sonra ellerinden gideceğini görmüyorlar. Eğer elinizde bir şey varsa ve o şeyi koruyacak güce sahip değilseniz, o şey artık sizin değildir. AKP kanunları böyle! Devletin zor aygıtını elinde tutanlar açısından artık hukuk yok. Burjuvazinin destek olduğu, sessiz kaldığı ya da korktuğu faşizm sonunda onu da vuracak. Her şey sırayla…
Propaganda araçları
Hitler’in, ‘‘Tek halk, tek devlet, tek lider’’ sloganı Erdoğan’da Rabia’ya dönüşüyor, ‘‘Tek millet, tek devlet, tek din, tek dil’’ Hitler’in Yeni Almanya’sı Erdoğan’da Yeni Türkiye’ye; Hitler’in, ‘‘Kimse aç kalmamalı kimse üşümemeli’’ sloganı Erdoğan’da ‘‘Kimsesizlerin kimi, sessizlerin sesi’’ sloganına dönüşüyor. Hitler’in propaganda ettiği gibi, yol ve köprü yapımı, imar işleri bütün kamusal hizmetlerden önemli kılınıyor, sigara karşıtlığı kömür yardımı benzerlikler gösteriyor… Zaten Erdoğan, Nazi Almanya’sını yakından takip ettiğini Ocak ayında başkanlık sistemiyle ilgili bir demecinde belirtmişti. Erdoğan şöyle demişti, ‘‘Üniter devlette başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Şu anda bunun zaten dünyada örneği var, geçmişten bu yana da var. Hitler Almanya’sına baktığımızda da bunu görürsünüz.’’
Sivil faşist oluşumlar, yedek askeri güç, SADAT, Cemaatlerle toplantılar
15 Temmuz gecesi AKP’liler genelde karakolların çevresine toplanmıştı. O AKP’lilere silah dağıtıldığına dair haberler düştü medyaya. SADAT adlı şirket Suriye’de savaşacak cihatçılara eğitim veriyor. SADAT’ın yönetim kurulu başkanı emekli tuğgeneral Adnan Tanrıverdi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı oldu. Erdoğan’ın Gezi döneminde, ‘‘Evde zor tutuğu yüzde 50’nin’’ 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, pek de evde tutulmayacağı, istenildiğinde sokağa çıkarılacağı görülüyor. Kimi yerlerde silahlı birimler oluşturulduğuna dair haberler çıkıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, bütün tarikat ve cemaatlerle bir toplantı düzenledi. Kürt illerinde koruculuk adı altında oluşturulan askere ve polise yardımcı birimlerin, bir benzerinin batıda kurulmasının önünde artık bir engel yok. Polise yardımcı birimler: AKP'li makbul vatandaşlar.
AKP, iktidara geldiği 2002 yılında devlet içerisinde yeterli kadrosu yoktu. Fethullah Gülen’in devlet içerisindeki kadrolarından yararlandı, o kadrolar sayesinde poliste ve askerde büyük tasfiyeler gerçekleştirdi. Yeterli güce ulaşınca ise Gülencileri tasfiye etti. Fetullah Gülen tarikatının tasfiye edilmesi Nazi Almanya’sında Fırtına Birlikleri'nin tasfiye edilmesine benziyor. Uzun bıçaklar gecesi" adı altında Fırtına Birlikleri'nin ve Hitler'in en yakınındakilerden birisi olan birliğin başındaki Ernest Röhm'ün tasfiyesi Gülen'in tasfiyesine çok benziyor. Bizler, bu tasfiyenin ardından "Daha düne kadar beraber yürüyorlardı" diyoruz. Aslında bu, ‘Paralel yürüme’ meselesini sadece biz değil dünya biliyor. Ancak AKP, ‘‘düne kadar beraber yürümüş olabilirim ama yaptıkları hatadan sonra yollarımı ayırdım’’ diyor. Nazi Almanya'sında, Hitler’in Röhm’ü tasfiyesiyle neredeyse aynı. İttifaklar da tasfiyeler de açık… Röhm’ün tasfiyesinin sonuçlarıyla Gülen’in tasfiyesinin sonuçları da birbirne benziyor. Erdoğan bu hareketiyle, bir yandan kirli geçmişini ortadan kaldırırken, diğer yandan da, ‘‘Darbeyi bastırma-milli mutabakat’’ adı altında ordu içerisindeki Gülen karşıtlarıyla olan ittifakını güçlendiriyor.
Sorgulanmaz, Kadir-i mutlak liderlik
AKP, bütün kurumsal yapıların üzerinde her şeyi yapmaya muktedir bir figür yaratmaya çalışıyor. Bu liderliğe Reis deseler de Erdoğan, bunu 03 Ekim’deki konuşmasında, ‘‘Darbeyi Allah’ın yeryüzündeki halifesi, insan durdurdu’’ diyerek kendisi için Halife imasında bulundu. Sorgulanamayan, dini vasıfları da olan bir lider…
Laiklikten devlet dinine
AKP, Sünniliği bütün toplumsal yaşamda hakim kılmaya çalışıyor. Okullarda dini eğitim arttırılıyor, öğrenci yurtlarına ve hastanelere ‘Manevi danışman’ adı altında din görevlisi atanıyor. Toplumdaki diğer innaç gruplarına tahammül azalıyor.
Kadınlar, toplumsal yaşamdan soyutlanıyor. Giyim kuşamları, hayat tarzları sebebiyle saldırya uğduyor, tehdit ediliyor. Kadın, evden dışarı çıkmaması gereken, erkeğe tabi, erkeğin boyunduruğunda bir nesneye dönüştürülmeye çalışılıyor. Çocuk doğurmak, aile kurmak, anne olmak kutsanıyor.
O çocuklar da ileride asker olacak, cihatçı olacak. Rakel Dink’in dediği gibi, ‘‘Bir bebekten katil yaratan’’ süreç hızlanacak…
Partiden, parti devletine doğru
AKP, Almanya'daki Nazi Partisi gibi bir devlet partisine dönüşmüş durumda. Kurucu kadroları, partinin çıkardığı eski başbakan, bakan, milletvekili, il ve ilçe başkanları değişiyor, hatta partiden ihraç ediliyor, yargılanıyor. Bugün, AKP kadrolarının, ilk haliyle şimdiki hali arasında, liderliği dışında bir benzerliği kalmamış bulunuyor. Ancak aldığı bütün yaralara rağmen parti ayakta kalıyor. Türkiye'de buna benzeyen sadece bir yapı var: Devlet. Dolayısıyla bir 'parti devletine' doğru gittiğimizi, AKP’nin artık devlet partisi olduğunu söyleyebiliriz. Ahmet Davutoğlu da AKP için, ‘‘Ak Parti ile Türkiye’nin kaderi ortaktır’’ diyordu…
Sünnilerin hamisi Türkiye
Hitler, ‘‘Almanca konuşan bütün halkları Alman imparatorluğu bayrağı altında toplama’’ fikrini benimsemişti. AKP ise, Osmanlıcılık hayalleriyle, başta Suriye ve Irak olmak üzere, ‘‘Ortadoğu’da Sünnileri Erdoğan önderliğinde birleştirme’’ derdinde. Bugün, Rojava, Musul ve Kerkük’ün içinde yer aldığı bazı haritalar dolaşıma sokuluyor. Ya Erdoğan'ın önderliğini kabul etmezlerse? Ne olacak? İşgal edilecek. Cerablus operasyonu belki de bu işgal girişiminin ilk adımı.
Sonuç yerine…
Türkiye içinde ve dışında Kürtlere savaş açan, sosyalistleri tasfiye eden, bütün devlet kadrolarına yerleşen, kendisine itiraz eden herkesi içeri atan, muhalif basını susturan, sınırsız ve kontrolsüz bir güç isteyen, bir siyasi partinin diktatörlük dışında bir şeyi inşa etmesi mümkün mü? Gidilen şeyin faşizm ve felaket olduğu açık değil mi? Sol sindirilirken, üzerinden buldozer gibi geçilirken ülkenin tamamına da bir korku iklimi hakim. Herkes, başına daha kötü bir şey geleceği korkusuyla susuyor, kabuğuna çekiliyor. Böyle yaparak başına bir şey gelmeyeceğini düşünen varsa, ‘‘İşler bundan daha kötüye gitmez’’ diye düşünen varsa, ‘‘başımıza daha ne gelebilir ki?’’ diye düşünen varsa, 1945 Almanya’sına bakabilir. Bir yerlere savaş taşıyan, bir süre sonra o savaşı kendi kapısının önünde görmeye mahkumdur. Faşizme sesini çıkarmayan, faşizmin uygulamalarına maruz kalmaya mahkumdur.
Bu gidişle bizi bekleyen şey: Siyasal İslamcıların karşılarındaki herkesi tasfiye ettiği, hatta bir adım daha ileri götürürsek katletmekten çekinmeyeceği, insanların birbirini boğazladığı bir Türkiye. Herkes ya biat edecek ya da biat etmeye zorlanacak! Bizi bekleyen felakettir. Tabi sadece bizim için değil, o güce sahip olanlar için de durum aynı: Lozan hezimettir diyenleri bekleyen bir şey varsa o da Sevr Anlaşması'dır ya da Almanya’nın imzaladığı gibi Versay Anlaşması'dır. Faşizm, baskısını arttırabilir, kan dökebilir, katliam yapabilir ama varacağı yer çöküştür. Devletleşmiş bir parti çökerken, ülkeyi de çökertir… Örneğin, her şeye muktedir olduğunu düşünen Hitler’in sonu intihardır, Nazi Almanya’sının sonu ise Yenilgidir.
Çıkış yolu yok mudur? Vardır. Brecht Nazi faşizmi için, ‘‘Hitler’in karşı konulabilir yükselişi’’ demişti. Fransa’nın ilk sosyalist başbakanı Leon Blum, ‘‘Almanya’yı kurtaracak tek şey sosyal demokratlar ile komünistlerin birlikte mücadele etmesidir’’ demişti. AKP’ye karşı; laik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir demokrasi cephesini kurmak zor değildir. Koşullar olağanüstüdür, ittifaklar da olağanüstü koşulları gören bir yerden yapılmalıdır… Kaybedecek zaman yoktur. (05 Ekim 2016)